DİN VE HAYAT / Gençliğimize Kurulan Tuzaklar
DİN VE HAYAT
Gençliğimize Kurulan Tuzaklar
Hatice Kübra Ergin
– Bu zamanda ev sahibi olmak imkânsız. O yüzden para biriktirmenin de anlamı kalmadı, diyor, genç kardeşimiz.
– Galiba böyle düşünmenizi istiyorlar. Bu düşünceyi adeta zihninize mayaladılar. Maya da tutmuş zannediyorum, diyorum. Şaşırıyor.
Kendi kendini gerçekleştiren kehanet diye bir şey vardır. Bizim atasözlerimizde de bir benzeri vardır: “bir kişiye kırk kere deli desen deli olur.”
– Şimdiki gençler özgürlüğüne düşkün. Otorite sevmiyorlar.
– Gençler çabuk sıkılıyor. Çok iş değiştiriyor. Mutlu oldukları işlerde çalışmak istiyor.
– Gençler yurtdışına gitmek istiyor. Özellikle batı ülkelerinde kariyer fırsatları kovalamayı hayal ediyor…
Bu gibi söylentiler yayılıyor ve hiç şüphe edilmiyor. Bir müddet sonra da telkinler etkili olmaya başlıyor.
Basitçe tüketim alışkanlıklarından bile anlayabilirsiniz. Eskiden filtre kahve içmeden güne başlayamayan bir genç var mıydı? Ne zaman ki kahve mekanları açıldı. Bunların Türk kahvesine ve milli içeceğimiz çaya alışkın olan orta yaşlılardan ziyade gençlere pazarlanması kararlaştırıldı, birdenbire “Gençler kahve sever,” oldu.
Halbuki gençlerin kahveye ihtiyacı bile yoktur. Beyinlerinin sıfır kilometre olduğu, pırıl pırıl yandığı çağdadırlar. Asıl ihtiyaçları hayatlarına önce bir gaye, sonra bir hedef seçmek sonra da bunu gerçekleştirmek için sadakatle uyacakları uygun bir program belirleyip uygulamaktır. Ama tam tersi telkin ediliyor: “Zaman çok değişti. Teknoloji çok ilerliyor. Bazı meslekler yok olacak. İnsanlar işsiz kalacak…” yani, “Boşuna uğraşıyorsun. Çaba göstermenin faydası yok…”
“Yurt dışına git. Kazan harca, hayatını yaşa. Birikim yapmana, mülk sahibi olmana, aile kurmana gerek yok. Hayat kısa, anı yaşa.” Diyerek günü birlik yaşamayı telkin ediyorlar.
Genç Nüfusumuzu Çekmek İstiyorlar
Batıda nüfus yaşlanması var, genç nüfusa ihtiyaçları var. Kendi emeklilerini bizim ülkemize gönderip, bizim genç nüfusumuzu çekmek istiyorlar. Geçtiğimiz yıllarda İngiltere’de, “Türkiye emekliler için uygun, ucuz bir ülke.” Diye haber yapılmıştı.
Gençlerin küresel şirketler için çalışması teşvik ediliyor. Kendi ülkesinde kalması, kendi işini kurması halinde o ülkede üretecek, harcayacak vergi ödeyecek, aile kuracak, geleceği şekillendirecek. Ama bu istenmiyor. Çoğu Haçlı- Siyonist ittifakının sermayesi olan küresel şirketlerde kariyer yarışına atılırsa ömrünü bir hiç uğruna feda etmiş olacak. Evet bir hiç uğruna. Çünkü o şirketlerde sadece düşük veya orta seviyeli bir pozisyonu işgal edip, zekasını, emeğini teknik detayları çözmek için harcayacak. Şirketin genel politikalarına ise daima sahipleri ve CEO’ları karar verecek.
Şirket politikaları ise batının üstünlüğü fikrinin değişmezliğini empoze edecek. Dünyaya, hümanist, eşitlikçi, özgürlükçü, hayvansever, doğa dostu gibi şirin ambalajlara sarılmış şekilde sunulan politikalar dini ve milli aidiyetleri en aza indirilmiş “dünya vatandaşı gençler” üretecek.
Gençlerle konuşurken üzerlerindeki etkileri ve yapılan telkinleri fark ediyorsunuz. “Ülkemizde her şey kötüye gidiyor. Enflasyon yüksek, hayat pahalı…” gibi bir kötümserlik havası hâkim. Aslında tam tersi, belli bir doygunluğa ulaşmanın yan tesirini yaşıyoruz.
Eskiden zahmetli işlerde çalışmaya razı olan nüfus daha fazlaydı. O zamanlar Anadolu insanı büyükşehirlerde tutunmak için ne iş olsa yapıyordu. Rızkını helalden kazanmak, ailesini kimseye muhtaç etmemek için zahmet çekiyordu.
Günümüzde kimse zahmetli işlerde çalışmak istemiyor. Mesela inşaat işlerinde biraz ustalığı olan bir kişi çok ciddi gelir elde edebiliyormuş. Hatta biraz gayretliyse gereken ustalığı da birkaç ayda kazanabiliyormuş. Dört yıl üniversite okumak için zaman harcayanlardan daha çok gelir elde edebiliyormuş ama buna rağmen sektör eleman bulamıyormuş.
Belki “Üniversite okumak için bu kadar zaman harcadım,” diye belki de “Nasıl olsa peder evi geçindiriyor. Benden para kazanmamı bekleyen yok. İstediğim gibi masa başı bir iş bulamazsam evde oturup bilgisayar başında ömür geçirebilirim,” diye düşündüğü için gençler zor işlerde çalışmak istemiyor.
Böyle olunca birçok sektör ara eleman bulamıyor. Üretimin maliyeti yükseliyor. Göçmen de istemiyoruz üstelik. Sonra “Kiralar neden pahalı?” diye şikâyet ediyoruz.
Çözüm, “Yurtdışına gidelim.”
Koşun gidin. Sizi orada hasretle bekliyorlar. Gidin de Nazi artıkları, Ku Klux Klan uyarlamaları sizi de yaksın.
Zahmetsiz Rahmet Olmaz
– Eskiden evler çok mu ucuzdu zannediyorsunuz, diyorum.
Oturup hesap yapıyoruz. Otuz yıl önce ilk evimizi aldığımız zaman altının gramı ne kadardı, asgari ücret ne kadardı, diye…
O zaman da evleri bedavaya dağıtmıyorlardı. Emlakçılar ağız birliği etmişçesine: “Bu fiyata oturulabilir bir ev alamazsınız. İlla kredi çekmeniz lazım,” diyordu. Kabul etmiyorduk. “Paramız ne kadarına yetiyorsa onu alacağız,” diyorduk.
Öncelikle başımızı sokacak bir ev almayı hedefledik. Birkaç yıl soba yaktık, para biriktirip doğalgaza geçtik. Tutumlu davranıp birikim yaptık. On iki yıl sonra daha iyi bir ev aldık. Çocuklarımızın da odası oldu.
Sabırla, tedbirle, tasarrufla, nasibimize rıza ile Allah’ın fazlından nasibimizi aradık. Allah-u Teâlâ da ne takdir etmişse onu nasip etti, bu geçici dünyada kimseye muhtaç etmedi, Elhamdülillah. Belki bu satırları okuyan birçok kişinin hikayesi böyledir.
Tabi gençleri suçlamak değil, derdim. Tabiatı icabı gençlerin yüzü geleceğe dönüktür. İleri yaşlarda insanlar geçmişin hatıralarıyla daha fazla meşgul olurken elbette gençler daha çok geleceğe dair hayallerle daha fazla ilgilenir.
Gelecek de tabiatı icabı hep sislidir, belirsizdir. Ama bu belirsizlik içinde Allah-u Teâlâ’nın sakladığı nice nasipler de saklıdır. Onlarla bu hususta konuşmak, cesaretlendirmek, ümitlendirmek lazım.
Gençleri böyle kötümserliğe itenlere karşı mutlaka devletin de tedbirler alması lazım. Mesela toplu konut idaresinin Başakşehir gibi çeşitli ilçelerde çok miktarda daire inşa etmesi, Anadolu insanına kaçak gecekondu yapmadan ev sahibi olma imkânı sundu. Şimdi de çözümler üretilmeli. Ama hep tüketim mekânı olan daireler üretmek sadece bu kısır döngüyü beslemeye yarar. Bu kısır döngü tabiatı icabı toplumu da kısırlaştırıyor, zaten.
Ekonomiden aileye, nüfus yaşlanmasından gençliğin sorunlarını çözmeye kadar kapsamlı bir çözüm için işe temelden başlayabiliriz. Bunun için de işe mekanları daha amaçlarımıza uygun şekilde inşa etmekle başlayabiliriz.
Deprem ile yeniden gündeme gelen şehirlerin inşası meselesi yeni bir bakış açısı için fırsat sunabilir. Şehirlerin merkezini yüksek binalarla doldurmaya devam etmek yerine büyük şehirlere yakın küçük şehirlere “akıllı kasabalar” kurabiliriz. Terkedilmiş köyleri ve arazileri toplulaştırarak üretimle ailevi mahalle hayatının iç içe yaşandığı, yeni çağ çiftlikleri kurup gençlere uzun vadeli taksitlerle satışını gerçekleştirebiliriz.
Bu çiftlikleri planlar ve işletirken teknolojiden de en iyi şekilde yararlanmak mümkün. Böylece gençlere yapay zekayı sırf vakit geçirmek, eğlenmek için değil, verimli bir şekilde üretken olmak için değerlendirme yollarını gösterebiliriz. Hem bu şekilde müslüman gençler için kadın ve aile meselesi, gelenekçilik ile modernizmin en uzlaşmaz çatışma alanı olmaktan çıkabilir. Maddi manevi bütün kapasitelerimizi değerlendirmek için mükemmel bir çalışma sahası ortaya çıkabilir.
Şikâyet etmenin faydası yok. Düşman düşmanlığını yapacak, bizi zayıf noktalarımızdan vurmanın yollarını arayacak. Bize düşen de ona bu fırsatı vermeyecek şekilde tedbirli olmak, zayıf halkalarımızı güçlendirmek…