Ebedi Kurtuluş İçin Sahih İman…
Üç ayların manevi ikliminde, çok önemli bir konuyu ele alıyoruz. Bilindiği gibi, bir insanın ebedi saadeti son nefeste Müslüman olarak ölmeye bağlıdır. Bütün hayatı boyunca ne kadar uğraşmış, çaba göstermiş olursa olsun son nefeste Müslüman olarak ölmeyenin ebedi hayatı mahvolmuş demektir. Bu sebeple bizim kurtuluşumuz için itikadın düzgünlüğü en mühim meseledir.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 102) buyuruyor.
Birçok ayet-i kerimelerde Müslüman olarak ölebilmek için her türlü eza ve cefaya sabreden kulların hali örnek gösteriliyor. Mesela Hz. Musa aleyhisselam ile sihir müsabakası esnasında iman ettikleri için Firavun’un korkunç işkencesine maruz kalan müminlerin, iman üzere can verebilmek için: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.” (A‘raf, 126) diye dua ettikleri bildiriliyor.
Yine Hz. Yusuf aleyhisselamın, bir Peygamber olduğu, kendisine rüyaları tabir etme ilmi gibi sırlı ilimler öğretildiği, Mısır’a aziz olmak gibi başarılara ulaştığı halde bunlara güvenmediği, “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.” (Yusuf, 101) diye Allah’tan yardım dilediği haber veriliyor.
Bunlardan da anlıyoruz ki son nefese kadar istikamet üzere olmak için, hem Allah’tan korkmak, sakınmak; hem de bu uğurda her türlü baskılara, zorluklara sabretmeyi göze almak gerekiyor.
İçinde bulunduğumuz bu ahir zamanda itikadımızı fitnelerden muhafaza etmek daha da büyük bir hassasiyet istiyor. Çünkü şeytan her zaman nefsin heva ve arzuları cihetinden gelmiyor; bazen de güya akıl, mantık ve hatta gayret-i diniyye tarafından sokularak gönül bulandırıyor. Bu karışıklık içinde sağlam bir kulpa sarılmadan, istikamet ehli bir rehbere uymadan doğru yol üzerinde sebat etmek hiç de kolay değil.
Bu zor zamanlarda Rabbimizin şu ayet-i kerimelerinin verdiği dersi hep aklımızda tutalım:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sağlam söz söyleyin ki (Allah) işlerinizi yoluna koysun ve günahlarınızı bağışlasın. Her kim Allah’a ve Resulü’ne itaat ederse, o gerçekten büyük murada ermiştir.” (Ahzab, 70-71)
Hiçbir zaman unutmayalım ki imanın yeri kalptir. Kalpte iman varsa, Allah korkusu da olması gerekir. Allah korkusu taşıyan kişi ise keyfi yorumlara sapmaktan kaçınır, sağlam delile itibar eder.
Bizim yolumuzun kolaylığı, uymaktaki kolaylıktır. Allah-u Zülcelâl bize iman edip uyulacak rehber olarak Peygamber aleyhisselatu vesselamı ve onun mirasçısı olan Allah dostu alimleri göndermiştir. Rehberimize uyduğumuz sürece yolumuzu şaşırmayız.
Doğru yoldan ayrılmamak dikkat edeceğimiz nokta, kendi aklımıza veya şunun bunun indî kanaatlerine kapılmayıp; bu yolun gerçek sahibinin Allah-u Zülcelâl olduğunu unutmamaktır.
Allah’ın katında geçerli Hak din, İslam’dır. İslam’ın ne olduğunu bize tebliğ ve talim etmek de Rasulünün vazifesidir.
Rabbimiz, sevgili Resulüne şöyle dua etmesini bildiriyor:
“Ey Muhammed! De ki: Namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162)
Resul aleyhisselatu vesselam, hayatını ve ölümünü Allah’a adamış örnek bir kuldur. Bizim de öyle olmamız gerekir. Eğer öyle olursak, Allah-u Zülcelâl’in indirdiği dine teslim olmak bize zor gelmeyecektir.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de geçmiş milletlerin dinlerini tahrif etmesinde en önemli saikın, “fani dünya hayatının küçük menfaatleri uğruna Allah’ın dininden taviz vermek” veya “Allah’ın ayetlerini tahrif etmek” olduğunu bildiriyor.
Eğer bizler de dinimizi dünya hayatına uydurmaya kalkarsak sapıtırız. Ama dünya hayatımızı dinimize uygun bir şekilde düzenlersek, görünüşte ufak tefek menfaat ve zevklerden mahrum olsak da aslında gönül huzuruna ve berekete nail oluruz. İşte o zaman iki dünya saadetine kavuşuruz.
Miraç ve Berat kandilinizi tebrik eder, İslam âlemine hayırlar getirmesini Allah-u Zülcelâl’den niyaz ederiz. Allah-u Zülcelâl bizleri doğru yolundan ayırmasın. Amin.