Ümmü Zerr Hadisi Ve Hatırlattıkları
Evlilikle gelen eşsiz bahtiyarlık
Hayatı güzelleştirmek, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetleri yerinde ve yeterince kullanmakla mümkündür. Sahip olduğu bedenî ve rûhî zenginliği fark etmeyen ve onları yerince kullanmayan kimse, hep fakir kalmaya, mutsuz olmaya mahkûmdur.
Bu yazımızda evlilik nimetinden, evliliğin sağlayacağı eşsiz bahtiyarlıktan söz edeceğiz. Allah’ın bize, eşimizi mutlu etmek ve mutlu olmak için verdiği bedenî ve rûhî nimetleri yerli yerinde kullanmak gerektiğini ele alacağız.
Evlilik muazzam bir hâdisedir. Hukukçular, “Evlilik de bir tür alım, satımdır; icap kabuldür; aldım, vardım demekten ibarettir” diyebilir. Bu, meselenin sadece bir cephesidir. Evliliği evlilik yapan onun rûhî ve mânevî tarafıdır. “El kızını” veya “El oğlunu”, hayatın en önemli harcı olan sevgi iksiriyle birbirine lehimleyen onun işte bu mânevî yönüdür.
Kâinâtın Rabbi yüce kudretini görmemizi ısrarla ister. Bizi gökyüzüne, yeryüzüne, aya ve güneşe, geceye ve gündüze ibretle bakmaya davet ederken dikkatimizi bir şeye daha çeker: “Bizi cezbeden eşler yarattığını, gönlümüze sevgi ve şefkati yerleştirdiğini” de ibretle düşünmemizi ister. (bkz. Surei Rûm; 30/21) Bunun da hayranlık duyulması gereken olağanüstü bir hâdise olduğunu bize hatırlatır.
Gerçekten de öyle değil mi? Evlenecek eşler, binlerce kadın veya erkek görüyor da onlardan sadece birini seçiyor. Çünkü sevgiyi var eden o Yüce Kudret, iki insanı birbirine güzel gösteriyor, sevdiriyor, aralarında bir yakınlık meydana getiriyor.
Niçin onları birbirine câzip gösteriyor? O ikisi birbirinde huzur ve mutluluğu bulsun, bir arada bahtiyar olsun diye. Birbirini sevme ve beğenme olayının ardından da yuva kuruluyor. Buraya kadar güzel. Birçok ailede bundan sonrası da güzel…
Ama ne yazık ki, bu güzellik bazı evlilerde bir süre sonra kayboluyor. “Allah’ın emriyle” evlenen insanlar birbirinden şikâyete başlıyor. Peki, bu hayal kırıklığı neden oluyor?
Evlilikte hayal kırıklığı
yaşanmasının nedenleri
Benim gördüğüm kadarıyla çiftler, en tabiî hakları olan ilgiyi, sevgiyi ve anlayışı birbirine göstermediği veya gösteremediği için yuva sarsılmaya başlıyor. Daha açık söyleyelim: Eşlerden biri veya her ikisi, Cenâb-ı Mevlâ’nın kendisine esirgemeden verdiği sevgiyi, eşinden esirgiyor; sevgi ve muhabbet cimrisi oluyor.
Eşlerden biri daha bencil olup bulduğu ile yetinmediği, sahip olduğundan daha fazlasını istediği zaman da evlilik çıkmaza giriyor ve huzursuzluk artıyor.
Mutsuzluğun ve geçimsizliğin önemli sebeplerinden biri, eşlerin, cinsî konularda İslâm’ın ölçülerini yeterince bilmemeleri, ve karşılıklı münasebetlerini sağlıklı düzenleyememeleridir. Bunun sonucunda bu konulara gerekli önem verilmiyor, verilse bile kimi zaman tek taraflı düşünülüyor ve bu ilâhî nimetin paylaşıldıkça çoğalacağı hesaba katılmıyor. Oysa Allah Teâlâ, erkeği ve kadını birbiriyle evlenecek yapıda yaratmış, sonra onlara evlenmelerini emretmiş (bkz. Nisâ 4/3, 25); “Erkeği kadına, kadını da erkeğe elbise yaptığını” bildirmiştir (Bakara; 2/187).
Diğer bir söyleyişle eşlerin, birbirinin fıtrî ihtiyacını gidermek suretiyle kendilerini yabancı erkek veya kadınlardan gelebilecek tehlikelere karşı korumalarını istemiştir. Bunu görmezden gelmeye hiç kimsenin hakkı yoktur!
Aile içi problemlerin bir de kadının kocasına, kocanın karısına karşı tutuk ve çekingen olmasından kaynaklandığını görmekteyiz. Halbuki Allah Teâlâ, bu konularda bize ders verirken meşrû olmak kaydını düşerek eşlerin, her şekilde birlikte olabileceğini hatırlatıyor. Ve hemen ardından, “Nefsinizin huzura ermesi için, beraber olmadan önce hazırlık yapınız” buyuruyor (Bakara; 2/223).
Hazırlık yapılmadan beraber olmanın her iki çifti de huzursuz, rahatsız ve mutsuz edeceğini hatırlatıyor.
İnsanı yaratan, onun bünyesinin bütün özelliklerini ve rahatlama yollarını herkesten iyi bilen Rabbimizin kullarına verdiği ve kullanmalarını emrettiği güzellikleri eşinden esirgeyen kimsenin dindar biri olduğu söylenebilir mi? Pek tabii ki söylenemez!
Eşleri taşıyamayacağı
bir vebali var
Erkeklik ve kadınlık yetenekleri bir Allah vergisidir. Allah’ın verdiğini eşinden esirgeyen kimse, eşine “Elbise” olmamış, Allah’ın emrini yerine getirmemiş ve eşini huzura kavuşturacak yerde, onu mânevî ve ruhî sıkıntıların içine itmiş olur. Bu ise büyük bir vebâldir.
Peygamber Efendimiz de bu konularda hem kadına hem erkeğe tavsiyelerde bulunmuştur.
Meselâ erkeğe, “Eşinle beraber olacağın zaman zarif ve ince ol!” buyurmuş (Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, III,187), “Hayırlınız, aile fertlerine hayırlı olandır” diyerek eşlerine her bakımdan hayırlı olmalarını emretmiştir (Tirmizî, Menâkıb 63; İbni Mâce, Nikâh 50).
Unutmamalıdır ki, eşiyle beraberliğinde zarif ve ince davranmak, onun istek ve duygularını ön plâna almak ve böylece mutluluğunu paylaşmak ona hayırlı olmak demektir.
Öte yanda eşinin beraber olma arzusunu geri çevirmemesi için kadına hitap eden pek çok hadîs-i şerif vardır.
Ümmü Zerr hadisi
ve hatırlattıkları
Muhabbet Pınarı Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, eşleriyle sohbet ederken onları eğlendirici şeyler de anlatırdı. Bir akşam Hz. Âişe’ye “Ümmü Zer hadisi” diye bilinen ve Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim gibi en güvenilir hadis kitaplarımıza da giren bir olayı anlattı. Buna göre İslâmiyet’ten önceki zamanlarda; “On bir kadın oturup, kocalarının ahvalini haber vermede ve hiçbir şeyi gizlemeyecekleri hususunda birbirlerine kesin söz verip anlaştılar:
Birincisi (zemmederek): “Benim kocam (yalçın) bir dağın başındaki zayıf bir devenin eti gibidir. Kolay değil ki çıkılsın, semiz değil ki götürülsün.” dedi. (Yani kocasının sert mizaçlı, huysuz, gururlu oluşuna, ailenin kendisinden istifade etmediğine işaret etti).
İkincisi (de zemmederek): “Ben kocamın haberini fâş etmek istemem, çünkü korkarım. Eğer zikretmeye başlarsam büyük-küçük her şeyini söyleyip bırakmamam gerekir, (bu ise kolay değil)” dedi. (Bu sözüyle kocasının çok kötü olduğuna işaret etti).
Üçüncüsü (zemmederek): “Benim kocam uzun boyludur, konuşursam boşanırım, konuşmazsam muallakta bırakılırım” dedi. (Bu da kocasının akılca kıt olduğunu belirtmek istedi).
Dördüncüsü (överek): “Kocam Tihâme gecesi gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuktur. Ne korkulur, ne usanılır” dedi.
Beşincisi: “Kocam içeri girince pars, dışarı çıkınca arslan gibidir. Bana bıraktığı (ev işlerinden hesap) sormaz” dedi.
Altıncısı: “Kocam, yedi mi (üst üste katlayıp) çok yer, içti mi sömürür, yattı mı sarınır. Benim kederimi anlamak için (elbiseme) elini sokmaz.” (Bu da kocasının kendisiyle ilgilenmediğini, yiyip içmekten başka bir şey düşünmediğini söylemek ister).
Yedincisi: “Kocam beceriksizdir (erlik yapmaktan acizdir). Her dert onundur (vücudunda çeşitli hastalıklar var). Başımı yarar, vücudumu yaralar, (bunları yapmak için) her şeyi toplar, (her eline geçeni kullanır, vurur)” dedi.
Sekizincisi: “Onun (vücuduna) dokunmak tavşana dokunmak gibi (yumuşak)tır. Güzel kokulu bitki gibi hoş kokar” dedi.
Dokuzuncusu: “Kocamın direği yüksektir (evi rahattır), kılıcının kını uzundur (boylu posludur), ocağının külü çoktur (misafirperver), evi meclise yakın (eşraftan) bir adamdır” dedi.
Onuncusu: “Kocam maliktir, hem de ne mâlik! Artık akıl ve hayalinizden geçen her hayra mâliktir. Onun çok devesi vardır. Develerin çökecek yerleri çok, yaylakları azdır. Çalgı sesini duydular mı helâk olacaklarını anlarlar” (Yani develer yayılmaya salınmaz, kesilmek üzere bekletilir, çalgı ve eğlence sesi duyunca kesileceklerini anlarlar demektir.)
On Birincisi: “Kocam Ebu Zerr’dir. Amma ne Ebu Zerr’dir! Anlatayım: Kulaklarımı ziynetlerle doldurdu, bazularımı yağla tombullaştırdı. Beni hoşnut kıldı, kendimi bahtiyar ve yüce bildim. O beni Şıkk denen bir dağ kenarında bir miktar davarla geçinen bir ailenin kızı olarak buldu. Beni atları kişneyen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp daneleri harmanlanan müreffeh ve mesud bir cemiyete getirdi. Ben onun yanında söz sahibiyim, hiç azarlanmam. (Akşam) yatar sabaha kadar uyurum. Doya doya süt içerim.
Ebu Zerr’in annesi de var: Ümmü Ebu Zerr. Ama o ne annedir! Onun zahire anbarları büyük, hararları iri, evi geniştir. Ebu Zerr’in oğlu da var. Ama ne nezaketli gençtir o. Onun yattığı yer, kılıcı çekilmiş kın gibidir. Onu dört aylık bir kuzunun tek budu doyurur, (az yer). Ebu Zerr’in bir de kızı var. Ama o ne terbiyelidir. Babasına itaatkârdır. Anasına da itaatkârdır. Vücudu elbisesini doldurur. Endamıyla (kuma ve akranlarını) çatlatır. Ebu Zerr’in bir de câriyesi var. O ne sadakatli, ne iyi câriyedir. Aile sırrımızı kimseye söylemez, evimizin azığını asla ifsad ve israf etmez, evimizde çer çöp bırakmaz, temiz tutar. Nâmusludur, eve kir getirmez.
Bir gün Ebu Zerr evden çıktı. Her tarafta süt tulumları yağ çıkarılmak için çalkalanmakta idi. Yolda, bir kadına rastladı. Kadının, beraberinde, pars gibi çevik iki çocuğu vardı, koltuğunun altından kadının memeleriyle oynuyorlardı. (Kocam bu kadını sevmiş olacak ki) beni bıraktı, onunla evlendi. Ondan sonra ben de şeref sahibi bir adamla evlendim. O da güzel ata binerdi. Hattî mızrağını alır ve akşam üzeri deve ve sığır nevinden birçok hayvan sürer, bana getirirdi. Getirdiği her çeşit hayvandan bana bir çift verirdi. (Bu kocam da bana:) “Ey Ümmü Zerr! Ye, iç ve akrabalarına ihsanda bulun!” derdi.
Ümmü Zerr der ki: “Buna rağmen, ben bu ikinci kocamın bana verdiklerinin hepsini bir araya toplasam, Ebu Zerr’in en küçük kabını dolduramaz.”
Bu olayı nakleden Hz. Aişe der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (gönlümü almak için): “Ey Aişe, buyurdular, ben sana Ebu Zerr’in Ümmü Zerr’e nisbeti gibiyim. (Şu farkla ki Ebu Zerr Ümmü Zerr’i boşamıştır, ben seni boşamadım. Biz beraber yaşayacağız).” (Buhari, Nikâh 83 ; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 92)
İki parantez arasındaki ilave, bu hadîsin diğer rivayetinden alınmıştır. O rivayette Hz. Âişe de Rasûlullah’a: “Babam anam sana feda olsun yâ Rasulallah! Hattâ sen bana Ebû Zer’den daha hayırlısın!” demek suretiyle, yüksek bir zekâ ve fetânet göstermiştir. (bk. Suyûtî, Esbâbu Vurudi l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 158-213)
Her erkek bir Ebu Zerr,
hanım da bir Ümmü Zerr olabilir!
Kadın olsun erkek olsun, eşiyle gereği gibi ilgilenmeyen, onun duygularını önemsemeyen bencil ve cimri kimseler Peygamber diliyle kınanmıştır.
Sözünü ettiğimiz konuda, eşlerin her biri hayat arkadaşının hislerini dikkate almalı, onun mutluluğunu önemsemeli, eşini üzmemeye, hiçbir şekilde incitmemeye gayret etmelidir.
Mutluluğun önemli harçlarından biri de zarâfettir. Başkaları yanında beyefendi veya hanımefendi olup da, eşinin yanında kalp kıran, gönül inciten, “Benim istediğim olacak!” diye dayatan biri olmak, doğrusunu söylemek gerekirse sadece bir ruh hastalığı değil, aynı zamanda günahtır.
Kaprislerimizle hem kendimizin hem eşimizin hayatını zehir etmeye asla hakkımız yoktur. Böyle bir kimseden Allah’ın ve Resulullah’ın razı olması, yaptığını onaylaması mümkün değildir.
Evliliğin en büyük düşmanı da gururdur. Gurur; şeytanın yanlışı doğru diye göstermesi ve yuvamızı yıkmak için bizi aldatması olayıdır. (bkz. Nisâ 4/120)
Mutlu olmak ve eşini mutlu etmek isteyen kimse, bu şeytan işi kötü huydan bir an önce kurtulmalıdır. O ulvî duygularla, dualarla, hayır dilekleriyle kurulan aile yuvasını; boş bir gurur, basit bir bencillik, bir Müslümana hiç yakışmayan sevgi cimriliği, özveri yoksunluğu asla yıkmamalıdır. Hayatın her ânı yeniden başlamaya, kendimize ve yuvamıza çekidüzen vermeye elverişlidir. Haydi bismillâh…