Bir Daha mı Geleceksin Dünyaya… ?

  • 05 Nisan 2015
  • 901 kez görüntülendi.
Bir Daha mı Geleceksin Dünyaya… ?
REKLAM ALANI

Tarlanıza ne ekerseniz,
ahirette onu biçeceksiniz!

İnsanların dini esaslara uygun bir hayat yaşamamak için ileri sürdükleri bahanelerden bir diğeri de “Gezip eğlenmene bak, bir daha mı geleceğiz dünyaya” anlayışıdır. Kendi varlığının da dünyaya geliş amacının da zerre kadar farkında olmadan yaşamı, hayvanlar gibi yemek ve içmekten ibaret gören kişilerin sayısı, yazık ki azımsanmayacak kadar çoktur!

Özellikle İslâm Dini açısından meseleye bakıldığında, Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu din anlayışı, dünya ve ahiret arasında müthiş bir denge kurmakta ve pek çok ayetinde dünya hayatının, ahiret hayatına geçişte bir imtihan alanı olduğunu vurgulamaktadır.

REKLAM ALANI

Ayetler, dünya hayatının geçiciliğine ve boş arzulara kapılınmaması gerektiğine dikkatleri çeker, ancak kulların helal dairesi içinde dünyadan da nasiplerini aramalarını söyler: “Allah’ın sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana güzel davrandığı gibi sen de güzel davran/Allah’ın sana lütufta bulunduğu gibi sen de lütufta bulun. Yeryüzünde fesat isteyip durma, çünkü Allah fesat peşinde koşanları sevmez.”(Kasas; 77)

Ayetlerdeki emir ve yasaklar hem beşeri hayata, hem de toplum hayatına düzen ve intizam getirir. İnananları adaletin, barış ve kardeşliğin temin edilmesi için çalışmaya sevk eder. Helal dairesi içinde dünya nimetlerinden istifade edilmesini söylediği gibi Allah tarafından haram kılınmayan şeylerin haramlaştırılmasını da yasaklar.

Bir kenara çekilip sürekli ibadet yapılmasını ve bir anlamda, dünyadan el etek çekilmesini değil sürekli olarak dinamik bir şekilde hayatın içinde bulunulmasını, Allah’ın emir ve yasaklarının insanlara bildirilmesini, hayra ve barışa yönelik işlerde yarışılmasını ve bir anlamda sosyal hayatın tüm damarlarına nüfuz edilmesini emreder. Bununla birlikte dünyalık işlerin Allah rızası için yapılacak iş ve ibadetlerin önüne geçirilmemesinin önemine de dikkatleri çeker.

İnanan bir kimse için dünya hayatı; mahsulü hem dünya hem de ahirette alınacak bir tarla hükmündedir. Tarlanıza ne ekerseniz, ahirette onu biçeceksiniz!

Ama çoğu insan, dinin ortaya koymuş olduğu dünya ve ahiret dengesini kuramadıkları gibi ağırlığı da daima dünyaya vermeye çalışırlar. “Anı yaşa,” “İçinde bulunduğun zamanın tadını çıkar,” “Gününü gün et” gibi süslü cümlelerle hayattan alınacak hazzın maksimize edilmesi/enüst düzeye çıkartılması, sıkıntı veren düşüncelerden uzak durulması ve bu şekilde yaşamın anlık zevklere indirgenmesi kaçınılmaz olmaktadır.

İşin özeti şudur: “Onlar kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı.” (Araf;51)

Ölümü unutarak yaşamak…

 

Geçmiş zamanlarda yayınlanmış bir haberde, İngiltere’de spor kıyafetler üreten bir firmanın insanların, hayat sona ermeden yapmak istediklerini belirlemek için yaptırdığı bir ankette iki bin yetişkine “Ölmeden önce en çok yapmak istediğiniz şeyler neler?” sorusunu yönelttiğini okuduk. İşte yanıtlar:

  1. Zengin olmak,
  2. Çin seddine gitmek,
  3. Dünyanın yedi harikasını görmek,
  4. Mısır piramitlerine gitmek,
  5. Antarktika’ya gitmek,
  6. Afrika’da safari yapmak,
  7. Yunus ve köpekbalıkları ile yüzmek,
  8. Dünya kupası finalini izlemek,
  9. Taç Mahal’i görmek,
  10. Bir ada sahibi olmak,
  11. Roman yazmak,
  12. Pilotluk yapmak,
  13. Hayalini kurduğum işi yapmak,
  14. Las Vegas’ta kumar oynamak,
  15. Bir Hollywood filminde konuk oyuncu olmak,
  16. F1 yarış arabası sürmek,
  17. Kraliçe ile tanışmak,
  18. Everest gibi bir dağa tırmanmak…

 

Görüldüğü gibi genelde insanların, ölmeden önce yapmak istedikleri şeylerin içinde Allah’ın rızasını ve ahiret saadetini hedefleyen tek bir şeye dahi yer vermemektedirler.

Bu nasıl bir hayat anlayışıdır ki, öncesi ve sonrası konu edinilmez! Bu nasıl bir çelişkidir ki, Allah’ın emirlerine uymaya çalışan insanlar hataları sebebiyle Allah’tan af dileyerek affedilmeyi umarken, Allah’a inanmasına rağmen inanmayan insanlar gibi yaşayan insanlar bu kadar umursamaz olabiliyorlar?

O kadar umursamazlar ki bazen insanın, “Acaba, bizim bilmediğimiz bir şey mi biliyorlar?” diye, sorası geliyor kendine. Ama cevabını bulmak çok sürmüyor. Peki, bunca insanı içinde bulunduğu bu gaflete düşüren nedir? Şüphesiz Allah’ın rızası dışında her şeyin hayatlarının merkezinde olması ve maddi şeylere hak ettiklerinden fazla değer biçilmesidir.

Dünyaca ünlü bir komedyen olan Jim Carrey’nin çarpıcı bir sözünü okumuştum. Aynen şöyle söylüyordu: “Umarım bir gün herkes zengin ve ünlü olur. Hayal ettikleri her şeye kavuşur ve böylece asıl cevabın bu olmadığını anlarlar.” Gerçekten de insanlar gelip geçici hevesler uğruna hayatlarını harcar dururlar. Bu hevesler peşinde tüketilirken ömürler, asıl sorulması ve cevabının aranması gereken soruları umursamadan yaşarlar.

Hayat felsefesini “Anı yaşa” ya da “Hayatın tadını çıkar” şeklindeki süslü sözler üzerine kuran bunca insanın, durup bir düşünmesi gerekir. Geride bıraktığı yılları boyunca defalarca yaşadığı anlık zevk ve tatlardan ne kaldı insanın yanına. Ya da yıllar geçtikçe hep aynı şeyleri tekrarlayarak, benzer tatların peşine düşmesi ne kazandıracak insana. Yıllar su misali akıp gidince ne olduğu bile belli olmayan bir gaflet; “Yapmış olmak” kalacak insanın yanında! Üstelik bu yapılanlar, Allah’ın rızasına uygun olmadıkları oranda bela olacaktır hesap günü insanın başına!

Hayatı anlamlı kılan

İnsan Allah’ın sayısız uyarısını, sevmediği birinden aldığı mektubu okumak istemediği için bir kenara atan biri gibi dikkate almazken, kendisini felakete sürükleyecek her türlü şeytani daveti büyük bir heves ve iştah içinde açıp heyecanla okumaktadır. Oysa bilmelidir insan: Hayatı anlamlı kılan ne yaşadıklarıdır ne de sahip oldukları! Hayatı anlamlı kılan, ahireti için topladıklarıdır.

“Ahiret yerine bu dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya hayatının nimetleri ahiret hayatına oranla pek azdır.”(Tevbe;38)

Gün boyu izlenen dizi ve filmlerdeki aşk ve macera dolu hikâyelere kaptırır insanlar kendilerini. Dizinin hikâyesi öyle bir yer eder ki kişinin zihninde, o hikâyenin bir parçası zanneder kendini. Dizinin esas oğlanına ya da kızına dönüşür bir anda. Onun gibi konuşmaya, onun gibi yürümeye ya da onun gibi giyinip tavırlar sergilemeye başlar. Kalıptan kalıba girer insanoğlu. Manevi dünyasındaki eksiklikleri hayal kahramanları ile doldurmaya çalışır. Hikâye ile ağlar, hikâye ile güler ve kendi hayatında da işlenen dizideki gibi bir aşk ve mutluluk ister. Amaçsız dünyasının, amaçsız kahramanı olur insan. Bir o yana bir bu yana savrulur. Kalıptan kalıba, şekilden şekle girer ve dünyaya neden geldiğini unuttuğu gibi neden tek yaşamlık hakkı olduğu gerçeğini de unutarak eksilir gider bu hayattan.

Hep bir hayali vardır insanların. Geleceğe yönelik planları. Hep bir şeyleri elde etmek ya da birileri gibi olmaktır, hayattaki emelleri. Bu tozpembe hayaller o denli etkisine alır ki insanı, sisler içinde kalır ve gerçeği bir türlü göremez kişi.

“Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar peşin veririz ama sonra yerini cehennem yaparız! Kınanmış ve kovulmuş olarak girer oraya. Kim de ahireti ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.”(İsra;18-19)

Pek çok insanın amaçsız, doyumsuz, bencil bir yaşam sürerek iğreti arzular peşinde koştuğu bir gerçektir. Son yıllarda çeşitli kitaplar vasıtasıyla tüm dünyada yaygınlaşan bir söylemin geliştirildiğini görüyoruz. Argo ve küfür içerikli başlık ve söylemlerle insanların her türlü olaya karşı umursamaz ve aldırmaz bir şekilde yaklaşmalarını tavsiye eden bu gibi kitaplar pek çok insan için hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu biraz daha tescillemekte. “Hayatta hiçbir şey senden daha önemli değil”, “Hayatı tespih yapıp sallayacaksın”, “Kafana tokadan başka bir şey takmayacaksın” mesajını zihinlere işleyen bu hoyrat umursamazlık, zaten her türlü sorumluluk duygusundan kaçmak isteyen insanlara ilaç gibi gelmekte. Stres ve gerginlikten kurtulmak ve hiçbir şeyi kafaya takmamak için reçete olarak sunulan bu boş verme ve aldırmazlık duygusu içinde insanlara, başkaları hakkınızda ne düşünürse düşünsün siz bildiğinizi ya da yapmak istediğinizi yapın mesajı verilmekte. Bu gibi insanlar için sadece gündelik zevklerin önemi bulunmakta; sadece gündelik zevkleri için yaşadığı ve varlık amacını sorgulamadığı için de bu gibi insanların, hayvanlar gibi bir hayat sürmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Karnınız çok acıktığında, önünüze çok sevdiğiniz güzel ve leziz bir yemek konulduğunda onu iştahla yiyerek ondan zevk alır ve kimi zaman heyecan içinde çarçabuk yemek istersiniz. Açlığınız bastırıldığında gereğinden fazla yediyseniz şayet ağzınızda güzel tat, midenizde ise sancı kalır. Her seferinde kızarsınız gereğinden fazla yediğinize, ama nefsinize söz geçiremez aynı hatayı tekrarlarsınız yine. Dünya hayatı da böyledir; önce lezzet verir, sonra karın ağrısı çektirir. Dolayısıyla her işte olduğu gibi dünya algısında da dengeyi tutturmak önemlidir.

İnsanların bu dünya ile ilgili hevesleri hiç bitmez. Sahip olması gereken maddi şeyler söz konusuysa örneğin; ne kadar çok şeye sahip olsa da bir türlü bitmez ihtiyaçları. Evlenecekse evlilik öncesi ihtiyaç ve hazırlıkları, taşınacağı yeni evin tadilat ve eşyaları, gardrobundaki eski elbiselerin yenilenmesi, eski arabanın yeni model ile değiştirilmesi ya da çocukların eksik ve ihtiyaçları gibi listelerin sıralanması hiç bitmez. İnsanlar, hep bu dünyadaki eksikliklerinin peşindedirler. Oysa farkında değildir insan, asıl eksikliğinin ahiretine yönelik işlerinde olduğunun.

Kurtul artık şu ten sevdasından!

Ahirete yönelik yapılan her şey yeterli hatta fazla bile görülürken dünya için eksikler hiç bitmez. Dünyalık eksiklerin tamamlanması koşuşturmacası içinde ahiretteki eksikliklere sıra gelmez. Ya da tutkuya dönüşen hobileri vardır insanların; anlamsız yere hayatlarını heba ettikleri. Bir futbol takımıdır örneğin kiminin varı, yoğu, her şeyi! Stadlara giderek son nefesine kadar haykırdığı marşları, şarkıları vardır “… sen çok yaşa canım feda olsun sana” dediği. Oysa insan, o canı kendisine verenin, bir gün verdiği canın hesabını soracağını bilerek bu kadar ucuza heba etmemelidir kendini. İnsan unutmamalıdır! Bu dünyada tamamlanan eksiklikler öldüğünde kişinin ardında; ahiretteki eksiklikleri ise karşısında kalır. Bu dünyadaki tutkuları insana ayak bağı olur.

Yine unutmamalıdır kişi: Ruhun ıstırabı bitmez, dünyanın esaretinden kurtulmadıkça! Keşke kılık kıyafetine, evine, mobilya ve aksesuarlarına, geçici zevk ve tutkularına özendiği kadar, dini hayatına da özenip çekidüzen verse insanlar. Ey nefsim kurtul artık şu ten sevdasından, dünya kafesinden. Sıkışıp kaldın bu akvaryumda, okyanusta yüzmek varken!

“Şüphesiz biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.” (Kehf;7)

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ