Eyüpsultan’da Bir Siyaset Bilimci: İdris-i Bitlisi
Eyüpsultan, tarihi mezarlıkları ve tabi ki birbirinden sanatlı mezar taşlarıyla da ünlü bir semtimizdir. Efendimiz salllallahu aleyhi vesellemi yedi ay evinde misafir edebilme bahtiyarlığını erişmiş, yine Efendimizin müjdesine nail olabilmek arzusuyla geldiği İstanbul’da şehid düşmüş Halid Bin Zeyd Ebu Eyyub El-Ensari Hazretlerinin burada medfun olmasının bunda önemli bir payı da vardır. Zira onun sayesinde burası asırlardır Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Mescid-i Aksa’dan sonra Müslümanların tanınmış mekânı olarak kabul görmüş.
Günümüzde de durum değişmemiştir. Dünyanın birçok bölgesinden Eyüpsultan’a akın akın ziyaretçi gelmektedir. Eski zamanlardan beridir Eba Eyyup El-Ensari radıyallahu anha daha yakın olmak arzusu birçok insanımızda tutku haline gelmiştir. Eyüpsultan cami civarı, tekkelerin hazireleri, 280 bin metre karelik Eyüpsultan mezarlıkları devrin önemli âlimleri, komutanları, devlet adamları ve muhtelif sanat ehlinin kabirleriyle doludur.
Eyüpsultan’ın farklı olmasında birbirinden sanatlı, görkemli mezar taşlarının katkısı da vardır hiç şüphesiz. Bu mezar taşları kimlere aittir peki?
Uzay bilimci Ali Kuşçu, Bestekâr Zekai Dede Efendi, Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Hoca Sadeddin Efendi, Sokullu Mehmed Paşa, Şaire Fitnat Hanım ilk aklıma gelenler. Fakat ne hazindir ki tarihi Eyüpsultan mezarlıklarında her gün bir iki tarihi kabir, mezarlık simsarları ve defineciler tarafından yok ediliyor. Maalesef ecdadıyla övünen bir millet olarak biz bu durumu çaresizlik içinde seyrediyoruz. Kim bilir bugüne kadar kimlerin kabirleri gözlerimizin önünde yok oldu?! Geriye kalanlar için acil tedbir alınması gerektiğinin altını çizerek bu konuyu burada sonlandırıyoruz.
Yazımızın devamında ise Yavuz Sultan Selim Han döneminde yaşamış ve Eyüpsultan’da medfun önemli devlet adamlarımızdan İdris-i Bitlisiyi tanıtmaya çalışacağız.
İdris-i Bitlisî, tam adı Hakimeddin İdris Bin Hüsameddin Ali El-Bitlisî’dir. Osmanlı tarihçisi, siyaset bilimci ve devlet adamıdır. Bitlis doğumludur. İlk sekiz Osmanlı padişahını konu alan ve ‘Heşt Bihişt’ adlı eseriyle ün yaptı. Şeyh Ömer Yesir tarikatına bağlı, Hüsameddin Ali’nin oğluydu. Babası, Hüsameddin Ali, âlim ve faziletli bir şeyhti. Bitlisî, ilim tahsilinin ilk ve önemli bir kısmını babasının yanında yaptı. Daha sonra çeşitli âlimlerden de farklı ilimlerde tahsil gördü.
Önce Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın divanında uzun yıllar nişancılık yaptı. Daha sonra 1490 senesine kadar Uzun Hasan’ın oğlu Yakup Bey’in divanında bulundu. II Bayezid’in 1485’te kazandığı bir zafer üzerine tebrikname yazınca padişahın dikkatini çekti. 1501’de Şah İsmail, Safevi Devletini kurunca II. Bayezid Han tarafından İstanbul’a davet edilerek kendisine önemli görevler tevdi edildi. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte Çaldıran Savaşı’na katıldı.
Yavuz Sultan Selim’in müsteşarıydı…
Yavuz Sultan Selim Han’ın bir nevi müsteşarlığını yapan İdris-i Bitlisî büyük bir tarihçi, önemli bir din âlimi ve aynı zamanda yetenekli bir siyaset bilimciydi. Bitlisli olması sebebiyle bölge halkı hakkında oldukça geniş bilgiye sahipti. Ayrıca bölge insanının yapısını da gayet iyi biliyordu. Yavuz Sultan Selim Han, Doğu ve Güney Doğu’da muhtelif aşiretlerin reislerine, Şah İsmail’in itaatinden çıkmaları için, Amasya’daki otağından İdris-i Bitlisî’yi defalarca adı geçen bölgeye gönderdi. Bitlisî’nin, Yavuz Sultan Selim Han’ın emriyle bölgedeki çalışmaları tam bir başarıyla sonuçlandı.
İdris-i Bitlisi; Mardin, Urfa, Bitlis, Diyarbekir, Sason, Hizan, İmadiyye gibi birçok bölgeyi dolaşarak, o yerlerin beylerinin Osmanlıya itaatlerini sağladı. Hasankeyf ve Siirt Eyyubî sülalesinden II. Halil, Bitlis Emiri Şeref Han, Hizan Emiri Davut Bey, İmadiye Hâkimi Emir Seyfeddin gibi önemli şahsiyetler dahil olmak üzere yirmi beş emir bir toplantı yaparak Osmanlı tebaiyetini kabul etti. Bitlisî’nin Kürt beyleriyle anlaşarak onları Osmanlıların yanına çekmesi, böylece bu yörelerin savaş yapılmadan Osmanlı egemenliğine girmesi onun ne kadar sevilen sayılan bir şahsiyet olduğunun ve siyasi dehasının apaçık göstergesidir.
80 Bin beyitle Osmanlı Tarihi…
1517 yılında Mısır’ın fethine de katılan Bitlisî, 1520’de yazdığı ve Yavuz Sultan Selim Han’ı övdüğü bir kasidesinde memleketin iç işlerini tanzim eden esaslar hakkında görüşlerini belirtir. 1502–4 yılları arasında II. Bayezid’in isteği üzerine yazdığı ‘Heşt Bihişt’, 80 bin beyitten oluşan manzum bir tarih kitabıdır. Osmanlı hanedanının soyağacının verildiği, Selçuklularla bağlarının ve yaptıkları ilk savaşların ele alındığı bir girişle başlar. Osmanlı padişahlarının ilk sekizinin saltanat dönemlerini anlatır ve 1506’da Firuz Bey’in Bosna valisi olmasıyla sona erer.
Süslü üslubundan dolayı daha sonraki kuşaklarca pek de iyi anlaşılamayan eser, II. Mahmud’un emri ile Abdülbaki Sadi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bitlisi’nin ayrıca II. Bayezid’e sunduğu Münazara-i Savm-ü İd adlı temsili bir öyküsü ile ölümünden sonra bazı parçaları ele geçen ve oğlu Ebu’l-Fazl tarafından yeniden düzenlenen Farsça bir Selimname’si vardır. Bunların yanında İdris-i Bitlisî’nin Türkçe, Farsça, Arapça şiirleriyle edebiyat, hadis ve siyaset bilimi üzerine yazılmış eserleri de vardır.
Ümmetin birliği için…
Bitlisî’nin bu hizmetlerini, günümüzde bazı çevreler maalesef görmemezlikten geliyorlar. Mefkûre genişliğini idrak edemiyorlar veya onu kasıtlı olarak anlamak istemiyorlar. Elbette onun gibi âlim, fazıl, ümmet-i Muhammed’in ittihadını düşünmekten başka fikri olmayan güzide insanı anlamak için önce kapasite sonra da basiret lazım. Bitlisî’yi siyasi tercihinden dolayı veya Yavuz Sultan Selim Han’a yazdığı Selimname yüzünden eleştirenler yüzlerce yıllık büyük medeniyeti maalesef içlerine sindirememiş, küçük hesaplar peşinde bocalayıp durmaktadırlar. Bunları neye dayanarak söylüyoruz? İsterseniz Bitlisî’nin dava arkadaşının hayatından bir pasaj sunalım da kiminle niçin beraber olmuş, neden onun için methiyeler yazmış, iyice anlayıp öğrenelim.
Mekke-i Mükerreme ve Medine-i
Münevvere’nin Hizmetkârıyız…
Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı fethedip, hilafeti esaretten kurtarınca, alışkanlıkla kendisine de “Hakimu’l- Haremeyn-i Şerifeyn” diyen hatibi susturup; “Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana “Hadimu’l-Haremyni Şerifeyn” (Kutsal yerlerin-Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) deyin”, buyurmuştur. Suudi Kralları bu veciz ifadeyi günümüzde de bir unvan olarak kullanmaktadırlar. Sultan Selim Han, o günden sonra bu önemli anın unutulmaması için başındaki sarığa “sorguç” denen temsili bir süpürge yerleştirmiş, diğer padişahlar da bu geleneği sürdürmüşlerdir. Bu nüktenin anlamı “Biz kutsal mekânları başımızın tacı yaparız ve o mekânların hizmetkârıyız” şeklindedir.
Vasiyetimdir…
Sekiz ay süren Mısır Seferi sona ermiş, dönüş yolculuğu başlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in yanında hocası Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal de bulunmaktadır. Ordu ilerlerken bir ara çamurla kaplı bir sahadan geçilir. Bu arada hiç beklenmedik bir hadise olur ve İbn-i Kemal’in atının ayağı sürçer. Yerden sıçrayan çamurlar, Yavuz’un kaftanına yapışır. Büyük âlim İbn-i Kemal ise istemeyerek sebep olduğu bu durum karşısında utancından başını önüne eğmiş beklemektedir. Selim Han, hocasının edebi ve mahcubiyeti karşısında kızarır ve ilme ne kadar değer verdiğini anlatan şu sözleri söyler: “Hocam üzülmeyiniz! Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir şereftir, ziynettir.” Ve kaftanını çıkarıp vezirine uzatırken: “Vasiyetimdir, öldüğüm zaman bu kaftanı sandukamın üzerine sersinler!” diye emir buyurur. Gerçekten de vefat ettiğinde ulu hakanın vasiyeti yerine getirilmiş ve sözü edilen kaftan Yavuz Sultan Selim’in sandukasını süslemiştir.
Böyle Peygamber sevgisine, böyle alçak gönüllülüğe, böyle ilme ve âlime değer veren insana 160 bin beyit medhiye de yazılsa azdır diye düşünüyor insan. Hangi milletten, hangi ırktan, hangi meşrepten olursa olsun hiç fark etmez… İdris-i Bitlisî İşte böyle değerli, böyle faziletli bir komutanın, devlet adamının yanında olmuştur. Yani “Hadimu’l-Haremyni Şerifeyn”’in şerefli bir nedimi olmuştur.
İsimler değil kafalar değişmeli…
Eski Eyüp Belediye Başkanlarından birisi, 2007 yılında Eyüp Camii arka tarafından mezarlıkların bitiş noktası arasına kurulan teleferik hattının tepe ayağını oluşturan istasyonuna, “İdrisi Bitlisi Tepesi” adını vermek istemişti. Bu durum kamuoyunda yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermiş, birazda medyanın kasıtlı yönlendirmesiyle tepedeki “Pierre Loti” tesislerinin adı değiştiriliyor mesajı verilmişti. Geniş yankılar uyandırarak tartışmalara yol açan bu girişim sonuçsuz kalmıştı. Hadiseden epey sonra 2012 yılında bu sefer Ak Parti Bitlis Milletvekillerinden bir başkası benzer bir teklifle gündeme geldi; dolambaçlı yollardan değil doğrudan tepenin adının “Pierre Loti” yerine bir zamanlar olduğu gibi “İdris Bitlisi Tepesi” olmasını talep ediyordu. Tabii ki bu girişim tartışmadan öteye geçemedi.
O vekilin bu talebi tarihi ve sosyolojik açıdan haklı nedenlere dayanmakla beraber biraz duygusaldı. Zira atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş, Eyüp beldesinin gözlerden ırak bu mütevazı bölgesi çoktan kapitalizmin acımasız kolları arasına kendini koyu vermişti. Alan da veren de memnundu. Zira burayı ziyarete gelenler ne Eyüpsultan sevdalıları ne de İdrisi Bitlisi hayranı değillerdi. Yeni evlenenlerin, genç sevgililerin, batı hayranlarının, iki arada bir derede kalmışların uğrak yeriydi artık. Hatta biraz daha ileriye götürelim. Sanki Eyüpsultan ziyaretgâhına bir alternatif oluşturuyordu burası. Dolayısıyla akşamdan sabaha isim değiştirmek öyle pek kolay olmuyordu. Hem kafalar değişmedikten sonra isimler değişse ne olurdu ki?
Değerlerimize sırt çevirmeyi bırakmalıyız…
Peki, o zaman ne yapmalıydı? Bir oryantaliste, sahte bir Türk dostuna peşkeş çekilen bu mekâna kayıtsız mı kalmalıydık? “Efendim, Pierre Loti bir gecede oraya gelmiş konmuş, tepenin tabelasını değiştirmiş korsan biri değildir. Yaklaşık iki asırlık bir süreçten bahsediyoruz. Bizzat bizim “Denize düşen yılana sarılır” misali zor bir zamanımızda medet umduğumuz birçok figürden sadece biridir.”
O günün koşullarında bu kompleksli ruh durumunu anlamak mümkün! Pek yadırgamamak lazım diye düşünüyorum. Fakat artık günümüz için geçerli değildir. Bu durumu tersine çevirmenin yolu kendi öz değerlerimizi ön plana çıkarmakla mümkün olabilir. Hiç vakit kaybetmeden bu mekânın çevresindeki alanı, tarihi misyonuna uygun şekilde ihya ederek işe koyulabiliriz. Gerçektende bu tarihi tepe de 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar İdrisi Bitlisi’nin damgası bariz olarak görünüyor. Her ne kadar da günümüzde 300-500 metre karelik bir alanın adı değişmiş olsa da belki 20 katı büyüklüğü alanda İdrisi Bitlisinin hala varlığı devam ediyor.
Şöyle ki, Pierre Loti Tesislerine uzanan caddenin adı İdris Köşkü caddesidir. Bu caddenin paralelinde, bulunan devasa parkın adı İdrisi Bitlisi Parkıdır. Yine cadde üzerinde Bitlisi’nin 16. yüzyılda yaptırdığı çeşme ve Sıbyan mektebi varlığını günümüzde de sürmektedir. Caddenin alt kısmında Bitlisi’nin muhterem zevceleri Zeynep Hatun’un vakfederek yaptırdığı mescit yer almaktadır.
Rivayetlere göre Zeynep Hatun, vakfettiği bu mescidi bizzat kendi el emeği-göz nuru ile eğirip, ördüğü çorap ve benzeri el işlerini satarak, biriktirdiği para ile yaptırmıştır. Yine Gümüşsuyu caddesinin bitiminde yer alan park bir zamanlar Zeynep Hatunun yaptırdığı ‘Çeşmeli Namazgâh’ imiş. Bugün dahi çeşmenin kalıntıları meydandadır. Mesela buradaki namazgâhlı çeşmeyi ihya ederek geçmişimize vefa adına, küçükte olsa bir adım atabiliriz. Görüldüğü gibi birilerinin zannettiği gibi İdrisi Bitlisi sonradan uydurulmuş, hayal mahsulü bir zat değil tam tersine yaptığı hizmetlerle, hayır eserleriyle çağımızı da aşmış müstesna bir şahsiyettir…
İdrisi Bitlisilere ihtiyacımız var…
Yaşadığı asrın ileri gelen âlimlerinden olan Bitlisî’nin sohbetlerine padişahlar, devlet ileri gelenleri büyük bir ilgi gösterirlerdi. Bir müddet Yavuz Sultan Selim Han’ın ile sohbet arkadaşlığı da yapan İdris-i Bitlisî, 12 Kasım 1520 tarihinde, Yavuz Sultan Selim Han’ın öldüğü sene İstanbul, Eyüp Sultan’da vefat etti. Mezarı Eyüp, İdrisköşkü caddesi ile Gümüşsuyu Caddesi arasında bulunan Zeynep Hatun Caminin karşısında, Kerimağa Sokağı girişindedir. İdris-i Bitlisî’nin Sütun mezar taşındaki kitabede: “Kutbü’l arifin, (Ariflerin kutbu) merhum ve mağfur İdris Efendi ruhu içün el-fatiha” yazmaktadır.
Bugün İdris-i Bitlisî gibi aklıselim devlet adamlarına ve muhterem hanımefendileri gibi annelere, ne kadar da çok ihtiyacımız var öyle değil mi aziz dostlar? Kabirleri nur, mekânları cennet olsun…