Ehli İman İçin Bir Terhistir Ölüm!
Sırr-ı tevhid imdadıma yetişti
Bir zaman yüksek bir dağ başındaydım. Gafleti dağıtacak bir intibah-ı ruhî (ruhi uyanış) vasıtasıyla, kabir tam mânâsıyla, ölüm bütün çıplaklığıyla ve zeval (yok oluş) ve fenâ, ağlattırıcı levhalarıyla bana göründü. Herkes gibi fıtratımdaki fıtrî aşk-ı beka (sonsuzluk aşkı), birden zevâle karşı isyan edip galeyana geldi. Ve muhabbet ve takdirle pek çok alâkadar olduğum ehl-i kemâlât ve meşahir-i enbiya ve evliya ve asfiyanın sönmelerine ve mahvolmalarına karşı, mahiyetimdeki rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev’iye (kendi cinsine şefkat) dahi kabre karşı tuğyan edip feveran etti (haykırdı).
Ve altı cihetle (yöne) istimdatkârâne (yardım isteyerek) baktım; hiç bir teselli, bir medet göremedim. Çünkü, zaman-ı mâzi tarafı (geçmiş zaman), bir mezar-ı ekber (büyük bir kabir); ve müstakbel (gelecek) bir karanlık; ve yukarı bir dehşet; ve aşağı ve sağ ve sol taraflarından elîm ve hazîn haller, hadsiz muzır şeylerin tehâcümâtını (hücumunu) gördüm.
Birden sırr-ı tevhid imdadıma yetişti, perdeyi açtı, hakikat-i halin yüzünü gösterdi. “Bak…” dedi.
Ölümün yüzüne baktım
En evvel, beni çok korkutan ölümün yüzüne baktım. Gördüm ki, ölüm, ehl-i iman için bir terhistir. Ecel terhis tezkeresidir, bir tebdil-i mekândır (mekân değiştirme), bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır. Zindan-ı dünyadan çıkmak ve bağıstan-ı cinâna (cennete) bir uçmaktır.
Hizmetinin ücretini almak için huzur-u Rahmân’a girmeye bir nöbettir ve dâr-ı saadete (saadet yurduna) gitmeye bir davettir diye, kat’î anladığımdan, ölümü ve mevti sevmeye başladım.
Sonra zeval ve fenâya baktım. Gördüm ki, sinema perdeleri gibi ve güneşe mukabil akan kabarcıklar misilli, lezzet verici bir teceddüd-ü emsaldir, bir tazelenmektir. Ve Esmâ-i Hüsnânın çok hasnâ ve güzel cilvelerini tazelendirmek için âlem-i gaybdan gelip âlem-i şehadete vazifedârâne (görevlendirilmiş) bir seyerandır, bir cevelândır (akıştır). Ve cemâl-i rububiyetin hikmettârâne (hikmetli) bir tezahüratıdır (yansımasıdır). Ve mevcudatın hüsn-ü sermedîye (yaratıcıya) karşı bir aynadarlığıdır, yakînen bildim. (Şuâlar, 2. Şuâ, s. 853)
“Kabrime girdim…”
Hem meleklere iman meyvesinden bir cüz’ü ve Münker ve Nekir’e ait bir nümunesi şudur: “Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim” diye mezarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferitte (tek başına hapiste), bir tecrid-i mutlak içindeki tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüş ederken (üzüntüden korkuya düşerken), birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar. Kalbim ve kabrim genişlediler, nurlandılar, hareketlendiler. Âlem-i ervâha (ruhlar âlemine) pencereler açıldı. Ben de şimdi hayalen ve istikbalde hakikaten göreceğim o vaziyete bütün canımla sevindim ve şükrettim… (Şuâlar, 11. Şuâ, s.979)
Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri