Cennete Götüren Bir Yol Olarak ‘Tasavvuf’

  • 22 Aralık 2013
  • 1.221 kez görüntülendi.
Cennete Götüren Bir Yol Olarak ‘Tasavvuf’
REKLAM ALANI

İslami en has daire yaşama yoludur

“Tasavvuf cennete götürür mü?” sorusunun cevabı gayet açıktır: Evet, götürür hem de Cennet-i Firdevs’e götürür. Tabii sadece tasavvufa intisap edip yaşantımızı ve kalbimizi tanzim etmeden cennete gidilmeyeceği, izahtan varestedir. Mutasavvıfı, İslam’ı en has dairede yaşama azmi ve gayreti içinde olan kimse olarak tavsif/tarif ettiğimizde mutasavvıfın akıbetinin de (kaynaklara göre) cennetin en âlâ makamları olacağı, sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Evet, tasavvuf; İslam’ı en has dairede, en azami dikkati göstererek yaşama yoludur, usulüdür. Derviş, tasavvufa intisap ettiği andan son nefesini verinceye kadar, hayatının her zaman dilimini Kitabullah’a ve Sünnet’e uygun hale getirmeye çalışır.

REKLAM ALANI

En başta tüm Sâdât-ı Kiram’ın hassasiyetle üzerinde durduğu şekilde itikadını Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına göre tashih eder. Bunun en önemli sebebi, Efendimizden rivayet edilen şu hadis-i serif tir: “Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardan da yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahabeler, “Yâ Resûlellah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Cemaat” diye cevap verdi.”(1) hadisidir.

Abdulkadir El-Bağdadi merhum; fırka-i Naciye’yi, yani kurtuluşa erip cennete erdirecek taifeleri sayarken, altıncı maddede “sûfi zahidler”i zikretmiştir. (2)

Tasavvuf ehlinin ahvali

Derviş; nefsini tezkiye etme mücahedesinin sonunda “Muhakkak o kimse felaha ermiştir ki: Temizlenmiştir.” (Â’lâ, 14) ayetinin müjdesine nail olur. Elmalılı Hamdi Efendi merhum, bu ayetin tefsirinde “tezekki”yi iç ve dış temizliği ve feyizlenme manasıyla, amellerin temizlenmesi olarak tefsir etmiştir. Kalbin kötü ahlaklardan temizlenmesi, ruhun feyz-i ilahi vasıtasıyla safileşip tecelliyat-ı Rabbaniye açık hale gelmesi, tezkiye mücadelesinin en önemli kazançlarından birisidir.

Mutasavvıfın nefis tezkiyesinde en önemli silahlarından/usullerinden birisi (günlük yapılan zikir) virdidir. Silsile-i Zeheb vasıtasıyla nakledile gelen ve kitaplara özellikle yazılmayan vird usulleri, nefsin öldürücü zehrinin en güçlü panzehiridir. Mutasavvıf, günlük dersini yaparken attığı her tesbih tanesi ile beraber, kalbinde Muhammedi güllerin şehbal açtığını hisseder ve günlük yaşantısında bu şehballeri söndürmemek için gayret sarf eder.

Sabah namazı ile başlayan günlük hayatta, derviş, işrâk vaktine kadar seccadesinin üzerinde hemhal olur. Güneşin ilk ışıkları yeryüzüne gündüzün aydınlığını taşırken dervişin okuduğu evrad-u ezkar, salavat-ı şerifeler de kalbine katre katre baran-ı rahmeti indirir. Seccadesini nafile bir hac ve umre sevabı büşrası ile katlar.(3) Sabah namazından işrak vaktine kadar geçirdiği vakitte tesbihinden attığı her tane, cennete giden yolda döşenen bir taş, cehennem ateşinden muhafaza eden bir duvarın tuğlası hükmündedir.

Mutasavvıf amellerinin ecru me’subatını (mükâfatlarını), koruma bilincini her daim aklında tutar. Kazandığı sevapların su-i zan, gıybet, kibir, ucub (kendini beğenme) gibi kalbi hastalıklar vasıtasıyla muhataplarına/muarızlarına gittiğini bildiğinden, bir yandan bu hastalıkların izalesine çalışır, diğer yandan kendini bu manevi günahlardan muhafaza eder. Tarikat dersi, bu hastalıkların izalesinde en önemli amillerden bir tanesidir.

“Sövene dilsiz gerek, dövene elsiz gerek” anlayışını her daim hatırında diri tutan mutasavvıf, cennete giden yolları kat etmede en büyük merhalelerden birisi olan ihlası elde etme yolunda çaba sarf eder.

Kuşluk vaktini namazla değerlendirir

Allah-u Zülcelal’in üzerine yemin ettiği vakit olan kuşluk vaktinde, en az dört rekat namaz kılan mutasavvıf; bu namaz ile Ebu Hureyre’den gelen ‘deniz köpükleri kadar günahı çok olsa da af’ müjdesi ile kalbi her daim ümit var olur. (4) Bu müjde ile hem ümitsizlik girdabına/günahına kapı açmaz hem de ruhunu saran hafakanlardan, buhranlardan emin olur. Çünkü İmam-ı Rabbani’nin beyanı üzere, ihlâsa giden yolun ilim ve amelden geçtiğinin farkındadır. (5)

Derviş, iman ve akıl sermayesinden sonra, kendisine Allah’ın bahşettiği en önemli sermaye olan vaktini malayani ve boş işler ile harcamaz. İbnül Vakt; yani zamanın oğlu olduğunun bilincinde hareket ederek ya ilim/kitaplar ile meşgul olur yada tesbihi ile kendisini cennete ulaştıracak yola taş döşemekle ve cehennem ateşinden muhafaza edecek bir kalkan inşa etmek ile uğraşır.

Derviş, sünnet namazlara düşkünlüğünü öğle namazının son sünnetini dört rekât kılarak izhar eder. (6) Aynı şekilde, yatsı namazının farzından sonraki iki rekâtlık sünnet namazı da dört rekât olarak eda eder. (7) Bu şekilde, hem Sünnet-i Seniyye’ye azı dişleri ile tutunmuş olur hem de kendisini cehennem ateşinden azat edecek amelleri işler. Akşam namazından sonra kılınan altı rekatlık evvabin namazı ile de on iki yıllık bir ibadet ecrine nail olur. (8)

Tasavvuf ehlinin farkı

Burada, bu rivayetlerde vaat edilen ecirler, kimilerine göre fazla/garip gelebilir. Unutulmamalıdır ki maksat, Resul-i Zişan Efendimizin emrine, tavsiyesine itaat etmektir. O’na itaat ederek yapılan az bir amel, böylesine büyük mükâfatlar kazandırırken, O’nun bir sünnetini kaldırarak işlenen bir bidat ne kadar fazla ve zahirde ne kadar faydalı olursa olsun, neticede pişmanlık ve hüsrana yol açacaktır. (9)

İşte bu bilinçle, mutasavvıf bidatlerden kaçarak sünnetlerin ihyasına gayret sarf eder. “Ümmetimin fesada düştüğü bir zamanda, sünnetime sımsıkı sarılan şehit sevabı kazanır.” (10). Aynı hadisin ümmetin fesada düştüğü zamanda Sünnet-i Seniyye’ye sarılanlara/ihya edenlere yüz şehit ecri verileceğine dair olan versiyonları (11) ise Sünnetin bir mutasavvıfın hayatındaki, tasavvurundaki yerini daha da kavileştirecektir.

Bu noktada, tasavvuf ile arasına mesafe koyan/cephe alan kimi kimseler ile mutasavvıfları bir kıyaslamaya tabi tutmak gerekir. Tasavvuf ile arasına mesafe koyan, cephe alan bir kimse ne kadar âlim olursa olsun, Sünnet-i Seniyye’yi yaşama noktasında mutlaka eksiği kalacaktır. (Tasavvuftan kastımız zühd ve takva eksenli yaşamadır. Yoksa Ehl-i Sünnet Akaidi ve Sünnet-i Seniyye dışına çıkan, sözüm ona tasavvuf odakları mevzumuzun dışındadır.)

Derdimizin anlaşılması için daha net bir misal arz edelim. Tasavvuf karşıtı bir çizgiyi benimseyen kimseler, size misvakın sünnet olduğuna dair belki onlarca hadis-i şerif okuyabilirler. Ancak ceplerinde misvakı kolay kolay taşıyamazlar. Çünkü amellere devam edebilmek, nefse her daim zor gelen bir iştir. Ehl-i Sünnet eksenli bir tasavvuf mektebinden feyizlenen garip bir derviş ise bırakınız hadis saymayı, Arapça’dan bihaber olmasına rağmen, mürşidinden görerek mutlaka cebinde misvak taşır ve kullanır.

İşte bu noktayı, iman hizmetinin güneşlerinden Said Nursi merhum keşfederek, dervişlerin cennet yolundaki kazanımlarını şöyle izah eder: “Âdi bir samimî ehl-i tarikat, sûrî, zâhirî bir mütefenninden (bilim adamı) daha ziyade kendini (imanını) muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebâirle (büyük günahlar) fâsık olur, fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya (İslam düşmanları) sokulmaz. Şedit bir muhabbet ve metin bir itikadla aktab kabul ettiği bir silsile-i meşâyihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez.” (12)

Said Nursi merhum gibi müthiş bir dimağın, sıradan bir mutasavvıf hakkındaki kanaati ve tasavvufa dair yazdığı Telvihat-ı Tis’a, cidden mühim bir şahadet olarak karşımıza çıkmaktadır. Zirâ bu tür büyük âlimlerin bu tür sözleri, kuru birer övgüden ibaret olmaktan öte; Ümmet’e cennet yollarını gösteren, cehennemden kurtuluş reçetelerini tarif eden birer tavsiye, hatta emirdir. Hayatını iman ve Kur’an hizmetine adamış Üstad Said Nursi merhumun bu sözleri, aslında meselemizin bam telidir.

Tasavvufun kazandırdıkları

Çünkü tezkiye-i nefs esnasında derviş, hem seyr-i afaki (dış âlemde ilerleme) ile kâinattaki ayat-ı tekviniyeyi (yaratılış ayetleri) müşahede eder; hem de seyr-i enfüsi (iç âlemde ilerleme) ile kendisini müşahede eder. Nefis tezkiyesinin en önemli amillerinden birisi de dervişin kendi halini her daim muhasebe ve murakabe halinde tutmasıdır. Bu sorgulamalar, dervişi, her biri Kur’an ayetleri ile yasaklanmış ve helak edici günahlar sınıfına dâhil olan kibir, su-i zan, gıybet gibi kalbi günahlardan uzak tutmaya yarar.

Kalbi günahlardan arınmak ise beşeriyetin en efdali olan ve güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen (13) Seyyidül Beşer sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin izinden gitmenin en kolay ve en doğru yoludur. Selef-i Salihin de ahlak tezkiyesine Fıkhû’l-Batın (iç alem fıkhı) olarak tesmiye etmişler ve nefislerini kalbi günahlardan arındırmayı esas almışlardır. Bu esas ile kişi kendi ahlakını, Hazret-i Resul’un ahlakına benzetmekle Hazret-i Aişetü’l-Tahire Annemizin ifadesi ile Kur’an ahlakı üzere olur. (14)

Hayatını Kur’an ahlakı üzere sürdüren ve son nefesini bu ahlak ile veren birisinin akıbeti, cennet dışında bir yer olur mu?

Selef-i Salihin ruhun safileşmesine, kalbin ilham-ı rabbaniye mazhar hale gelmesine, nefsin tezkiyesine özel bir önem vermişlerdir. Herkesin çok iyi bildiği ve tasavvufun/zühd mektebinin ana kaynaklarından olan “İhya”nın müellifi, Hüccetü’l İslam İmam-ı Gazali’yi, koca Selçuklu Devletinin zirvelerinden uzaklaştırıp Şam’da Emeviye Cami’nin minaresinde uzlete çekilmesine yol açan ana sebep, sizce neydi?

Kendisi de Bayramî yolundan icazetli bir şeyh olan İmam-ı Birgivi’yi, Osmanlı’nın en ihtişamlı devresinde, sultanların hususi ilgisine mazhar olan Aziz Mahmud Hüdayi’yi kadılık makamından eden ana amil, işte tasavvuf sayesinde, kalp ikliminin zirvelerine, cennetin en üst makamlarına erişme sevdasıydı. Bu sevda, kâh Necmeddin-i Kübra olur Moğolların önünde adamı şehid eder; kâh İmam-ı Rabbani gibi bir küçücük köyden, bütün cihana bir Ehl-i Sünnet Müdafiini çıkarır.

Şimdi, bu zatların yolunun cennete varmadığını söyleyebilecek kimse var mıdır? Ben bilemiyorum.

Dipnotlar: 1- Z. İbni-i Mace, Fiten, 17. 2- Abdulkadir Bağdadi, El-Fark Beynel Firak, 289-292. 3- İmam-ı Gazali, İhya, c. 1, s. 336. 4- Tirmizi, Salat, 346. 5- Mektubat-ı Rabbani, c. I, 59. Mektub. 6- Vehbe ez-Zuhayli, Fıkhul İslam, c. II, s. 173. 7- Sübülü’s-Selâm, II, 4. 8- Tirmizi, Salat, 431. 9- Mektubat-ı Rabbani, c. I, 186. Mektub. 10- Münavî, Feyzu’l-Kadir, 6/261. 11- Beyhaki, Kitabü’z Zühd, c. 2, 118. 12- Risale-i Nur, Mektubat, 29. Mektub, 9. Kısım. 13- Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8. 14- Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 139.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ