ALLAH DOSTLARI / Mansûr bin Ammâr -KS-
ALLAH DOSTLARI
Mansûr bin Ammâr -KS-
Yusuf Şahin
Mansûr bin Ammâr rahmetullahi aleyh Horasan civarında Ebiverd’de dünyaya geldi. Tahsiline bir süre Basra’da devam etti. Burada bir müddet ikamet ettikten sonra Bağdat’a yerleşti. Bağdat’ta ilim tahsili ve hadis rivayetiyle meşgul oldu. Künyesi Ebu’s-Seriy, nisbesi el-Mervezî ve el-Bağdâdî’dir.
Mansûr bin Ammâr rahmetullahi aleyh güzel konuşması ve hitabet gücüyle tanındı. Yürekleri hoplatan, gözleri yaşartan ateşîn bir vaizdi. Bu yüzden “Mansûr el-Vaiz” diye tanındı. Bağdat’tan başka Suriye ve Mısır dolaylarında vaazlar verdiği ve bu suretle devrinde geniş bir şöhrete sahip bulunduğu rivayet edilir. Ömrünün son yıllarını Bağdat’ta geçirdi ve 225/840 yılında burada vefat etti.
Yaşadığı devirde Mısırlı fakih ve vaiz Leys bin Sa’d ile dostluk ve arkadaşlıkları oldu. Aynı yıllarda Bağdat’ta yaşayan Bişr el-Hâfî ile görüşmüş, Ahmed b. Ebü’l-Havârî’nin sohbetlerine katılmıştı.
Zamanının meşhur âlim ve velîlerinden olan Ma’rûf bin Ebi’l-Hattâb, Abdullah bin Lühey’a, Münkedir bin Muhammed ve Bişr bin Talha rahmetullahi aleyhim ecmeiyn’den ilim öğrenip hadîs-i şerîf dinlemiştir. Kendisinden oğlu Selîm, Ali bin Haşrem, Muhammed bin Câfer rahmetullahi aleyhim ve birçok âlim ilim öğrenmiş, hadîs-i şerîf dinlemiştir.
Mansûr bin Ammâr hazretleri Iraklılar ve Horasanlılar tarafından makbûl sayılan ve sevilen bir zâttı. Bağdat’ta Mu’tezile mezhebinin yaygın bulunduğu asrında onlara karşı ehl-i sünnet inancını savundu. Ahmed bin Hanbel ve benzerlerinin yanında yer aldı.
Vaaz ve sohbetlerinde nefis terbiyesi üzerinde özellikle duran Mansûr b. Ammâr hazretleri şöyle derdi:
“Allah erleri iki gruptur: Nefsini tanıyanlar riyazat ve mücahede ile onu ıslaha çalışır. Rablarını tanıyanlar O’nun rızası yolunda kulluk ve hizmete devam ederler. Birinciler bir dereceye ulaşalım, diye ibadet ederler. İkinciler her şeye nail oldukları halde kulluk zevkiyle ibadet ederler. Biri mücadele ile meşguldür, diğeri müşahedeyle…”
Mansur b. Ammâr rahmetullahi aleyh ayrıca, “Kul için en güzel elbise tevazu ve inkisar, (Mevlâya karşı boynu bükük olma) elbisesidir. Onun için Allah-u Teâlâ, “Takva elbisesi daha hayırlıdır.” (A´raf; 26) buyurmuştur,” demiştir.
Besmeleye Hürmet Etti
Tevbe ile zühd yoluna girişi şöyle anlatılır:
Bir gün yolda giderken üzerinde “besmele” yazılı bir kâğıt buldu. Yerden alıp uygun bir yere kaldırmak istedi. Fakat öyle münasip bir yer bulamayınca kâğıdı ağzına atıp yutuverdi. O gece rüyasında kendisine, “Besmele yazılı kâğıda gösterdiğin saygı sebebiyle Allah senin kapalı olan hikmet kapını açtı” diye nida edildiğini işitti. Bu hadise üzerine zühd ve riyazatla meşgul oldu, takva yoluna koyuldu. Tasavvufta yükselip kemâle erdikten sonra, bir vâz meclisi kurdu.
Tasavvuf yolundaki söz ve davranışları nefs, kalb ve takva konularında ağırlık kazanırdı. Nefsin arzularına muhalefet ederek selâmete ulaşan gönlün şüphe ve mânevî kirlerden temizlendiği için hikmetin kaynağı olduğunu söylerdi.
Vaiz olduğu için aşkın çakmağını çakmak ve mayasında yanma istidadı bulunanları tutuşturmak için vesile arar ve şunu tavsiye ederdi: “Gittiğin her yerde çakmağı çak, olur ki bir kıvılcım sıçrar da birilerini yakıverir.”
Bir gün vaaz ederken dinleyicilerden biri, üzerinde şu beytin yazılı bulunduğu bir kağıt uzattı:
“Dindar olmadığın halde dindarlıkla emrediyorsun,
Halkı tedaviye kalkışan hasta tabib gibi”
Mansur bu mısraları okuyunca şunu söyledi:
“Sen benim sözüm ve ilmimle amel et, istifade edersin. Amelimdeki kusurumun ziyanı sana değil, banadır. Senin kadar ben de ondan rahatsızım.”
Dört Dirheme Dört Duâ
Şöyle anlatılır: Bir genç fesad ve içki meclisi kurup, eğlenirdi. Bir gün kölesine dört dirhem (gümüş) verip, meze almasını söyledi.
Köle yolda giderken Mansûr bin Ammâr rahmetullahi aleyh’in vaaz meclisine uğradı.
“Biraz oturup ne söylediğini anlayayım”, diye düşündü. O sırada Mansûr hazretlerine bir fakir gelmiş dört dirheme ihtiyacı olduğunu söylemişti. O da cemaate dönüp:
“Kim bu fakire dört dirhem verirse, ona dört duâ edeceğim,” demekteydi.
Köle, efendisinin kendisine verdiği dört dirhemi fakire verdi. Mansûr rahmetullahi aleyh hazretleri köleye:
“Nasıl duâ etmemi istersin?” diye sordu. Köle:
“Birincisi; âzâd olmayı, kölelikten kurtulmayı, ikincisi; Allah-u Teâlâ’nın efendime tevbe nasîb etmesini, üçüncüsü; dört dirhemin karşılığında dört yüz dirhem vermesini istiyorum. Dördüncüsü; bana, efendime, sana ve bu mecliste bulunanlara rahmet etmesini istiyorum.” dedi.
Mansûr hazretleri bu hususlarda duâ etti ve cemaat de “Amin,” dedi. Köle evine döndü. Efendisi; “Nerede kaldın? İstediklerimi getirdin mi?” diye sordu. Köle de;
“Mansûr bin Ammâr’ın meclisinde idim. Verdiğin dört dirhemle dört duâ satın aldım.” Dedi. Efendisi:
“Nasıl duâlar?” deyince, köle durumu efendisine anlattı. Efendisi:
“Seni âzâd ettim, bir daha içki içmeyeceğime Allah-u Teâlâ’ya söz verip tevbe ettim, dört dirhem yerine sana dört yüz dirhem bağışladım. Dördüncü duân bana âid değildir, ben elimden geleni yaptım” dedi. Efendi, gece rüyâsında bir sesin;
“Sen elinde olanı, kendi eksikliğin ile yaptın, bana havâle ettiğini ise, eksiksiz yaptım: Sana, köleye, Mansûr’a ve meclisine merhamet ettim.” dediğini işitti.
Vefatından Sonra
Ebu’l-Hasan eş-Şarani anlatıyor:
Mansûr’u vefatından sonra rüyamda gördüm ve sordum:
“Allah-u Teâlâ sana nasıl muamele buyurdu?” Şöyle anlattı:
“Allah-u Teâlâ bana: “Halka zahidliği tavsiye edip kendisi dünyaya rağbet eden Mansûr sen misin?” diye sordu. Ben de: “Evet” dedim. “Fakat şu kadar var ki, sana hamd etmeden Rasulüne salevat getirmeden yaptığım hiçbir vaazım yoktur ya Rabbi” dedim. Allah-u Teâlâ: “Doğru söyledin” dedi ve meleklerine emretti: “Bunu bir kürsüye oturtun, yeryüzünde şanını yücelttiği gibi semada da yüceltsin!”
Bir başka rivayete göre yine rüyada görülen Mansûr’a: “Allah-u Teâlâ sana nasıl muamele buyurdu?” diye soruldu. O da şu cevabı verdi:
– Günahlarımı bağışladı ve: “İnsanları benim zikrime teşvik ettiğin için senin pek çok günahını afvettim” buyurdu.
HİKMETLİ SÖZLERİ
Mansûr bin Ammâr rahmetullahi aleyh vaazlarında şöyle buyururdu:
“Kendi ayıplarını gören kimse, başkasının ayıbı ile uğraşmaz. Haramlardan sakınma elbisesini soyan ve takvâdan mahrum olan kimseyi, artık dünyâda hiçbir şey örtmez.
Kim Allah-u Teâlâ’nın verdiği rızka râzı olursa, kaybettiği şeye üzülmez.
Kendi kusurlarını unutan kimse, başkalarının kusurlarını büyük görür. Kendi görüşünü beğenen sapıtır. Aklına güvenenin ayağı kayar.
İnsanlara büyüklük taslayan zillete düşer. İnsanların malına göz diken fakir düşer. Âfiyet isteyen sabreder. Hakk’a karşı savaşan, yıkılır. Ecelini gören yâni ölümü düşünen kimse uzun emel sâhibi olmaz, bitmek bilmeyen arzu ve isteklerin peşinde koşmaz.
Tevâzû; Hakk’a uymakta sıkıntılara, acılara sabretmek, dinde bildirilen edeplerle edeplenmek ve başkalarının fazîletini üstün tutup, kendi fazîletini büyük görmemektir.”
***
Hârun Reşîd, Mansûr rahmetullahi aleyh’e;
“Sana bir soru soracağım. Cevâbın için de sana üç gün mühlet veriyorum. İnsanların en âlimi ve en câhili kimdir?” dedi. Mansûr hazretleri kalkıp dışarı çıktı. Az sonra yoldan geri dönüp geldi ve:
“Ey Emîr-ül-Müminîn, cevâbı dinleyiniz! İnsanların en âlimi tâat ve ibâdet ettiği halde korkan, en câhili de isyân ettiği halde emîn olandır.” buyurdu
***
Kalb konusunda şöyle konuşurdu:
“Kalbler ruhaniyetin merkezidir. Oraya dünyevî bir şekk ve kötülük girecek olursa ruhaniyet kaçar. Hikmet ariflerin kalbinde tasdik lisanıyla, zahidlerin kalbinde fazilet lisanıyla, müridlerin kalbinde tefekkür lisanıyla, alimlerin kalbinde tezekkür diliyle konuşur.”
***
Hakk yolun yolcularını şöyle müjdelerdi:
“Ne mutlu o kimseye ki, sabahleyin kalkınca mesleği ibadet, arzusu fakr, isteği uzlet (insanlardan uzaklaşma), himmet ve gayreti ahiret, düşüncesi ölüm, azmi tevbe ve tevbesinin kabulü, ümidi ilahi rahmete nail olmaktır.”
***
Kendi elinde tevbe etmiş, fakat sonra tevbesini bozmuş bir gence şöyle çıkışmıştı:
“Bu yola girenlerin sayısını az gördün de caydın değil mi? Başka sebep göremiyorum çünkü?!..”
***
“İnsan ölünce malını vârisler, canını melek-ül-mevt alır, etini kurtlar yer. Kemiklerini toprak çürütür. İyiliklerini ve sevaplarını da hasımları alır. Bunlar olacak, Allah-u Teâlâ îmânımızı şeytanın çalmasından bizi muhâfaza etsin.”
***
“Halkı anan, Hakk’ı anmaktan geri kalır.”
***
“Nefsin selâmeti ona uymamakta, kişinin belâsı ise nefse uymaktadır.”
***
“Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan, dünyâyı istemeği bırak. Özür dilemekten kurtulmak istiyorsan, diline hâkim ol.”
***
“Şeytan bir kimseyle eğlenmek istediği zaman, ona koğuculuk (lâf taşıma) yapması için vesvese verir. Dedikodu yapmaya teşvik eder ve kötü sözler taşıtır. Bu koğuculuk yapan adam, yaptığı dedikodu sonunda öyle işler yapmaya başlar ki, şeytan onların birini dahi yapmaktan utanır ve korkar.”
***
“Bir kimse başına gelen dünyevî musîbetlerden dolayı sızlanırsa, musîbet îmânına intikâl eder.”
***
“Hikmet âriflerin gönlünde tasdik, zâhidlerin gönlünde lutuf, âbidlerin gönlünde ilâhî başarı, müridlerin gönlünde tefekkür ve âlimlerin gönlünde tezekkür olarak ortaya çıkar.”
***
“Bir günahı işlediğin zaman duyduğun
zevk, günahın kendisinden daha beterdir.”