AİLE ve TOPLUM / Allah’ın Sevdiği Sıfat: Hilm
AİLE ve TOPLUM
Allah’ın Sevdiği Sıfat: Hilm
Gülistan Dergisi Araştırma
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Mümin bir kimse mümin hanımına karşı nefret beslemesin. Onun bir davranışından hoşlanmasa da razı olduğu bir başka davranışı mutlaka vardır.” (Müslim, Radâ’, 61)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam bu hadis-i şerifiyle bizlere aile huzurunun anahtarını bildirmiştir. Günümüzde psikolog ve aile danışmanlarının da dile getirdiği bir gerçektir bu; aileleri parçalanmaya götüren en büyük sebeplerden biri, husumet ve nefrettir.
Husumet, düşmanlık ve nefret beslemek demektir. İnsanın kızgınlığını, öfkesini bitmeyen bir hasımlaşmaya dönüştürmesini ifade eder.
Öfke, insanın karşılaştığı çeşitli durumlar sebebiyle bir anda hissettiği bir duygu halidir. Belki bir hakkının ihlal edildiğini düşünmesi, belki bir saldırıya uğradığını hissetmesi, insanın öfkesini harekete geçirebilir.
Öfke anında kişinin kalbi hızlı çarpar, yüzü kızarır, nefes alışverişi sıklaşır. Hissettiği şiddetli kızgınlık duygusu; gazap ve hiddet sebebiyle eline ne geçerse fırlatabilir, birisine vurabilir, darp edebilir.
Her insan bazı durumlarda öfke duyabilir. Ama ufak tefek şeylere aşırı derecede öfkelenmek nefsani bir huydur ve ahlâkî yönden bir noksanlık sayılır.
Ufak bir sebepten aşırı derecede öfkelenmek nefsin kendini üstün görmesinden kaynaklanır. Sık sık öfkelenmek ve nefret beslemek nefsin bu huylarının tezkiye edilmemiş olmasındandır.
İnsanda bulunan gazab duygusunun aşırıya kaçması hem bir afettir hem de afetlere yol açar. Çünkü öfke anında insan doğru düşünemez, doğru davranışlarda bulunamaz. Öfkeli olarak kalkışılan hareketlerin sonu pişmanlıktır. Bunun için “Öfke ile kalkan zararla oturur” denilmiştir.
Bu sebeple İslam ahlakı insana nefsinin öfkelilik, husumet besleme, kin gütme huylarını tezkiye etmesini emreder. Cenab-ı Hak;
“(O takva sahipleri) bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini tutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah da iyilik edenleri sever” (Âl-i İmran, 134) buyurmuştur.
“Öfkelerini Yutarlar!”
Öfkeyi tutmaya hilim denir. Hilim ahlaki açıdan olgun olmayı ve işin sonunu düşünüp ona göre hareket etmeyi de ifade eder.
Hilim, o kadar yüksek bir sıfattır ki, el-Halim, Allah-u Zülcelâl’in isimlerinden biridir. Rabbimiz hilminin tecellisiyle, kullarının nankörlüklerini, türlü türlü zulüm ve isyanlarını gördüğü hâlde hemen gazaplanıp cezalandırmaz. Kullarının pişman olup tevbe etmeleri için mühlet verir. Tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Salih amellere niyet edenleri bunda muvaffak eder ve geçmiş hatalarını örter.
Allah-u Zülcelâl eğer yeryüzü halkını zulüm ve günahları sebebiyle hemen yakalayıverseydi “yeryüzünde kımıldayan tek bir canlı dahi kalmazdı.” (Nahl, 61.)
İnsanlar birçok hatalar ve kötülükler işlediği halde Rabbimiz nimet vermeye devam eder. Rabbimizin el-Halim isminden tecelli alan müminler de öfkelerini yutarlar, kötülüğe kötülükle karşılık vermezler. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Rahmân’ın o kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler, cahiller kendilerine (hoşlanmadıkları bir) lâf attıkları zaman, “Selâm” derler.”(Furkan 63)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iman etmek üzere kendisine gelen Abdülkaysoğullarından Eşecc’e:
“Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: hilim ve teenni (ihtiyatlı olmak)” buyurmuştu. (Müslim, Îmân 25, 26. Tirmizî, Birr 66)
Allah-u Teâlâ’nın sevdiği belirtilen bu özellikler acele karar vermeyen, bir anlık duyguyla hareket etmeyen, düşüne taşına karar veren insanların sahip olduğu karakterdir. Hilm, akıllı insanların sıfatıdır. Hilmin zıddı olan gazap ise insanları korkutan ve duygu dengelerini bozan bir davranıştır.
Bazen insanlar Rasulullah aleyhisselatu vesselam’a gelerek kendisine hususi bir öğüt vermesini isterlerdi. Bu şekilde öğüt isteyen bir adama Resulullah aleyhisselatu vesselam, “Öfkelenme!” demiş ve bu sözünü birkaç kere tekrarlamıştır. Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:
“Kuvvetli ve kahraman pehlivan, herkesi yenen kimse değildir. Kuvvetli ve kahraman pehlivan ancak öfke zamanında nefsine mâlik olan ve öfkesini yenen kimsedir” (Müslim, Birr ve Sıla, 107).
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle müjde veriyor:
“Bir kimse öfkesinin gereğini yapmaya kadir olduğu halde öfkesini yenerse, Allah Teâlâ kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, huriler içinden istediğini seçmekte muhayyer kılar” (Riyazü’s-Salihîn, I, 80).
Gazap, insanların ürkmelerine, endişelenmelerine ve dağılıp gitmelerine yol açan kötü bir huydur. Halîm yani yumuşak huylu bir insan olan Peygamber Efendimiz’in bu huyunu takdir eden Allah Teâlâ, “Eğer sen katı ve kaba davransaydın, etrafından dağılıp giderlerdi” (Âl-i İmrân; 159) buyurmuştur.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem çabuk öfkelenmeyen, ceza vermekte acele etmeyen, çoğu zaman hataları bağışlayan bir aile reisi ve devlet idarecisiydi. Kendisine karşı yapılan hataları çoğu zaman affederdi. Hatta amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi dahi affetmişti. Affetmesi ve hoşgörülü davranması ile pek çok insanın gönlünü kazandı. Ebu Cehil’in oğlu İkrime’yi dahi güzel bir hitapla karşıladı, gönlünü aldı. Babasının hakkında konuşmayarak onu incitmekten kaçındı.
“Aileme Karşı En Hayırlı Olanınızım”
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam ailesine karşı da daima anlayışlı, sabırlı ve merhametli olmuştur. Ümmetine de aynı şekilde davranmayı emretmiştir:
“Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım” (Tirmizî, Menâkıb, 63)
İnsanların çoğu dışarıda yabancı kişilere karşı güzel ahlaklı görünmeye çalışır ama yakınlarından güzel sözleri, güzel davranışları esirger. Halbuki güzel geçinmeye ve güzel muameleye en fazla hakkı olanlar yakınlarımızdır. Ailemiz iyi günde kötü günde birlikte olduğumuz ve her durumda kader birliği yaptığımız kişilerdir. Onların gönlünü kazanmak da en az başkalarının gönlünü kazanmak kadar mühimdir.
Bir ailede ömür boyu sevgi, huzur ve güvenin yaşanması evlatların bu atmosferde yetişip ailelerini sevmesi çok önemlidir. Ailesinde sevgiyi ve huzuru hisseden çocuk, onların manevi değerlerini benimser.
Evinde huzur veren insan, eve geldiğinde güzel karşılanır. Evde önüne gelene bağıran, azarlayan insan ise eve geldiğinde herkesin bir tarafa kaçıştığını, kimsenin onun karşısına çıkmak istemediğini görür.
Velev ki bazı hata ve kusurları olsa bile ailemiz ve evlatlarımıza karşı şefkatli ve affedici olmak lazımdır. Ufak bir hata sebebiyle düşmanlık beslemek, incitmek ve sürekli yaptığı hatayı yüzüne vurmak ailede derin huzursuzluğun sebebi olur.
Ashâb-ı kirâmdan Ebu’d-Derdâ Hazretleri Şam’da kadılık yapıyordu. Bir gün halkın bir günahkâra sövüp saydıklarını işitti ve onlara:
– Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz ne yaparsınız? diye sordu. Oradakiler:
–İp sarkıtıp çıkarmaya çalışırız. deyince Ebu’d-Derdâ Hazretleri bu defa:
–Öyleyse ona ağır sözler söylemeyin, size âfiyet veren Allâh’a hamdedin. Günah kuyusuna düşmüş olan bu kardeşinizi kurtarmaya çalışın, dedi. Şaşırdılar:
–Sen bu günahkâra düşmanlık duymaz mısın? dediler.
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’in terbiyesinde yetişmiş bulunan Ebu’d-Derdâ Hazretleri şu hikmetli cevabı verdi:
– Ben, onun kendisine ve şahsiyetine değil, günahına düşmanım. O günâhı terk ettiği zaman o yine benim din kardeşimdir.”
Bu güzel ifadelerden de anlaşılabileceği gibi, bir mümini sadece işlediği bir hata ve günah üzerinden değerlendirmemek, aksine ondaki imanı da görmek gerekir. Bu şekilde görmeye devam ettikçe o hatalı kişiyi hatasından vaz geçirmeye de muvaffak olunabilir.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında bir adam içkiden vazgeçmediği için ceza almıştı. Ashâbdan biri onun bu haline gazaplanmış ve lânet etmişti. Bunu işiten Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ona lânet etmeyin. Allâh’a yeminle söylüyorum, bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa, o da, onun Allah ve Rasûlü’nü seviyor olmasıdır.” (Buhârî, Hudûd, 5)
İçki içmek haram olan bir fiil olmasına rağmen onu işlemekten vazgeçmeyen bir kişi hakkında Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın böyle konuşması gerçekten örnek alınması gereken bir hoşgörü misalidir. Bir müslümanın ailesini, çocuklarını çok daha basit hatalar sebebiyle azarlaması, kalplerini kırması ve adeta dinden soğutması hiç de dinin ruhuna uygun bir davranış değildir.
İnsanlar akıl yönünden derece derecedir. Bazı kişiler bazı nasihatlerin kıymetini ve ehemmiyetini idrak edemeyebilirler. Ailemizdeki kız ve erkek evlatlarımız, gelin ve damatlarımız, gençlik çağının verdiği gafletle ahireti pek düşünmüyor olabilir. Sabırla ve kalpleri ısındıran güzel hareketlerle insan kazanmaya bakmalıdır.
Hilm sahibi olmak, umursamaz olmak demek değildir. Elbette mümin, Allah’ın razı olmadığı bir hal karşısında onu düzeltmek için elinden geleni yapar. Ama bunu en güzel bir üslupla yapmak gerekir. Mesela “Evladım, ben senin azap görmene kıyamam,” diyerek tatlı bir üslupla doğrusunu hatırlatmak lazımdır. En önemli husus da güzel örnek olmaktır. Ahiret işlerini ciddiye almak, dünyayı asıl gaye haline getirmemek ve dünya uğruna ahireti küstürmemek en güzel örnek davranıştır.
Zamanımızda çok çeşitli imtihanlarla karşı karşıya gelen, sosyal medya ve benzeri araçların etkisinde kalan gençlerimiz bizlere Rabbimizin emanetidir. Onların gönlünü kazanmak için son derece gayret göstermemiz lazımdır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin Hayber’in fethi esnasında Hz. Ali radıyallahu anh’a yaptığı şu tenbih, dikkat çekicidir:
“Yâ Alî! Bir kimsenin, senin vâsıtanla hidâyete ermesi, senin için en kıymetli dünyâ nîmeti olan kızıl develere sâhip olmaktan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihâd, 143)
Bir kafirin hidayete gelmesi, zenginliğiyle meşhur Hayber şehrinin ganimetlerinden daha kıymetli ise, bir müminin gönlünü kazanıp hatalarından vazgeçirmek de en az o kadar kıymetlidir.