En Büyük Mucize Kur’an-ı Kerim

  • 07 Ocak 2021
  • 736 kez görüntülendi.
En Büyük Mucize Kur’an-ı Kerim
REKLAM ALANI

Peygamberlerin getirdiği delillerin beşer gücünü aşan ilahi bir mucize olduğunu en iyi onun ustaları anlar.

Kabilelerin en çok saygı gören kişileri, şairler ve hatiplerdi. Panayırlarda şiir müsabakaları tertiplenirdi.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tatlı sesiyle, okumaya başladığı zaman Kur’an’ın eşsiz güzelliği insanlar üzerinde derin bir tesir yapıyordu.

REKLAM ALANI

Kurân’ın eşsiz belâgati karşısında Kabe’nin duvarına asılmış seçkin şiirler birer birer indirilmişti.

 

En Büyük Mucize Kur’an-ı Kerim 

Allah-u Zülcelâl bir topluma Peygamber gönderdiği zaman hem onun peygamberliğini ispatlamak hem de insanları gafletten uyandırmak için mucizelerle desteklemiştir. Mucize kelime olarak insanları aciz bırakan demektir. Allah azze ve celle gönderdiği Resulünün kendi aklından konuşmadığını, Allah tarafından gönderilen bir Nebi olduğunu mucizelerle ispatlar.

Her peygambere, gönderildiği toplum tarafından itibar edilen konularda mucizeler verilmiştir. Mesela Musa aleyhisselam zamanında Eski Mısır’da sihirbazlık çok revaçta olduğu için Allah-u Teâlâ Musa aleyhisselamı yılana dönüşen bir asa ve koynuna sokup çıkardığında elinin bembeyaz olması gibi mucizelerle göndermişti.

Hz. İsa aleyhisselam ise tıbbın revaçta olduğu bir topluma gönderilmişti ve âmâların gözlerini açmak, iyileşmeyen hastalıkları dua ile iyileştirmek gibi mucizeler ile gönderilmişti.

Mucizelerin farkı, onu insanların taklit edememesi, benzerini yapamamasıdır. Mesela Hz. Musa’nın usta bir sihirbaz olduğu zannedilmiş, sihirbazlık müsabakasına davet edilmişti. Fakat Hz. Musa asasını attığı zaman sihirbazların ip ve değnek gibi şeylerle yaptıkları göz yanılmasına dayanan gösterilerini yutup yok edince bunun sihir olamayacağını evvela sihirbazlar itiraf edip, imana gelmişlerdi. Yani bu örneklerden de görebileceğimiz gibi, peygamberlerin getirdiği delillerin beşer gücünü aşan ilahi bir mucize olduğunu en iyi onun ustaları anlar.

İşte bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme verilen en büyük mucize de belagatiyle Arap dâhilerini aciz bırakan Kur’an-ı Kerim’dir.

Edebi İlimler Çok Gelişmişti

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden önce Arap Yarımadası’nda yaşayan insanların çoğu okuma-yazma bilmezdi. Başka milletler gibi yazılı kitaplar veya kitabeler gibi eserleri olmadığından unutulmasını istemedikleri şeyleri, ezberlenmesi kolay şiirlerle, edebi sözlerle ifade ediyorlardı. Şifahi kültür de denilen bu usulle, Araplar eski zamana dair hadiseleri, hikmetli sözleri, fahrettikleri yani övündükleri hususiyetleri şiirle, vecizelerle anlatıp yayıyor ve kayıt altına alarak gelecek nesle aktarıyorlardı.

Bu yüzdendir ki, Araplar arasında sanat dallarından en çok sözlü sanatlar gelişmişti. Kabilelerin en çok saygı gören kişileri, şairler ve hatiplerdi. Panayırlarda şiir müsabakaları tertiplenirdi. En beğenilen şiirler Kabe’nin duvarına asılırdı.

Araplar arasında en itibarlı kişiler, belağat ve fesahat sahibi kişilerdi. Bir kabilenin etkili konuşmasını bilen bir hatibi, en büyük millî kahraman gibi telakkî ediliyordu. Bazen bir hatibin etkili bir hitabetiyle insanlar savaşa koşarlardı.

Edebiyat bu kadar itibarlı olduğu için, hemen herkes güzel konuşmaya, şiire meraklıydı. Çocuklardan, gençlerden, kadınlardan da şairler çıkardı.

Dil ve edebiyat üzerindeki bu birikim sayesinde Arap dili de hayli gelişmiş oluyordu. Çünkü bir dilin ifade imkanları, geçmişte yapılmış benzetmeler, mecazlar, istiarelerle zenginleşir. Artık bir sözü dümdüz söylemek yerine derin anlamlara işaret eden veya birçok manayı kısa bir sözle özetleyen veciz ifadeler gelişir.

Belağat, bir kabiliyet olduğu kadar bir ilimdir de. Bazı kişilerde Allah vergisi olarak bulunan zeka ve kabiliyet, güzel, etkili, ahenkli, akılda kalan sözler söylenmesine sebep olur.

Henüz ilim haline gelmeden önce yetenek olarak şair, yazar ve hatiplerin dilinde ve halkın zevkinde edebi zevk oluşur. Benzetmeler, mecazi kullanımlar, takdim, tehir, cinas, mutabakat vb. edebî sanatlar önce fiili olarak kullanılır ve etkisi fark edilir. Zamanla bu etkili sözleri inceleyen bir ilim dalı ortaya çıkar. Sözü fasih ve beliğ yapan şey nedir diye araştırılır. 

Cahiliyye devrinde resmi eğitim kurumları olmasa da asilzadelerin evleri adeta birer edebiyat akademisi gibiydi. Haftanın belli günleri toplanıp şiir ve edebiyat üzerine tahliller yapılır, hangi sözün daha beliğ olduğu mukayese edilirdi. Yani edebiyat ilmi cahiliye devrinde üzerinde en çok araştırma yapılan ilim dalıydı.

Kısacası, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme Kur’an-ı Kerim’in indirildiği sırada Araplar arasında bir sözün edebi ilimler bakımından incelemesini yapmak için belli bir kültür birikimi oluşmuştu. İşte bu birikim sayesindedir ki ilk muhatapları Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kendisine vahyedilen ayet-i kerimeleri duydukları zaman ondaki güzelliğe hayran kalıyorlardı.  Bu hususu en güzel örnek, İslam düşmanı Velid b. Muğire’nin itiraflarıdır.

Mucizevi Beyanın Tesiri

Kureyş’in önde gelenlerinden Velid b. Muğire güzel söze, edebiyata meraklı bir kişiydi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin açıktan davete başladığı zamanlardı. Bulabildiği her vesileyle insanları İslam’a davet ediyordu. Tebliğ faaliyetlerinin en önemlisi de Kur’an tilavetiydi.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tatlı sesiyle, okumaya başladığı zaman Kur’an’ın eşsiz güzelliği insanlar üzerinde derin bir tesir yapıyordu. Bu sebeple müşriklerin ileri gelenleri halkı Peygamber aleyhisselatu vesselamı dinlemekten men ediyorlardı. Ancak onlardan bazıları halka yasaklarken kendileri geceleri gizlice Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin evinin yakınlarına gider, onun Kur’an okuyuşunu dinlerdi.

Bazen sabaha kadar dinleyip, hava aydınlanınca birbirleriyle karşılaşırlardı. Birbirlerini kınayıp, “Bir daha dinlemeyelim, yoksa kalbimiz meyledecek,” diye sözleşirler, ama dayanamayıp yine giderlerdi.  

İşte Kur’an-ı Kerim’in mucizevi güzelliğine dayanamayanlardan biri de Velîd b. Muğîre idi. Kur’an’ı dinledikçe kalbi yumuşamıştı. Bunu farkeden bazı azılı İslam düşmanları, küfrün ağa babası Ebu Cehil’e gittiler.

Velîd b. Muğîre zengin, itibarlı ve nüfuzlu bir adamdı. “Eğer o Müslüman olursa, bütün Kureyş Müslüman olur,” diye endişe eden Ebu Cehil hemen harekete geçti. Çok üzgün gibi rol yaparak kendisi hakkında “Atalarının yolundan saptı,” diye dedikodular çıkarıldığını, bunlara müteessir olduğunu söyledi. Velid’in damarına basacak her şeyi söyledikten sonra:

“Halkın bu dedikodularının önüne geçmek için onun hakkında öyle bir söz söyle ki, senin onu inkar ettiğini ve ondan hoşlanmadığına inansınlar,” diye tahrik etmeye başladı.

Velîd:

“Onun hakkında ne söyleyeyim? Allah’a yemin ederim ki, içinizde şiirin recezini, sanatını, cin şiirlerini de benden daha iyi bileniniz yoktur. Vallahi onun söyledikleri bunların hiçbirine benzememektedir. Onun söylediklerinde başka bir letafet vardır. Söyledikleri, diğerlerini hep ezer geçer, o çok yücedir onun üstüne çıkılmaz.”

Ebu Cehil, “Vallahi kavmin onun aleyhinde bir şeyler konuşmadıkça senden hoşnut olmazlar” deyince Velîd:

“Öyleyse beni bırak da düşüneyim,” dedi.

Bir müddet düşündükten sonra, “Bu sadece başkalarının öğrettiği-başkalarından naklettiği bir sihirdir.” dedi. Bu olay üzerine Allah-u Zülcelâl Müddessir suresinin 11-26. ayetlerini indirdi:

“Tek olarak yarattığım kimseyi bana bırak! Kendisine geniş servet verdim. Göz önünde duran oğullar (verdim), Kendisine bir döşeyiş döşedim. Üstelik o (nimetlerimi) daha da arttırmamı umuyor. Asla (ummasın)! Çünkü o, bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır. Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım! Zira o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti! Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibrini yenemeyip sırt çevirdi. ‘Bu (Kuran), olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir.’ dedi. Ben onu cehenneme sokacağım.” (İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm, Müddessir, 11-26. ayetlerin tefsiri)

Bir başka rivayete göre ise, İslam düşmanları yaklaşan hac mevsiminde Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelen kafilelere Kur’an okur, İslam’ı anlatır ve bu tesirli kelamı duyanlar Müslüman olup, İslam’ı kendi yörelerine de götürür diye endişelendiler. Bir araya gelip, “Muhammed hakkında ağız birliği edelim, hepimiz farklı şeyler söylemeyelim. Yoksa birbirimizi yalancı çıkarmış oluruz.” dediler.

Bazıları;

“Onun bir kahin olduğunu söyleyelim,” dediler.

Velîd b. Muğîre:

”Hayır, o bir kâhin değildir. Kâhinleri biliriz, Muhammed’in okuduğu şeyler öyle kahin mırıldanışı ve tekerlemeleri türünden şeyler değildir,” dedi.

Bazıları;

“Cinlenmiş, mecnun diyelim,” dediler.

Velîd:

“Hayır o bir mecnun değildir. Biz cin musallat olmuş kişileri biliriz. Muhammed’in durumu cinlenmenin insanda meydana getirdiği baygınlık, titreyiş ve vesveseye benzemiyor,” dedi.

“Öyleyse şair olduğunu söyleyelim,” dediler.

“Hayır o bir şair de olamaz. Biz şiirin her çeşidini biliriz, bu sözler şiir değildir.”

“Öyleyse büyücü olduğunu söyleyelim,” dediler.

“Hayır o büyücü değildir, biz büyücüleri ve yaptıkları büyüleri gördük. Muhammed’in sözleri büyücülerin okuyup üfürmelerine ve düğüm düğümlemelerine benzemiyor.”

“Peki ne söyleyelim?” dediler.

“Onun söylediklerinde başka bir letafet vardır. Onun kökü sağlam, dalı meyveli ağaçtır. Siz bu söylediklerinizden birini söylerseniz bunun geçersiz olduğu hemen bilinir. Onunla ilgili söylenecek en yakın söz; onun büyücü olduğunu söylemenizdir. O büyü olan bir söz getirdi, onunla kişiyle babası, kardeşi, karısı ve aşireti arasını ayırmaktadır. Ondan uzaklaşın deyin” dedi.

Bunun üzere insanlar hac mevsiminde Mekke’ye gelenlerin yollarını kesip her gelene Hz. Muhammed’in büyücü olduğunu söylediler. (Bkz: et-Taberi, İbn-i Kesîr, Nesefî, es-Suyûtî, Lübâbü’n-Nükûl; Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr Müddessir, 11-26. ayetlerin tefsiri)

Kur’an-ı Kerim’in üstünlüğü, bizzat İslam düşmanları tarafından da itiraf ediliyordu. Gerçekten de Kurân’ın eşsiz belâgati karşısında Kabe’nin duvarına asılmış seçkin şiirler birer birer indirilmişti.

Kur’an-ı Kerim’in mucizevi belağati üzerine asırlar boyunca pek çok eserler yazılmıştır. Elbette bu üstünlüğü görebilmek için bir kişinin Arap dili ve edebiyatına vakıf olması gerekir. Arapçayı lugat, sarf, nahiv, me’ânî, bedi’ ve beyân ilimlerini iyi bilen, bu ilimlerle birlikte zevk-i selim sahibi olan bir kişi en iyi şekilde anlar. Kur’an-ı Kerim’i mealini okumakla bu üstünlükle tam olarak ne yazık ki anlaşılamaz.

Bununla beraber Arapçayı bilmeyen bir kişi bu üstünlüğü tam anlayamasa da lafızdaki ahenk ve akıcılığı hissedebilir. Mesela Kur’an-ı Kerim’in tekrar tekrar okumaktan usandırmayışı, çocuklar tarafından dahi ezberlenebilmesi onun üstünlüklerinden bazılarıdır.

On dört asırdan beri milyonlarca hafız tarafından ezberlenmesi, sayısız alimler tarafından incelenmesi, anlamayanları dahi etkileyip ağlatması bu yüce kitabın Allah’ın kelamı olduğunun delillerindendir.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ