Abdullatif Acar Hoca Efendi: “Cemaatle Namaz, Şeytan ve Nefsin Saldırısına Toplu Kıyamdır”
Abdullatif Acar; 1973 Yılında Erzurum’un Narman ilçesine bağlı Samikale köyünde doğdu. İlkokuldan sonra 1988 yılında hafızlık eğitimini İstanbul’da, 1994 yılında İmam Hatip Lisesini Erzurum’da tamamladı. Bu ara da çeşitli dergilerin il temsilciliği yanında bazı kültür ve eğitim derneklerinde aktif olarak görev aldı.
1997 yılında Erzurum da İmam hatip olarak göreve başlayan yazarımız, görevi esnasında Anadolu Üniversitesi kamu yönetimi bölümünden ve İlahiyattan mezun oldu. Başta Gülistan Dergisi olmak üzere Burhan, Yeni Dünya, Genç Birikim dergilerinde birçok makaleleri yayınlandı. Düzenli olarak Gülistan Dergisinde ve bazı gazetelerde köşe yazılarına devam etmekte olan yazarımızın “Namazla Aslına Dönmek”, “Söz Deyip Geçme”, “İnsan Olmam Neyi Gerektirir” isimli yayınlanmış kitapları mevcut. Ayrıca basım hazırlığında olan birçok kitapları olan yazarımız halen Kayseri merkezde İmam hatip olarak görev yapmakta olup, evli ve dört çocuk babasıdır.
Malum, yaz ayları çocuklarımızın camilerde yaz Kuran kurslarına gitmesi için uygun bir fırsattır. Bu çocuklarımızın ibadet hayatına alışmalarına da güzel bir zemin hazırlar. Elbette aileler de bu hususta gayretli olursa çok daha verimli olacaktır.
Bu sayımızda yazarlarımızdan İmam Hatip Abdullatif Acar hocamıza ibadetin ve caminin Müslümanın hayatındaki önemini sorduk.
Gülistan: Hocam, evvela Müslümanın hayatında ibadetin yeri nedir, ne olmalıdır? İbadetlerin manevi gelişimizdeki rolü nedir?
Abdullatif ACAR: Allah insanı yoktan var etmiş, bu dünyadaki görevinin ne olduğunu ona hatırlatmıştır. “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariat, 56) buyuran Rabbimiz başka bir ayetinde: “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır.” (Kıyamet,36) buyurarakinsanları uyarmıştır.
Şu kâinatın adeta meyvesi olan insanın başıboş olması, hiçbir görev ve sorumluluğunun bulunmaması, ne aklın, ne de vicdanın kabul edeceği bir durumdur. Biz başıboş olmadığımıza iman etmişiz. İmanımızı şehadetimizle geçerli hale getirmişiz. Pek çok ayette iman etmekten hemen sonra salih amel zikredilmiştir. Çünkü iman, amelsiz fazla bir anlam ifade etmez. Bu nedenle yaptığımız ibadetler imanımızın bir ispatı, Allah’a kul olmanın bir göstergesidir.
“Amel olmadığında iman açıkta yanan mum gibidir; hafif bir esintide sönüverir.” İmanın alameti ameldir, ibadetler hem imanımızı takviye eder, hem de onun kuvvetlenmesine vesile olur. Amel edilmediğinde imanımız her geçen gün yara alır, zayıflar. Neticede bakışlar ferini kayıp edince, duyuşlar azalınca günahlar karşısındaki hassasiyetler de yok oluyor. İbadetler bu nedenle Allah ile kul arasında irtibatı sağlayan en önemli vesilelerdir.
Her ibadetin değeri niyet terazisinde ölçülür. “Ameller niyetlere bağlıdır.” Niyet neyse akıbet de o olur. Niyetlerimiz sağlam olursa adetlerimiz dahi ibadete dönüşür. Niyet sağlam olmazsa ibadetler bile fayda vermez. Bu bağlamda ibadetler namaz, oruç, zekât, hac gibi sınırlandırılmış şeyler olarak düşünmek asla doğru değildir. Belki bunları yoldaki işaretler olarak görmeliyiz, asıl kulluk sahada belli olur. Mesela bir tebessüm, yoldaki eziyet veren bir taşı kaldırmak, karşılaştığımız bir kardeşimize selam vermek, bir hastayı ziyaret etmek, dertli ve ihtiyaçlı bir insana çare olmak, dünyanın bir yerinde Müslüman kardeşlerimize yapılan zulüm ve haksızlığa üzülmek gibi pek çok güzel davranışlar vardır ki kulluğumuzun bir parçasıdır.
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve sair gıdalar çıkartsın. Öyle ise, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mabut ve halikınız yoktur.” (Bakara, 21-22)
İbadet etmek, bu kadar nimetlere karşı bir şükür borcudur. Bir insan bize iyilik ettiğinde nasıl ki ona teşekkür etme gereği duyuyoruz. Sayısız nimetleri bizlere bahşeden Allah’a şükretmemiz gerekmez mi?
Allah’ın nimetlerini saymakla bitiremeyiz. Her şey insanın emrine verilmiş, insan ise Allah’a ibadet etmekle görevlendirilmiştir. Hiçbir ibadet Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığı değildir. Allah’ın rahmetini celp etmek, O’nun mağfiretine nail olmak, O’nun rıza kapısının tokmağını vurmak ibadetlerle mümkündür. İbadet etmeye muhtaç olan biziz. Allah-u Zülcelâl ise bütün noksanlıklardan münezzehtir; kimsenin yaptığı ibadete de muhtaç değildir.
Kuluna çok merhametli olan Allah-u Zülcelâl, kulunun kendisine yakınlığı için ibadetleri vesile kılıyor. İbadete devam ettiğimiz müddetçe Allah’ın sevgisine mazhar oluyoruz. Bu sevgi sayesinde mümin birçok lütuf ve ikramlara kavuşuyor; kalp berraklaşıyor, tahkik artıyor, kalpte imanî hakikatler inkişaf ediyor. Bir kutsî hadiste Allah celle celâluhû şöyle buyuruyor:
“Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında hoşuma en çok gideni ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder sonunda sevgime erer onu bir sevdim mi Ben onun işiten kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli yürüyen ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm…(Buhari, Rikak, 38)
Kalp aynası ne kadar temiz olursa bakışlar ibret, duruşlar tefekkür, susuşlar zikir halini alıyor. Böyle bir olgunluk ibadet ve itaatle bir ömür geçirmeyi insanın hedefi haline getiriyor. Tam aksine, günah kirleriyle kararan kalp aynasından bakanlar hayatı yeme ve içmeden başka bir şey olarak algılayamıyor, isteklerinin tatmini için ömrü heder etmekten çekinmiyorlar. Böyleleri sadece insanlıklarını değil, şereflerini de kayıp etmiş oluyorlar. Hâlbuki ki en büyük şeref ve rütbe Rabbimize olan kulluğumuzdur. Peygamberlerin Risalet makamı bile kulluk üzerine bina edilmiştir.
Allah-u Zülcelâl, Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme:
“Ya Muhammet, seni bu kadar ulvi derece ve makamlara kavuşturmuşken seni daha başka ne ile şereflendireyim” buyurunca Allah Resulü:
“Beni kulluğunla ve ubudiyetinle şereflendir” demiştir.
Sabahlara kadar ibadet eden, namaz kılan Allah Resulüne “Niye bu kadar kendini yoruyorsun dendiğinde “şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir. Kral Peygamber değil, kul Peygamber olmayı tercih etmiştir.
Gülistan: Hocam günümüzde ibadet hassasiyeti ne düzeyde? Özellikle namaz hususunda neler söylemek istersiniz?
Abdullatif ACAR: Namaz çok önemli bir ibadettir malumunuz. Bütün ibadetlerin özü mahiyetinde, “Dinin direği,” “İnsanın göz aydınlığı” rûz-i mahşerde hesabı ilk sorulacak ameldir namaz. Ancak bir kısım insanımız beş vakit farz namazı bile gerektiği gibi hayatımızda en öncelikli vazifemiz olarak göremiyor. Onu boş adam işi olarak algılayan, “Boş zamanım olmadığından namazımı kılamadım” diyen insanlara rastlıyoruz. Halbuki ibadet boş adam işi değil, müminin asıl işidir.
Dünya ahiretin tarlasıdır; dünya fânî, ahiret ebedîdir. Dünya vesile, ahiret gayedir. O zaman asıl geleceğimizi dünya metaı için tehlikeye atmak akıllı insanın yapacağı bir şey değildir. Aklı olanları muhatap alan, ibadet etmekle memur kılan Allah, aklını kullanıp kendi yolundan gitmeyenleri ise uyarıyor.
Sahabelerde ibadet hassasiyeti en zirve noktadaydı. Bir vakit namazı ertelediklerinde günlerce matem tutarlardı; diğer sahabeler taziyeye gider gibi gider, onu teselli etmeye çalışırlardı. Her an Allah’ın zikriyle meşgul olur, bir an Allah’tan gafil olduklarında günaha girdim diye tövbe ederlerdi. Maalesef şimdi bu hassasiyet insanlarda kalmadı.
Bir kısım insanımız parasını kayıp ettiğine üzüldüğü kadar kılmadığı namazı için üzülmüyor. Yapmadığı bir ibadeti için nefsini hesaba çekmiyor. Mesela bir anneye “Evladın bugün bir olaya karıştı, yaralandı” desen annenin telaşı herkesi şaşırtır. Ancak “Evladın bugün bir günaha bulaştı, namazını geçirdi” desen aynı anne yerinden dahi kımıldamıyor. “Gençtir, cahildir,” sözü, “İlerde yaparım,” aldatmacası her insanın bir hastalığı olmuş günümüzde.
Asrımız, Peygamberimizin ifadesiyle “ümmetin fesada uğradığı bir zaman.” Her tarafta günaha davet eden, şeytan ve havarileri var. Yere düştüğünüzde tutup kaldıranlar günaha düştüğünüzde tutup kaldırmıyor. Günah ehli açıkça günaha davet ediyor. Ama namaz ehli namaza davet hususunda aynı hassasiyeti göstermiyor. Asrımızın bu illetinden kurtulmanın yolunu Allah Resulü aleyhisselatu vesselam şöyle gösteriyor:
“Kim ümmetimin fesada uğradığı(bozulduğu) bir zamanda benim sünnetime sarılırsa yüz şehit sevabı vardır.” (Taberanî, el-Mu’cemu’l-Evsat,5414)
Veda Hutbesinde ise şöyle buyurmuştur:
“Size iki şey bırakıyorum kim bunlara sarılırsa kurtuluşa erer bunla Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve benim sünnetimdir.”
GÜLİSTAN: Hocam! İbadet hususunda günümüzü okurken nasıl bir hassasiyet içerisinde hareket etmeliyiz?
Abdullatif ACAR: Neye değer veriyorsak o şeyin bize faydalı olacağına inanmamızla alakadır bu. Yani inanç her şeyin başıdır. İnanç ne kadar sağlam olursa o şeyle ilgili hassasiyet de o kadar artıyor. Mesela insan aç olunca açlığını hisseder, karnını doyurmanın yollarını araştırır. Acısı, ağrısı olan bir insan hastanenin yolunu tutar. Yani ilk önce hissetmek gerek; bu olumsuz bir şey için bir tedbir kabul edilirken olumlu şey için motive kaynağıdır.
Diyelim ki bir insan felç geçirmiş, doktora gitmiş. Doktor çekiçle felç geçirdiği azasına vurup, hastaya bir şey hissedip etmediğini sorsa. Hasta hissetmiyorsa sevinmesi mi gerekir? Hissederse can var demektir, o uzvun tedavisi olduğu anlamına gelir bu. Aynen günahlar da böyledir. Bir mümin günah işleyince onun acısını hissetmeli, üzülmeli. Tedavisi için mücadele etmeli. Peygamberimizin ifadesiyle “Mümin, bir iyilik yaptığında sevinen, kötülük yaptığında üzülen kimse olmalı.”
Peygamberimiz bir müminde olması gereken hassasiyeti şöyle ifade ediyor:
“Mümin günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Facir (fütursuzca günah işleyen) kimse ise günahlarını burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.” (Ahmed İbn Hanbel, 1, 382)
Öyleyse bir düşünelim! Mesela bir vakit namazı geçirdiğimizde üzülüyor muyuz? Namaz için çağrıldığımızda ne hissediyoruz? O davet bize dokunuyor mu? O ibadet çağrısının bizde uyandırdığı duygu nedir?
Halbuki Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Öyle bir namaz var ki onu kazaya bırakırsa, sanki onun çoluk çocuğu ve malı mülkü elinden alınmış (veya: onları kaybetmiş) gibidir.” (Buhari, Mevakit, 14)
Bir başka hadis-i şerifte ise;
İnsan ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır.“ (Müslim, Îmân 134; Ebû Dâvûd, Sünnet 15) buyuruyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, sadece farz namazlar değil, sabah namazının sünneti için,
“Şu iki rekât namaz bütün dünyadan daha sevgilidir,” (Müslim, Misafirin, 97) buyuruyor. Hatta ashabını,
“Sizi atlılar kovalıyor olsa da bu iki rekatı bırakmayın,” (Ebu Davud, Ttatavvu, 3) diye tembihlediğini görüyoruz.
Unutmayalım ki, şeytan secde etmediğinden Allah’ın dergahından kovuldu. Onun için şeytanın en çok korktuğu müminin namaza olan hassasiyettir. Namazdan uzak durduğumuz müddetçe kınananlardan olur, Allah’ın korumasından uzaklaşırız. (Allah muhafaza)
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Kim namazı terk ederse, Allah kendisine kendisine gazap etmiş olduğu halde ona kavuşur” (Taberani)
İbadet hayatı, mümin için bir sığınaktır. Bilhassa cemaate devam eden kişi Allah’ın muhafazası altındadır.
GÜLİSTAN: Hocam söz cemaate gelmişken, ibadetlerin cemaatle ifa edilmesinin dinimizdeki yeri ve birliğimize, kardeşliğimize katkısı nedir?
Abdullatif ACAR: Peygamber efendimiz ömrünün son demlerine kadar cemaati terk etmemiş, namazı kıldıramayacak durumdayken bile Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’ın arkasında namazını cemaatle kılmıştır. Birçok uyarısı gösteriyor ki; cemaati terk etmek insanın yalnız kalmasına, şeytanın insana galebe çalmasına sebep oluyor.
Allah’ın rahmeti cemaatin üzerinedir. Cemaatten uzak olan şeytana yakın olur, cemaate devam eden ise Allah’ın sevdiği kul haline gelir. Meleklerin hakkımızda mağfiret dilemelerine vesile olan cemaatle kılınan namaz İslam’ın şiarı müminin nişanıdır.
Aynı zamanda günahların silinmesine de vesile olan cemaatle namazın mükafatı tek başına kılınandan kat kat fazladır.
Peygamberimiz “Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi yedi veya yirmi beş derece daha faziletli olduğunu” bildirmiştir. (Buharî, Ezan, 30; Müslim, Mesacid, 42)
Eğer erken gelip ilk safta kılarlarsa sevabı daha da artar. Hadis-i şerifte bildirilmiştir ki:
“İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.”(Buharî, ezan, 9,32; Müslim, salat, 129)
Cami ve cemaatin bu kadar faziletine rağmen bir müminin cemaati önemsememesi karşısında ümmetine çok düşkün Peygamberimizin şu uyarısı uykularımızı kaçırmalı:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ateş yakılması için odun toplanmasını emretmeyi, sonra da namaz için ezan okunmasını, daha sonra da bir kimseye emredip imam olmasını, sonra da cemaatle namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm.”(Buharî, Ezan, 29; Müslim, Mesacid, 251)
Müminler ibadetleri sırf Allah rızası için yerine getirirler. Bundan dünyevi menfaat düşünmez, başkalarının takdirini, iltifatı ve övgüsünü ummazlar. Ancak her ibadetin dünyaya bakan tarafına nazar ettiğimizde şunu görüyoruz:İbadetlerin sosyal ve içtima-i yönü her daim ağır basmıştır. Yani hiçbir ibadet göstermesiniz ki faydası ferdi planda kalsın, mutlaka ictimaî yönü de vardır.
Zaten ibadetlerin dünyevi asıl faydası insanı ahlaken olgunlaştırmaktır. Mesela bir insan tadil-i erkana göre, ihlas ve samimiyet içerisinde namazını eda ederse o namazın onu kötülükten alıkoyacağını yüce Allah bildiriyor. Bir insan namaz kıldığı halde insanlar onun elinden ve dilinden emin değillerse de o namaz istenildiği gibi yerine getirilmemiş demektir.
İbadetler dağınık kalplerimizi birleştirmek, kalplerimizdeki nefsin tasallutunu kaldırmak içindir. Cemaatle namaz bu kazanımı en erken ve etkili biçimde gerçekleştirir. Çünkü camiler cemaatle kılınan namaz ekseninde sosyal ahlakı en mükemmel bir şekilde tesis etmeye vesiledir. Safta omuz omuza kardeşlerimizle aynı kıraatin coşkusunu, aynı rükû ve secdenin haz ve lezzetini zirvelerde yaşarken kalpten kalbe giden gönül bağını da oluşturmuş oluyoruz. Bedenlerin bir araya ibadet için gelmeleri birlik ve beraberliğin pekiştirilmesine, kardeşliğin tesisi hususunda oynadığı rolü kimse inkâr edemez. Öyle önem vermişti ki buna Allah Resulü; şöyle buyuruyordu:
“Saflarınızı düzeltiniz, yoksa Allah Teâlâ’nın aranıza düşmanlık sokacağını iyi biliniz.” (Buhârî, Ezân 71)
Bir başka hadis-i şerifte ise; “Safta ileri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur. İlk saflarda bulunanlara Allah rahmet, melekler de dua eder.” (Ebû Dâvûd, Salât 93) buyurmuştur.
Cemaatle namaz şeytan ve nefsin saldırılarına topluca kıyam etmektir. Bu nedenle camiye gelemeyenlerin bile sahrada cemaatle namaz kılmasını emir buyurmuştur Allah Resulü aleyhisselatu vesselam.
“Üç kişi bir köyde veya sahrada bulunur ve cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara hâkim olur. Öyleyse cemaatten ayrılma. Çünkü sürüden ayrılanı kurt yer.” (Ebu Davud, salat,46)
Tabi ki cemaatle namaz kılmanın faydaları sadece bunlarla sınırlı değildir. Bakın! Cemaatle namazda kimsenin belli bir yeri söz konusu değil. Bu da bir eğitimdir. Hizmetçi, işçi sıradan bir vatandaş orada değerini anlıyor işveren işçiyle, amir memurla devlet başkanı sıradan bir vatandaşıyla aynı safta dururken kibrini kırıyor. Üstün olmadığını anlıyor.
Böyle bir kardeşlik anlayışı İslam’ın tesis etmek istediği bir anlayıştır. Makam, mansıp ve varlıklı olmak kibir ve bencillik sebebi bilinince insanlar arasındaki en büyük problem haline geliyor. Güçlü olmayı itibarlı olmakta görenler toplumun huzurunu bozan en önemli sebep olarak bilinmeli. İşte bu illeti namaz şuuruyla, cemaat ruhuyla ortadan kaldırdığınızda geriye üstün olmak için takva kalıyor.
İnsanlar bir birileriyle yarışacaklarsa takvada yarışmalılar. Çünkü Allah korkusu öyle bir şeydir ki yaydan çıkan oku bile geri döndürür. Nasıl olur ki bizi, birbirimizden uzaklaştıran kini, nefreti, düşmanlıkları ihtilafları bertaraf etmesin, atılan fitne tohumlarını ittifak meyvesine dönüştürmesin, tefrika hastalığını muvahhit kılıcıyla yok etmesin.
(Devam edecek…)