‘Ya Hiç Dönmem Ya Da Fetihle Dönerim!’
“Estergon’u senden isteriz paşa!”
Hâlâ yüreğimiz ürpererek, türkülerimizde yaşattığımız Estergon Kalesi, Tuna Nehrinin sağ sahiline yaslanmış, hakikî sahiplerini bekliyordu.
Şanlı Osmanlı Padişahı Kanunî, Estergon’u 1529 yılı Mayıs’ında fethetmiş, Estergon o gün İslam adaletinin yumuşak iklimini ilk defa tatmış, bir daha da unutmamıştı.
Talih ki kale birkaç kere el değiştirdi, nihayet Avusturyalıların işgaline maruz kaldı. Osmanlılar bunu bir türlü hazmedemiyorlardı. Devrin padişahı I. Ahmet, Avusturya Kralına müracaatla ecdat yadigârı Estergon’u istedi, fakat reddedildi. Bunun üzerine sefer açıldı. Osmanlı Ordusunun başına Sadrazam Lala Mehmet Paşa getirildi. Paşa, sefere çıkacağı günün sabahı, namazı Ayasofya Camiinde kıldı, şöyle dua etti: “Rabbim, Estergonda Cuma namazı kılmadan canımı alma!”
Sonra Padişah’la görüştü. Sultan Birinci Ahmet’in emri kesindi:
– Lala, bize ecdat yadigârı olan Estergon’u senden isteriz; sakın mazeretle karşımıza gelmeyesin! Mehmet Paşa el öptü:
– Ferman Hünkârımındır! Ya hiç dönmem yahut fetih haberiyle dönerim, dedi…
Estergon küffardan kurtarılmalı
Ordusuyla gitti ve Estergon önlerinde karargâh kurdu (30 Ağustos 1604). Mevziî hücumlar yaptı. Böylece haftalar geçti. Nihayet bir akşam vakti kumandanları çadırına çağırdı:
– Paşa kardeşler! Diye söze başladı. Bizler vaktiyle Estergon’da kaç Cuma namazı eda etmişiz. Lâkin talih döndü; Estergon, küffar eline geçti. Beni ciğerimdem vuran, kalenin işgal edilmesi değil, bir vakitler ezan okunan yerlerde çanlar çalması ve bir vakitler namaz kılınan yerlerde şarap içilmesidir. Artık yeter! Estergon tekrar bizim olmalıdır! Paşalar selama durdu:
– Emrin başımız üzredir, devletlü serdar… Elbette küffarın hakkından gelinir; Allahu Teâlâ’nın yardımıyla taş olsa eritir, toprak olsa tuz, su olsa buz ederiz. Lâkin önce Estergon’un kollarını, yollarını kesmeliyiz. Yakındaki Ciğerdelen Kalesiyle Aziz Thomas dedikleri kale, Estergon’un, yolu kolu mesabesinde. Bütün yiyecekleri bu kalelerden gelir. Fethe onlardan başlamak münasipçedir.”
– İyi söylersin, dedi Lala Mehmet Paşa. Biz dahi böyle düşünürdük. Önce Ciğerdelen Kalesinin ciğerini delmeli, ardından Aziz Thomas’ın tepesindeki haç sökülmeli ve nihayet Estergon…
Gözleri daldı, bir hayal âleminde konuşmasını bitirdi:
– Estergon, Tuna boyunun nazlı gelini, yeniden ezan sesiyle uyanmalı. Münasip midir?
– Beli, devletlü Sadrazam, münasiptir. Kükredi:
– Öyleyse şafakla hücumumuz var. Önce Ciğerdelen, ardından Aziz Thomas… Anahtarları sizden isterim.
“Din gayreti bu mudur?”
19 Eylül 1605 sabahı namazdan sonra yapılan şiddetli hücumlarla Ciğerdelen Kalesine girildi. İlk hedef vurulmuş, sıra İkincisine gelmişti. Aziz Thomas Kalesi muhasara edildi.
Muhasara bir hafta devam etti. Osmanlı birlikleri zaman zaman hücuma geçtiler. Kale önlerinde çetin savaşlar oldu. Fakat fetih gerçekleşmiyordu.
Sadrazam kızgındı. Paşaları huzuruna çağırdı:
– Hani, dedi. Aziz Thomas Kalesinin anahtarını bize getirdiniz mi? Din gayreti bu mudur? Yarın şafakla taarruzumuz var!
Ertesi gün 28 Eylül günüydü. Hava berraktı. Gökte tek bir bulut dahi yoktu. Tuna tarafından esen serin rüzgâr, yeniçerilerin yatırtmalarını dalgalandırıyor, yüzlerini okşuyordu. Osmanlı şanla şerefle hücuma kalkmıştı. “Allah, Allah!” zikri, kılıç şakırtıları, at kişnemeleri ve çığlıklar birbirine karıştı.
“Allah, Allah, Allah!”
“Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan…”
“İllâllah, illallah!”
Müfrezenin başındaki aksakallı veli
Savaş öğleye doğru şiddetini artırdı. Fakat zafer daha çok uzaktı. Bütün kuvvetleriyle yüklendikleri hâlde neticeye bir türlü ulaşamıyorlardı. Bir ara, şiddetli gürültüler duyup o tarafa baktılar: Küçük bir müfreze, bağıra çağıra savaşın ortasına dalmıştı. Kısa zamanda düşmanı dağıtmış, ilerlemeye başlamıştı. Başlarında aksakallı, koca kavuklu bir ihtiyar vardı. Yüzü ter ve tozdan karardığı için kim olduğu kestirilemiyordu. Fakat şiddetli narası dört yandan duyuluyordu: “Vurun, aslanlarım! Koman, yiğitlerim!”
Acaba bu kahraman ihtiyar kimdi? Bu cesaret neyin nesiydi? Koca bir ordunun yapamadığını küçücük bir müfrezeyle nasıl yapabilmişti? Sorularını içlerine attılar ve küçük müfrezenin açtığı yoldan yıldırım gibi geçtiler. Ok yağmuruna aldırmadan kılıç sallamaya giriştiler. Savaş sabaha kadar sürdü ve güneş, zaferimizin üstüne doğdu.
Vezir Hüsrev Paşa, fetih müjdesini vermek için Sadrazamın çadırına koştu. Nefes nefese el öptükten sonra:
– Devletlüm, dedi. Aziz Thomas Kalesinin anahtarını getirdim. Allah’a şükür ki fetholundu. Yalnız…
Sadrazam gülümseyerek dinliyordu:
– Yalnız ne?
– Yalnız, bu fethin şerefi küçük bir müfreze ile başındaki aksakallı veliye aittir. Veli olduğundan eminim; gözlerimle gördüm! Ok yağmurunun içine dalıyor, yüzlerce kâfirin üzerine atılıyor, yaralanmadan çıkıyordu. Belki de şehitler imdadımıza yetişti! Başka ne olabilir?
– Çok memnun olduk Hüsrev; Allah zaferinizi mübarek kılsın, Mevlâm cümlenizden razı olsun.
Hüsrev Paşa, tekrar Sadrazam’ın elini öpmek için eğildi. Birden şalvarındaki kan lekelerini fark etti. Durakladı. Ağır ağır başını kaldırıp aksakalına, koca kavuğuna baktı. Her şeyi anladı. Küçücük müfrezenin başındaki ihtiyar, Lala Mehmet Paşa’dan başkası değildi!
– Paşa Baba, o sendin! Diye ağlayarak ayaklarına kapandı. O şendin, Paşa Baba; bizim yapamadığımızı küçük bir müfrezeyle yaptın. İhtiyar hâlinde cenge girdin. Bizi bağışla! Hıçkırarak ağlıyor, yüzünü Sadrazam’ın eteklerine sürüyordu.
Sadrazam, omuzlarından tutup Hüsrev Paşayı kaldırdı. Alnından öptü:
– Bundan kimselere bahsetme, diye tembihledi. Biz nam için dövüşmedik. Allah’a ve Padişahımıza karşı vazifemizi yaptık. Şimdi sıra Estergon’a geldi. Gün, gayret günüdür. Göreyim seni, paşalığın hakkını ver…
“Cuma namazını Estergon’da kılacağız”
Hüsrev Paşa çıktıktan sonra diz çöküp duasını tekrarladı: “Rabbim, Estergonda Cuma namazı kılmadan canımı alma!”
Ordumuz, 1 Ekim gününe kadar dinlenip Estergon’a hücum etmeyi kararlaştırmıştı. Askerler birbirleriyle helâlleşiyor, “Gelecek Cuma namazını Estergon’da kılacağız” sözü dillerde dolaşıyordu.
1 Ekim sabahı hücuma geçtiler. Lala Mehmet Paşa, ihtiyarlığına aldırmadan ön safları tutmuştu. Delip geçiyor, arkasında serdengeçtiler can pahasına ilerliyorlardı. “Allah, Allah!” sesleri cihanı tutmuş, Avusturyalılar korkudan kaleye kapanmışlardı.
Bu şimşek gibi hücumun önünde, güneşe düşmüş kartopu misali eridiler. Akşam güneşi gurupta gülümserken ordumuz Estergon’a girdi.
Sadrazam Lala Mehmet Paşa’nın duası kabul olmuştu. Cuma namazını Estergonda kılacaktı (1 Ekim 1605).
Allah onlardan razı olsun…