Eyüp’te İki Şah Sultan ve Külliyeleri

  • 20 Mart 2017
  • 1.132 kez görüntülendi.
Eyüp’te İki Şah Sultan ve Külliyeleri
REKLAM ALANI

Eyüp Sultan’da cami-i kebir çevresinde şekillenen büyük külliyeden sonra ikinci önemli külliye Zal Mahmut Paşa Külliyesi’dir. Feshane yönünden Eyüp Sultan sınırlarına girildiğinde, Mimar Sinan’ın özgün eserlerinden biri olarak kabul edilen bu eser bütün ihtişamıyla sizi karşılar. Hemen bitişiğinde ve doğu yönünde yer alan Küçük Şah Sultan Külliyesi, ayrı bir külliye olmasına rağmen, Zal Mahmut Paşa Külliyesi’nin tamamlayıcı bir unsuru görünümündedir.

 

Tarihi geriye
sarabilir miyiz?

REKLAM ALANI

Eyüp Sultanımızın tarihi dokusuyla ilgili bugüne kadar onlarca yazı kaleme aldık. Lakin gözlerimizin önünde bulunmasına rağmen Zal Mahmut Paşa Külliyesi hakkında yazmak bir türlü içimizden gelmedi, nasip olmadı. Oysa hemen yanı başında bulunan Şah Sultan’ın zarif sıbyan mektebini, mektebin önündeki muhteşem sebili, sebilin üzerindeki merhamet abidesi kuşevini fotoğraflayıp sosyal medyada defalarca paylaşmışımdır. Adeta güzellikler meşheri, “Nurun alâ Nur” diyebileceğimiz bir yer. Burası hakkında yazınca tabiatıyla Zal Mahmut Paşa Külliyesini yazmamak olmazdı.

 

Belki bu tereddüdümüzün, gecikmenin arkasında, Zal Mahmut Paşa’nın 1553 yılında Konya Ereğlisin’de Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’nın boğdurulmasındaki büyük rolü saklı olabilir. Zira Camiinin hamisi konumundaki Zal Mahmut Paşa’nın bu özelliğinden dolayı, halkın bir dönem bu camiye rağbet göstermediği çeşitli kaynaklarda dile getirilir. Olup bitenleri anlamlandıramayan, içine sindiremeyen halk, şehzadenin hal edilmesini kabullenememiş, üzüntüsünü bastıramamış ve böyle bir tepki gösterme yoluna gitmiştir. Yüzyıllar geçse de bazı yaralarımız kanamaya devam ediyor.

 

Entrikalarla dolu o dönem hakkında detaylı bilgi verecek değiliz. Çünkü bu hadiseler, tıpkı dipsiz bir kuyu gibidir. Şehzade Mustafa’nın katlinin arka planında açıklığa kavuşmamış, karmaşık ve spesifik pek çok olaylar zinciri bulunuyor. Konuya vakıf olan/olmayan herkes bir şeyler yazmış. Kiminde tarafgirlik, kiminde bilgisizlik, kiminde ise müsteşriklerin yaptığı gibi saptırma ve alenen düşmanlık var. Geçtiğimiz çeyrek asrı anlamlandırmakta bile zorlanan bizler, beş asır öncesini nasıl anlamlandırıp durum tahlili yapacağız? Hem yapsak ne olacak? Tarihi geriye alabilir miyiz?!

 

Gerçek şu ki bu badireli yılların ardından Osmanlı sürekli kan kaybetmiş, hâlâ da kaybetmeye devam ediyor. Büyük devlet olmanın büyük sorumlulukları ve sorunları da vardır. Her nimetin bir külfeti olduğu gibi…

 

Böyle bir coğrafyada yaşıyoruz ve buna bir türlü alışamadık. Mevzuumuza denk düşen manidar bir deyim vardır: “Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir!” Ne kadar yerinde bir tespit.

 

Gerçekten de bize düşen tarihten ibret alıp, ders çıkarmaktır. Günahıyla, sevabıyla tarih bizim tarihimizdir. Tarihi olaylara, olgulara böyle bakmak durumundayız. Bundan gayrisi lafı güzaftır.

 

Zal Mahmud Paşa
Külliyesi’nin özellikleri

Zal Mahmud Paşa, Boşnak asıllıdır. Enderun’da yetişmiş, Kanuni döneminde Anadolu Beylerbeyi payesi verilmiş, II. Selim saltanatında 5. vezirliğe yükseltilmiş, daha sonraları paşa olmuş ve Kanuni’nin torunu, II. Selim’in kızı Şah Sultan ile evlendirilmiştir. Paşa’nın görünürde Şehzade Mustafa’nın katlindeki rolünden başka önemli bir özelliği yok. Şah Sultan daha evvel Çakırcıbaşı Hasan Paşa ile evlendirilmiş, onun vefatından sonra da bu ikinci evliliğini yapmıştır.

 

Zal Mahmud Paşa Camii ve Külliyesi, 1577 yılında paşanın kendisi ve eşi Şah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Defterdar Caddesi ile Zal Paşa Caddesi arasında yer alır. Külliye, merkezinde yer alan cami, medrese, türbe ve çeşmeden oluşmaktadır. Yapının hem Defterdar Caddesi’ne hem de Zal Paşa Caddesi’ne açılan iki kapısı vardır.

 

İsmail Orman’ın bildirdiğine göre, “Medresenin bânisi olan Şah Sultan’ın 977 (1569) yılında düzenlediği vakfiye, külliyenin başlangıçta medrese, türbe ve çeşme şeklinde planlandığına işaret etmektedir. Külliye programına caminin eklenmesi, onun Zal Mahmud Paşa ile 982’de (1574) evlenmesinden sonra gerçekleşmiş olmalıdır.”

 

Duvarları taş ve tuğla örgülü olan camii, set üzerinde meyilli bir araziye inşa edilmiştir. Bu yönüyle şehir hayatı ile uyumlu ve barışıktır. Medresenin iki dershanesinden ilki üst kotta şadırvan avlusu çevresinde ve buna bağlı ikinci dershanesi düşük bir kotta türbe etrafında yer almakta, dershane odaları caminin alt kısmına kadar uzanmaktadır. Caminin son cemaat yeriyle medresenin batı kolu arasındaki tek kollu bir merdivenden yaklaşık dört metre alçaklıktaki alt kademeye inilir.

 

Cami, kareye yakın bir plan üzerine tek kubbeli olarak yapılmıştır. Ana mekân on üç metreye yakın büyük bir kubbe ve onu üç taraftan saran mahfillerden oluşur. Mermer minberi ve mihrabı muhteşemdir. Mihrabın çevresi devrine ait İznik çinileriyle kuşatılmıştır. Çinilerin desen ve teknik kalitesi üst seviyededir. Minberinin itinalı taş işçiliği Evliya Çelebi’nin övgüsünün yerinde olduğunu göstermektedir.

 

Camii girişindeki
kitabede yazan ayet
Yan duvarlarda sık aralıklarla verilen iki sıra pencere açıklıklar, Mimar Sinan’ın diğer eserlerinde görülmemiş bir üslup olarak değerlendirilir. İç avlu, son cemaat yeriyle birlikte 17 sütun ve 15 kubbe ile çevrilidir. Cami giriş kapısı üzerindeki kitabede celi sülüs hat ile Surei Mearic’in 34-35. ayet-i kerimeleri yazılıdır. Açıklaması şöyle: “O kimseler ki onlar, namazlarını ‘şartlarına riâyet ve ona devâm ederek’ muhâfaza ederler. İşte onlar, Cennetlerde ikrâm edilmiş olanlardır.”

 

Avlu ortasında sekiz sütunlu şadırvanı vardır. Caminin yapıya bitişik tek minaresi kalın gövdeli ve tek şerefelidir. Tarih araştırmacılarına göre, “Cami minaresi XVI. yüzyıla ait olmayıp 1894 depreminde yıkılan orijinal minarenin yerine bu tarihten sonra yapılmıştır.”

 

Türbe sekizgen ve tek kubbelidir. Tamamen kesme kefeki taşından inşa edilmiştir. Giriş bölümü altı sütunlu bir revaktan oluşur. Pencereleri klasik karınca gözlüdür. 16. yy. karakterini gayet güzel bir şekilde koruyan esere küçük onarımlar dışında fazlaca müdahale edilmediği anlaşılmaktadır. Zal Mahmut Paşa ve Şah Sultan, 1580 senesinde birer saat arayla vefat ederek buradaki türbelerine defnedilmişlerdir. Şah Sultan vefat ettiğinde henüz 37 yaşında idi.

 

Türbenin etrafında sonraki dönemlerde yapılan definlerle küçük bir hazîre teşekkül etmiştir. Türbe ile hücre revakları arasında yer alan bahçede toprağa gömülü vaziyette antik porfir sütundan dönüştürülmüş bir de sadaka taşı bulunur.

 

Ana giriş kapısının sağında bir küçük çeşmecik yer alır. Zarif süslemeli bir ayna taşı vardır. Yine Antik Bizans dönemine ait çiçek bezemeli bir sütun başlığı çeşme haznesine dönüştürülmüş. Bizim medeniyetimizde imha-tahrip yoktur. Belki dönüşüm yaparak işlevsel hale getirmek vardır. Tıpkı buradaki sadaka taşı ve çeşme haznesi gibi…

 

Külliyenin Feshane tarafı giriş kapısının hemen sağında klasik üslupta bir çeşme bulunur. Kesme taştan ve dikdörtgen çerçeve içinde inşa edilmiştir. Kitabesinde şu ifadeler yer alır:

“Sahibül hayrat Şah sultan,

Hazret-i ma’a Zal Mahmut Paşa,

Fi sebilillah bunu itdi sebil,

Selsebil ide Hüda ana ceza,

Teşne diller dediler tarihini,

Çeşme-i ma-i hayatı canfeza.”

 

998 (1590) Küçük ayna taşında tamir tarihi olarak H. 1240 M.1824 yazılıdır.

 

Külliyenin Eyüp Sultan Camii yönünde, yine külliyenin bir uzantısı görümünde kare planlı mütevazı bir türbe daha yer alır. Mehmet Nermi Haskan’ın bildirdiğine göre buradaki türbe, Pir Ahmed Edirnevi’ye aittir. Türbenin kapısı üzerindeki “İkra’ kitâbeke, kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ” (İsra, 14.) (Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter.) yazısı Hattat Hâmid’indir.

 

Türbenin içerisinde sonradan konulduğu anlaşılan bir kitabe vardı. Üzerinde şu ifade yer alıyordu: “Tecvid müellifi Karabaş Ahmed Efendi’nin kabridir.” Mehmet Nermi Haskan da Eyüp Sultan Tarihi isimli eserinde bu kitabeden bahseder. Daha sonra bu kitabe kaldırılmış. “Karabaş Tecvidi” müellifi olarak bazı isimler zikredilir. Fakat bunların içerisinde ön plana çıkan Fatih, Hırka-i Şerif civarında bulunan Karabaş Veli Camii banisi Karabaş Şeyh Abdurrahman Efendi’dir.

 

Abdurrahman Efendi, fesine siyah tülbent sardığından dolayı halk kendisine “Karabaş” lakabını takmıştır. Ayasofya Şeyhi Ömer Efendi’nin kardeşi olan Abdurrahman Efendi’nin mezarı rivayetlere göre bu caminin avlusunda, mihrap tarafındadır.

 

Zal Mahmut Paşa Camii ve Külliyesi’nin diğer yapıları 1766 yılındaki depremde zarar görmüş ve II. Mahmud döneminde elden geçirilmiştir. Yapı topluluğu son olarak 2012 yılı Ağustos ayında Eyüp Belediyesi tarafından onarıma alındı. 2015 yılında çalışmalar tamamlandı ve cami de bu tarihte ibadete açıldı. Eyüp Belediyesi, Tarihi Kentler Birliği tarafından düzenlenen Özendirme Yarışması’nda Zal Mahmut Paşa Camii Restorasyon Projesi ile 2’ncilik ödülüne layık görüldü. Medrese hücrelerinde gelenekli sanatlarımızla ilgili bir proje çalışması yürütülmektedir. Daha önceleri Mehteran-ı Eyüp Sultan ve Eyüp Oyuncakçıları atölyesi burada bulunuyordu.

 

Küçük Şah Sultan
Külliyesi’nin özellikleri

Zal Mahmut Paşa Camii’nin hemen bitişiğinde yer alan Küçük Şah Sultan Külliyesi, 1800 yılında Şah Sultan tarafından yaptırılmıştır. Ana giriş kapısından külliyeye girince, solda türbe sağ tarafta ise fevkani sıbyan mektebi, mektebin önünde ise sebil bulunmaktadır. Sebilin üst kısmında, sıbyan mektebinin duvarındaki kuşevi emsalsizdir. Bu özelliğinden dolayı fotoğrafçıların uğrak yeri olmuştur burası. Etrafı çevrili alanın diğer bölümleri, yapılan defin işlemleriyle hazire haline gelmiştir. Zal Mahmut Paşa Türbesi haziresi ve buradaki mezar taşları, açık alanlardakilere göre nispeten daha iyi korunmuş vaziyettedir.

 

Caddeye açılan muhteşem avlu kapısının iki yanında pirinç şebekeli birer avlu penceresi bulunmaktadır. Türbenin cephesi mermer, kubbesi kurşun kaplıdır. Dört köşesinde gayet zarif ağırlık kuleleri vardır. Türbe önünde altı mermer sütunlu bir revak bulunur. Türbe sürekli kapalı olduğundan iç yazıları hakkında bilgi sahibi olamadık. Sevgi Parlak’ın bildirdiğine göre, “Kapının her iki yanında, dalgalı hatlı ve profilli kemerlere sahip pencerelerin üzerinde celî sülüs hatla iki parça halinde Zümer sûresinin 53. âyetinin bir bölümü, alt sıra pencerelerin üzerindeki geniş yazı kuşağında Zümer sûresinin 73-75. âyetleri yazılıdır.” Kitâbelerin İsmâil Zühdü Efendi’ye ait olduğunu hattat Süleyman Berk’ten öğreniyoruz.

 

Yine Parlak’ın bildirdiğine göre, “Üst sıra pencerelerinin üst köşelerindeki madalyonlarda ism-i celâl, ism-i nebî, dört halife, Hasan, Hüseyin, Zübeyr, Sa‘d, Saîd ve Talha isimleri yer alır.” Giriş kapısının kemerinin üstündeki panoda celî sülüs hatla Ankebût sûresinin 57. âyeti yazılıdır. Ayrıca kapının takında Sultan III. Selim’in bir tuğrası yer alır. Ampir ve barok karışımı bu eserin caddeye bakan cephesinin iki yanına simetrik vaziyette küçük kuzu çeşmecikleri yapılmıştır. Üst kısımlarında iki satırlık kitabeleri, oval formlu küçük yalakları ve akantus yapraklı ayna taşları bulunur.

 

Şah Sultan, III. Mustafa’nın kızı, III. Selim’in ablasıdır. Annesi ikinci kadın Mihrişah’tır. Şah Sultan, 1761-1803 yılları arasında yaşadı. Babası devrinde çok küçük yaşta evlilik namzedi yapılmıştı. Bu teşebbüsler şansız bir şekilde son buldu. Amcası Sultan I. Abdülhamid döneminde üçüncü evliliğini Vezir Nişancı Seyyit Mustafa Paşa ile yaptı. Sağlık sorunları sebebiyle eşi ile taşra vilayetlerinde yaşayamadı. Son anlarına kadar Eyüp Sultan’da ikamet etti. Hayatı hastalıklarla, çilelerle geçti. 1802 yılında 42 yaşında iken vefat etti. Kabri türbe içerisindedir. Türbede Şah Sultan’dan başka iki sanduka daha vardır. Bunlar Şah Sultan’ın eşi Nişancı Seyyid Mustafa Paşa (1812) ve annesi Mihrişah Sultan’a (1800) aittir. III. Mustafa’nın Mihrişah isimli iki kadını vardır. Başkadın olan Mihrişah, Valide Sultan olmuş; cami-i kebirin yanı başında, Cülus Yolu üzerinde ve imaretin bitişiğinde yer alan türbesine 1805 yılında defnedilmiştir.

 

Külliyenin avlu kapısı yuvarlak kemerlidir. Kapı üzerindeki altı satır halinde on iki beyitlik kitâbe Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin hattıyla yazılmıştır. Daha yukarda kapının üstü dalgalı bir saçak tarafından örtülür. Kapı dekoratif bir kilit taşına sahip olan bir kemerle avluya açılır. Kemerin üstünde “Cennet anaların ayaklarının altındadır.” manasına gelen hadis-i şerif yazılıdır. Barok üslubu yansıtan sebil oval planlıdır. En üstte Sümbülzade Vehbi Efendi’ye ait dört satırlık kitabe yer alır. Sebili tam yarım daire formunda bir saçak örter. Sebilin kapısı avluya açılmaktadır. Külliye içerisinde yer alan tarihi sıbyan mektebi günümüzde Eski Eserleri Koruma Derneği faaliyetlerine ev sahipliği yapmaktadır.

 

Şehzade Mustafa’nın
hüznünü hissediyorsunuz

Yaklaşık iki asırlık bir arayla dünyaya gelen, türbeleri arasında 15-20 metre mesafe olan bu iki hanedan mensubu Hanım Sultanın isimleri gibi, kaderleri de şaşırtıcı bir biçimde benzerlik gösterir. İnsan ister istemez hayretini gizleyemiyor. İkisi de genç yaşta, kendilerinden çok daha yaşlı insanlarla birkaç kez evlendirilmiş. Günümüzde 18’li yaşlarda hiçbir genç kızın 70 yaşında bir ihtiyarla evlenerek hayatını sürdürmek isteyeceğini zannetmiyorum. Hayatları hastalıklarla, çilelerle ve çeşitli badirelerle geçmiş bu iki Şah Sultan’dan birisi 37, diğeri 42 yaşında terk-i diyar eylemiş bu fani âlemden. Gençliklerini, hayatlarını feda etmişler aileleri uğruna. Daha doğrusu feda ettirilmiş hayatları. Paşaları, devlet erkânını kontrol altına alabilmek ve devletin bekasını sağlamak için!

 

Hiçbir zaman görmedikleri harem daireleri hakkında ipe sapa gelmez, tamamen kendi çirkin ruh dünyalarının yansımalarını dile getiren oryantalistlere bir lafımız yok. Ya onların dümen suyuna girerek kendi milletine, tarihine iftira atanlara ne demeli? Osmanlı hanedanı, harem dedikodularıyla değil, şehzadelerin ölüm korkusuyla geçirdikleri yıllar, hanım sultanların çektiği eza ve cefalar üzerinden konuşulmalı ve ders çıkarmalıdır, diye düşünüyoruz.

 

Hayatları ağır imtihanlarla, çeşitli zorluklarla geçmiş insanları televizyon dizilerinde şehvet düşkünü birer soytarı gibi göstermek kelimenin tam anlamıyla değer düşmanlığı, haysiyet ve itibar cellâtlığıdır. Olmamış hadiseleri olmuş gibi gösterip olmuşları çarpıtarak tarih düşmanlığına yeltenenler masum değildir.

 

Zal Mahmut Paşa Külliyesi önünden geçerken, Koca Mimar Sinan’ın bin bir tezyinatla süslenmiş zarif eserini temaşa ederken, Şehzade Mustafa’nın hüznünü de iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Garip bir duygu…

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ