İslam’ı Başkalarına Anlatıp Kendimizi Unutuyor Muyuz?
Allah-u Zülcelâl insanı kulluk görevini yerine getirebilmesi için en mükerrem bir varlık olarak yaratıp yeryüzünün imar ve ıslahıyla sorumlu tutmuştur. Kalemle yazmayı öğreten, bilmediğini gösteren Allah, insanın bu ağır görevini hakkıyla yürütebilmesi için ilk önce ona okumayı emretmiş. Ancak okumanın da insanı Rabbini bilmeye götürmesi gerekir. Okuduğumuzu O’nun ismi ile okumalı, O’nun muradını anlamaya çalışmalıyız.
Okumak da amel etmek için olmalı. Okuduğu halde anlamayan, anladığı halde amel etmeyen insanları yüce Allah birçok ayetiyle uyarmıştır.
İslam sözden ibaret, kalp ile kalıp arasına sıkıştırılmış, vicdanlara hapsedilmiş bir din değildir. İslam, insana hayatın nizamını inşa etmeyi teklif eder. İnsanın her şeyini düzene sokar. Dolayısıyla ilim hakkı bilmeye vesile olduğu gibi, bilmek de amel etmeyi gerekli kılar.
İlimsiz amel nereye götüreceği belli olmayan tutarsız, donanımsız bir rehber gibidir. Amelsiz ilim de meyvesi olmayan ağaç benzer. Amel etmeden başkalarına ilmini aktaran âlimlerle ilgili ise şöyle diyor İmam Gazali hazretleri:
“İlmiyle amel etmeyenler, sayfaları ilimle dolu defter veya kitap gibidir; başkasına okusa da kendisi ondan yararlanamaz. Bileği taşı gibidir; bıçağı biler, fakat kendisi kesmez. İğne gibidir; başkasını giydirir, fakat kendisi daima çıplak durur. Lamba fitili gibidir; başkasına ışık verir, fakat kendisi yanmaktan kurtulamaz.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte:
“Kıyamet gününde insanların en şiddetli azaba uğrayanı, ilmi kendisine fayda vermeyen âlimdir” (Süyûtî, el-Fethu’l-kebîr, I, 188) buyurmuştur.
Hal Diliyle Tebliğ
Her konuda örnek oldan Fahri Kâinat Efendimiz bu hususta da İslam’ı en güzel bir şekilde yaşamış ve bizlere örnek bir hayat sunmuştur.
Peygamberimizin sözüyle özü birdi; yaptığını söyler, söylediğini yapardı. Uyum ve uygunluk içerisindeki yaşantısı birçok başarıyı peşinen getirmiştir. O’nun İslam’ı tebliğ metodundaki mükemmelliği yaşantısıyla ispat edilmiştir. Ona inanmayanlar, bunun sebebini kendi kalplerinin katılığında aramaları gerekir.
Onu takip eden sahabeler dünyanın her tarafına İslam’ı anlatmak için gittiklerinde örnek yaşantılarıyla insanları kendilerine hayran bıraktılar. Bu sayede kalpler ısındı, gönüller İslam’a meyletti; hidayet şerbetini yudumlayarak İslam’ı kabul ettiler, insanlar. Bu, hal dilinin kal dilinden ne kadar etkili olduğunu gösteren en önemli örnektir.
İslam’ın en etkili tebliğ metodu bizzat yaşamaktır. Sessiz sedasız, kibirden ve bencilce bir tutumdan uzak bir yaşantı, samimiyetin ve ihlâs’ın varlığının göstergesidir. Bu da çok sözde değil, birazcıkta olsa “hal”dedir. Söz halden anlamayanlar için kullanılır “hal” olmadan sözün olması “hal” sizliğin yanında hadsizliktir de.
Abdullah bin Mesut radıyallahu anh;
“Biz Peygamber’den on ayet alır, onunla kendimizi inşa eder, sonra bir on ayet daha alırdık.” diyor.
Evet, inşa etmek için inşa olmak lazım. İlk önce kendi karanlığımızı amellerimizle aydınlatacağız, sorunlarımızı aşacağız, kuytuda köşede bizi bitiren kalıntılarımızı, kırıntılarımızı tamir edeceğiz sonra koyulacağız bu mukaddes yolculuğa.
Mükemmel insan bulunmaz ancak her şeyin bir ahlakı olduğu gibi İslam’ı öğrenmenin, yaşamanın ve başkalarına anlatmanın da bir ahlakı var. O ahlaktaki zafiyet insanın dağınıklığını ve kalbindeki bulanıklığı gösterir.
Müslüman Tutarlı Olmalı
İnsan bildiklerini hayatına tatbik etmediğinde akılsızlık etmiş olur. Yaşamadığı halde anlatması ise tutarsızlıktır.
Bunun için yüce Allah uyarıyor:
“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap nedenidir.” (Saf, 2-3)
Hâlbuki tutarsızlık Müslüman’ın hayatına yakışmaz. Müslüman sözüyle özü, ilmiyle ameli bir olan samimiyet içerisinde hayat süren insandır. Allah-u Zülcelâl yukarıdaki ayeti kerimenin sonunda bu hususta tutarsızlığı olan müminleri uyarıyor.
Söylenen ayettin tefsirinde deniyor ki; “Kişinin yapmayacağı bir şeyi vaat etmesi veya kendi filleriyle uyumsuz bir beyanda bulunması, yapmadığını yapmış gibi anlatması yerilmiştir.”
Bazı müfessirler bunun yalan söylemeyi ve vaadinde durmamayı da kınayan bir ifade olduğunu belirtmişlerdir. Her halükarda böyle bir durum münafıkane bir tutumdur.
Önce Nefsimize Nasihat Edelim
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in münafıklar hakkındaki şu beyanı, söyleyip söylediğine uygun hareket etmeyenlerin gazaba sebep olacaklarını anlatan ayeti kerimeyi tefsir mahiyetindedir:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107–108)
Fakat burada şeytanın şöyle bir vesvesesi söz konusu olabilir. “Yaşamıyorum o zaman İslam’ı anlatmak görevi benim üzerimden sakıt olmuştur.”
Şeytan insanı bu şekilde Rahmani bir surette aldatabilir. Bu aynen şuna benziyor. “Öyle insanlar var ki, namaz kıldığı halde o namaz o insanI kötülükten alıkoymuyor, onun gibi kılmaktansa kılmam daha iyi”
Hâlbuki emri bil maruf İslam’ın bir emridir. Herkes bildiğini bir başkasına anlatacak. Lakin tesirli olmak; samimi olup, olgun bir mümin olmayı, yaşayarak anlatmayı gerekli kılar. Bu hususu sahabeler Peygamberimize sordular:
“Ey Allah’ın Resulü! Biz kendimiz her şeyi tam yerine getirmedikçe, başkasına iyiliği emretmeyecek miyiz? Veya kendimiz bütün kötülüklerden sakınmadıkça kimseyi kötülükten sakındırmayacak mıyız?”
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam:
“Hayır! Kendiniz her şeyi/emredilen bütün iyilikleri yerine getirmeseniz dahi yine de başkasına iyiliği emredin/tavsiye edin. Bütün kötülüklerden sakınmazsanız bile yine de başkasını kötülükten sakındırmaya çalışın.” diye buyurdu.(bk. Gazali, İhyau’l-Ulum, II/329).
İnsan belki bunu durumda şöyle düşünmeli: “Ben amel etmiyorum lakin etmem gerekir. Bu büyük bir günahtır. Nefsimi de işin içine dâhil edip nasihatimi yapmalım.”
Özellikle temsil makamında olanların, böyle bir yanlışlığa düştüklerinde bunun tahribatı çok daha fazla oluyor. Çünkü onu takip edenlerin aynı hataya düşmeleri söz konusudur. Zaten böyle ehliyetsiz ve liyakatsiz insanların önemli makam ve mevkie getirilmeleri uygun olmaz. Başka insanların hata ve kusurlarının tahribatı sınırlı iken bunların verdiği zarar daha ağır ve etkilidir.
“Ağaçlar çoktur, ama hepsi meyve vermez. İlim adamı çoktur, ama hepsi mürşit değildir. Meyveler çoktur ama hepsi yararlı değildir.” (Tembih’ül Gafilin)
Allah’ın veli kullarının hayatına baktığımızda Allah Resulü aleyhisselatu vesselamı birebir takip ettiklerini görür, O’nun her sünnetini milimi milimine yaşadıklarına şahit oluruz. Onun için onların sözleri tesirli, bakışları etkili, duruşları faydalıdır. Zaten sözden çok onlar hayatlarıyla İslam’ı anlatırlar. Onların suskunluklarında ki etkileri de hal ehli olmalarındandır.
Yapmacık Sözler Etkili Olmuyor
Bugün birçok unvana sahip, nice tahsiller görmüş insanları görüyorsunuz adeta sözleri gırtlaklarından öteye geçmiyor. Söz taklit, duruş taklit, konuşma yapmacık… Söylemiş olmak için söyleniyor ve bu nedenle etkili de olamıyorlar.
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“Kitabı okumakta olduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi nasıl unutursunuz? Artık aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (Bakara, 44)
Bu ayeti kerime Yahudi din bilginlerinin sözleriyle davranışları arasındaki tutarsızlığı ifade ederken bütün Müslümanlara da uyarılarda bulunmaktadır. Özellikle temsil makamında olan, kendilerini din bilgini ve din görevlisi olarak tanıtan belli bir sorumluluk sahiplerini akıllarını kullanmaları hususunda uyarmaktadır.
Kendileri yaşamadıkları halde Allah’ın emirlerini başkalarına anlatmak dine zıt olduğu kadar akılın kabul etmeyeceği de bir durumdur. Akıllı insan kendini ihmal etmez. Başkalarını ateşten kurtarmanın yolunu gösterirken kendini bile bile ateşe atmaz.
Böyle akılsızca davranan insanlar çoğu kez farklı gayeler güderler, İslam’ı anlatmada. Ya şan şöhret peşindedirler ya da dünyevi menfaat devşirmek isterler. Veya İslam’ı alet edinerek insanları etrafında toplayarak güçlü olmayı hedeflerler. İşte bütün bunlar samimiyetsizliğin göstergesidir. Hâlbuki kazanmak gibi gördüğü şeyler bizzat kayıp etmenin göstergesidir.
Hz Ali diyor ki:
“Kör bir adamın elinde taşıdığı ve başkasına ışık sağlayan kandilin kendisine ne faydası olabilir? Karanlık bir evin damında yanan kandilin o eve ne faydası olabilir. Tıpkı bunlar gibi söyleyip uygulayamadığınız hikmetlerin (faydalı bilgilerin) size ne faydası olur.”
Ebu Zeyd Üsame İbni Zeyd İbni Harise radıyallahu anh şöyle dedi: Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkep gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki:
– Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin? O kişi de:
– Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.” (Buhari, Bed’ül-halk 10; Müslim, Zühd 51)
Bütün bunlar gösteriyor ki, böyle insanların ahretteki halleri de dehşet verici, Allah muhafaza.
Allah Resulü, başka bir uyarısında ilminden fayda göremeyenlerin içine düştüğü acınacak hâli şöyle tasvir eder:
“Başkalarına hayrı öğretirken kendini unutan âlim, insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen kandile benzer.” (Heysemi, I, 184)
Anlatıldığına göre, kıyamet günü en ağır hayal kırıklığı ve pişmanlık şu üç şeyden dolayı olur:
1- Salih bir köle cennet’e ve kölenin efendisi de cehenneme girer.
2- Adamın biri servet biriktirmiş fakat yüce Allah’ın malla ilgili emirlerini gözetmemiştir. Fakat ölümünden sonra arkasından gelen varisleri buldukları mirası Allah’ın emri uyarınca kullanmışlardır. Bu durumda varisler kurtuluşa ererlerken serveti biriktiren kimse cehenneme girer.
3- Adamın biri ahlaksız bir ilim adamıdır. Konuşmalarından yararlananlar onun bilgisi sayesinde kurtulurken kendisi cehennemlik olur. (Tembi’hül Ğafilin)
Son söz olarak:
Bilgi tek başına ham meyveye benzer, yemesi zor kabuğu settir. Bu meyve amelle olgunlaşır. İşte o zaman bunun ikramı da başkalarına fayda sağlar. İkram kıymetli olduğundan da mükâfat kazanır insan. Yoksa ilmi taşımak yük olur insana.
İlim amel edilmediğinde kuru, meyvesi olmayan ağaca benzer. Amel edilmediği halde ilmin üstüne ilim eklemek, o meyvesiz ağaca su vermek gibidir. Ne kadar su verilirse verilsin yine de fayda gelmez.
Amel müminin imanını kuvvetlendirir. Amele devam edilirse yakin artar, yakin artınca görme ve duymaya engel olan her şey ortadan kalkar. Bu sefer ilim çoğalır. Gerçek ilim çoğalınca söz azalır, söz azalınca hikmet peyda olur; marifet yeşerir.
İmam Evzai rahmetullahi aleyhi’nin belirttiğine göre: “Bildiği ile amel eden kimse bilmediklerini öğrenmeye muaffak olur”
İlmiyle amil olan kullarına Allah bizleri de ilhak buyursun. Selam ve dua ile…