ANSIZIN GELEN ÖLÜMDEN EVVEL TEVBE EDELİM
Tevbe ne demektir?
Tevbe, lügatte; geri dönme manasına gelir. Tevbenin diğer bir anlamı da günahları hemen terk etmek, gelecekte yapmamaya azimli olmak ve daha önceki durumda meydana gelen eksikliği gidermeye ve tekrar tevbe edilen günahlara dönmemeye azmederek, çalışmaktır. Geçmişte yapılan günahtan pişmanlık duymak ve üzülmek farzdır. Bu, tevbenin ruhunu oluşturur.
Tevbe, Allah-u Zülcelal’in kullarına açmış olduğu çok büyük bir merhamet kapısıdır. İnsanın pişmanlık duyarak samimi bir şekilde yaptığı bir tevbe kendisi için kurtuluştur.
Allah-u Zülcelal’e dönüş yapmak için tevbe etmek, Allah’a giden yolun başlangıcı, Allah-u Zülcelal’e ulaşmak isteyenlerin sermayesidir. Bu yola ilk başvuran babamız Âdem aleyhisselamdır. Âdem aleyhisselam bir hata işledi ve arkasından tevbe etti. İnsanoğlunun önünde iki tane yol vardır; ya günah işledikten sonra tevbe edip Âdem aleyhisselama benzeyecek ya da günahta ısrar ederek şeytana benzeyecektir.
Günahın azabından kurtulmanın yolu tevbedir. Tevbenin dinde çok büyük bir önemi vardır. Tevbenin farz oluşu ayet ve hadislerle apaçık ortadadır. İman nurunu taşıyan, karanlıktan kurtulup hakikate koşan her insan için açıkça ortadadır.
Tevbe emredilmiştir
Allah-u Zülcelal, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nur; 31)
Başka bir ayet-i kerime de ise; “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim; 8) diye emretmektedir.
Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de ayrıca tevbe etmek gerekir. Ayet-i kerimede mealen buyuruluyor ki: “Allah çokça tevbe edenleri sever.” (Bakara; 222)
Bir hadis-i şerifte ise tevbeyi emir ve tavsiye ederek şöyle buyurur: “Ey insanlar! Allah’a tevbe edin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Doğrusu ben, günde yüz defa tevbe ediyorum.” (Müslim)
Tevbe eden şeytanın belini kırar
İnsan tevbe etmekle, Allah-u Zülcelal’i hoşnut ettiği gibi, en büyük düşmanı olan şeytanında belini kırmaktadır. Rivayet edildiğine göre, şeytan demiştir ki: “Ben günah yaptırmak suretiyle Âdemoğlunu helak ettim, onlar da bu günahlardan tevbe etmekle beni helak etti.”
İnsan, tevbe ederek şeytanın yanından ayrılıp Rabbine dönerek, hem düşmanını kahretmiş olur hem de Allah-u Zülcelal’i hoşnut etmiş olur.
Tevbe insan için böyle kıymetli ve kurtarıcı bir ameldir. Bu kıymetli olan ameli terk edip: “Ben ne yaptım ki, tevbe edeyim!” demek, çok yanlış bir şeydir. Bizim peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, günahtan masum olduğu halde, günde yüz sefer (bir rivayete göre de yetmiş sefer) tevbe ediyordu da (haşa) biz ondan daha mı iyi bir haldeyiz?
Onun için kendimizi bu kıymetli amelden mahrum etmememiz ve şeytanı kahredip Allah-u Zülcelal’i hoşnut etmemiz lazımdır.
Tevbede acele etmeli
Tevbede acele etmek lazımdır. İnsan ne zaman öleceğini bilmediği ve kendisini de günahlardan muhafaza edemediği için daima tevbenin üzerinde bulunmaya gayret etmeli, her ne amel yaparsa yapsın dilinden tevbeyi düşürmemelidir.
Ölüm insana çok yakındır. Zaten insanın günaha düşmesinin asıl sebebi ölümden gafil kalmasıdır. Ölüme karşı uyanık olan kimse, günahlarından tevbe eder ve ibadete sarılır.
Bu yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Ölüm gelmeden önce, tevbede acele edin.” (Buhari)
Tevbenin, bizim dinimizde çok önemli bir yeri vardır. İnsanın acele olarak tevbe kapısına, yönelmesi lazımdır. Şunu hiç unutmamamız lazımdır: “Tevbe etmediğimiz takdirde, günahların kirinden temizlenmemiz ve kendimizi düzlüğe çıkarmamız mümkün değildir.”
Ölüm ansızın gelir!
Onun için mü’min olan kişi; kendisini ancak tevbenin kurtaracağını bilmeli, tevbe ettiği zaman sevinç ve ferahlık duymalıdır.
Tevbe müminlerin vasfı olan bir haslettir. Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Onlar, bir kötülük yaptıkları zaman ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlarlar. Ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Yaptıkları kötülükte bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân; 135)
Lokman-ı Hekim oğluna şöyle demiştir: “Ey Oğul! Tevbeyi sonraya bırakma, ölüm hiç ummadığın bir anda gelir. İlerde başka bir zaman tevbe ederim diyen kimse, iki tehlike arasında kalmış olur:
1. Günah işleye işleye kalbi kararır ve bu alışkanlık haline gelir ve bir daha temizlenmeyecek bir durum alır.
2. Aniden hastalığın ve ölümün gelmesidir. Öyle olur ki, kalbini temizlemeye ne fırsat ne de vakit bulabilir?”
Bu sebeple şöyle denilmiştir: “Cehennem ehlinin azabının çoğu, tevbeyi sonraya bırakmalarındandır.”
Allah-u Zülcelal’in: “Birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın.” (Münafikun; 10) ayetinde geçen ‘yakın süre’ hakkında şöyle denmiştir:
“Kul, gözünden perde kalkıp ahiret hallerini görünce, ölüm meleğine: ‘Ölümü bir gün olsun tehir et de, o günde Rabbime kulluk edeyim, günahıma yanayım ve salih amel işleyeyim.’ der. Ölüm meleği kendisine: ‘Bütün günlerini tükettin, artık sana mühlet yok!’ der. Kul: ‘Bir saat olsun mühlet ver!’ der. Ölüm meleği de: ‘Bütün saatlerini harcadın. Artık sana bir saat olsun mühlet yok!’ der. Ruh boğaza ulaşır, gırtlağa gelince tevbe kapısı da kapanır. Kulun dünya ile irtibatı kesilir ve ameller son bulur. Ahiret perdesinin açılmasıyla o tarafı müşahede eder. Bundan sonra kul, gerçekleri ve başına gelecekleri net bir şekilde görür.
Artık son nefesine sıra gelince nefesi zorla çıkar. Kul, saadet ehlinden ise önceden kendisine takdir edilen saadet hükmü üzerinde tecelli eder ve ruhu tevhid üzere çıkar. İşte bu, güzel sondur. Yahut kula ezeldeki şekavet hükmü tecelli eder ve ruhu şek ve şüphe içinde çıkar. Bu kimsenin hali ayet-i kerimede şöyle anlatılmıştır: “Yoksa günah işleyip de kendisine ölüm gelince: ‘İşte, ben şimdi tevbe ettim.’ diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez.” (Nisa; 18)
İşte, bu durum kötü akıbettir. İnsanın son nefesinde bu akibete uğramaması için acele tevbe etmesi elzemdir. Bundan Allah-u Zülcelal’e sığınırız.
Kulun ömrü, yanında bir emanettir. Eğer onu hak yolda geçirerek korursa emanetlerini yerine getirmiş, sahibine güzelce iade etmiş olur. Eğer onu küfür ve isyanla zayi ederse Allah-u Zülcelal’e hıyanette bulunmuş olur. Hiç şüphesiz Allah-u Zülcelal hainleri sevmez.
Sonradan pişman olmak fayda vermez
Şeytan tarafından aldatılan, nefsin arzu ve isteklerinin peşinde koşan kimse, tevbeyi unutur ve tevbeyi terk ederek farkına bile varmadan şeytanın arkasından yürüyerek ta kabrin kapısına kadar gelir. Sonra istese de istemese de gerçeği görür. Hayat sermayesi tükenmiş ve emanet olarak verilen ruh kendisinden çekilip alınmıştır, ince ince sorulan bir hesapla karşılaşmıştır. Vakit tamamdır. Artık, dünyadaki halinin yanlış olduğunu anlamıştır. Derin ve acı bir pişmanlığın pençesinde kıvranmaktadır, geç kalmıştır. Tevbe etmek, yaptıklarından dönmek ister. Fakat verilen fırsat elden kaçmıştır.
Bu kimselere Allah-u Zülcelal şöyle buyurur: “Özür dilemeyin artık!” (Tevbe; 66)
Onun için akıllı olan kimse, ölüm gelip çatmadan önce, günahlarından tevbe edip Allah-u Zülcelal’e dönmelidir. Bu insan için en selametli yoldur.
Tevbe eden kimselere gerekenler
Tevbe ettikten sonrada, günahlardan uzak durmaya çalışmak lazımdır. Bir kimsenin önüne bir günah geldiği zaman: “Bu günahı yapayım, sonra tevbe ederim” demesi de şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Hem günaha devam edip hem de tevbe eden kimse, Rabbiyle alay eden kimse gibidir.” (Beyhaki)
Demek ki insan günahlarından tevbe ettikten sonra, bir daha günaha düşmemek için gayret göstermeli ancak bazı zamanlarda nefsine mağlup olup günah işlediği zaman da hemen bundan yine tevbe etmelidir. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Elbette, iyilikler kötülükleri yok eder.” (Hud; 114)
Günahların hepsi birer pisliktir. Bu pisliği de tevbe ile yıkamak lazımdır. Tevbe ile kendisini temizleyen kimse, hem dünyada hem de ahirette rahata kavuşur.
Sırr-i Sakati şöyle demiştir: “Şunlar tevbenin şartlarındandır: Rabbine yönelip tevbe eden kimsenin önce kötü insanları, sonra da kendisi için Allah-u Zülcelal’e isyan ettiği nefsini terk etmesi ve nefsine ancak zaruri ihtiyaçlarını vermesi gerekir. Sonra, bir daha günaha dönmemeye kesin karar vermesi, insanlara yük olmaması, hevasına kötü arzularına uymayıp büyüklerin yoluna girmesi gerekir.
Tevbe eden kimselere her an kendilerini hesaba çekmeleri, bütün şehvetleri ve fuzuli şeyleri terk etmeleri icap eder. Bu fuzuli şeyler altı şeyde olur ki onlar: Konuşmada, bakmada, yürümede, yemekte, içmekte ve giyimde. “(Günaha girmek konusundaki) Şüpheleri terk etmeye ancak, şehvetlerini terk eden kimseler güç yetirebilir.”
Yahya bin Muaz’a: “Tevbe eden nasıl hareket etmelidir?” diye sorulunca, şöyle demiştir: “O, ömründen iki gün arasında yaşar. Biri geçen günü, diğeri de kalan günü. Geçen gününü yaptığı hatalar için pişmanlık ve istiğfarla, kalan gününü de kötülüklere bulaşmaktan kaçıp zikredenlerin meclisinden hiç ayrılmayarak ıslah eder.”
Günahlar önemsiz değil!
Kulun günahını büyük görmesi samimi bir tevbenin gerçekleştiğini gösterir. Kul günahını büyük gördükçe, o günah Allah katında küçülür. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Mümin, günahını her an üzerine düşmesinden korktuğu bir dağ gibi görür. Münafık ise günahını, burnuna konmuş bir hareketle uçacağı sinek gibi küçük ve basit görür.” (Buhari, Tirmizi, Ahmed bin Hanbel)
Bilal bin Sa’d şöyle demiştir: “İşlediğin günahın küçüklüğüne değil, kime karşı isyan ettiğine bak!”
Günahta ısrar etmek
Günah işlemekte ısrar çok tehlikelidir. Günah işlemeye kast etmek, az işlese dahi, ısrar etmek olur. Kast etmek; niyet etmekle, irâde etmekle ve karar vermekle olur. Tevbe ederken, günah işlediğine pişman olup üzülmek, günahtan hemen vazgeçmek ve bir daha yapmamaya karar vermek şarttır. Bu üç şartı yapmadan, yalnız dil ile tevbe etmek, yalancılık olur.
Küçük günahlara ısrar etmek, büyük günah olur. Bir büyük günahı bir defa yapmaktan daha büyük olur. Tevbe edince, büyük günah da af olur. Küçük günahı basit görmek de ayrı bir büyük günahtır.
Küçük günah işlediğini söyleyerek övünmek, büyük günah olur. Küçük günah işleyince de Allah-u Zülcelal’den ve azabından korkmak lazımdır. Allah-u Zülcelal’den utanmazsa ve azap yapılacağını düşünmezse büyük günah olur.
Bunun için bir günah işlenince hemen tevbe, istiğfar etmelidir. Tevbeyi geciktirmemelidir. İstiğfar etmek, (estağfurullah) demektir. Tevbe, haram işledikten sonra, pişman olup Allah-u Zülcelal’den korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir.
İşlenen günahtan daha büyük bir günah da o işlediği günahı açıklamak, onunla övünmek ve böbürlenmektir.
İbn-i Abbas’ın anlattığına göre, kul günahından tevbe edince Allah da onun tevbesini kabul eder. Ayrıca amel defterini tutan meleklere yazmış oldukları günahları unutturur. Bunun yanında işlemiş olduğu kötülükleri âzâlarına unutturur. Hatta gerek yeryüzündeki ve gerekse gökteki makamına da günahlarını unutturur da kıyamet gününde günahına şahitlik edecek hiçbir varlığın kalmamasını sağlar.
İnsan dili ile af dilerken tekrar aynı günahı işlemeyi düşünürse yapmış olduğu tevbe yalancı tevbesi olur, gerçek anlamda tevbe olmaz. Tevbenin gerçek olabilmesi için günahkârların dili ile af dilediği gibi aynı günahı bir daha işlememeye karar vermesi ve kalben pişman olması gerekir. Kul böyle tevbe yapınca Allah-u Zülcelal de ne kadar büyük olursa olsun, onun işlediği günahı affeder. Çünkü Allah-u Zülcelal, kullarına karşı çok merhametlidir.
Kaynak: Seyda Muhammed Konyevî Hazretlerinin “Tevbe” risalesinden özetle hazırlanmıştır. (Reyhani Yayınları)