HARAM VE HELÂLİN İNSANA ETKİSİ
Ya adam olacağız ya da savrulacağız
Hepimiz, insan olarak birer yolcuyuz ve varacağımız yere doğru farkında olsak da olmasak da gidiyoruz. Kimimiz yaratılış gayesinin ve gerçek hedefinin tamamen farkında; kılı kırk yararcasına bir hassasiyetle hayatını yaşarken kimilerimizse bir yarış atı misali gerçek hedefini şaşırmış, dünyayı amaç edinmiş koşturuyor.
Bir kere insan, aldanıvermeye görsün şeytana…
Edindiği sahte amacına ulaşmak uğruna ailesini, insanlığını, namusunu, değerlerini satanlar mı dersiniz; kazanıyorum derken kaybedilenlerin trilyon dünyaya bedel olduğundan haberi olmayanlar, şaşkın şaşkın ömür tüketip ölenler, boş sevdalar uğruna kendinden geçerken zamanı yetiremeyenler mi?
Arada kalanlarımızda yok değil elbette! Artık son deminde hangi yola meyli ağır basarsa öyle göçecek olanlarımız…
İki seçeneğimiz var önümüzde; ya adam gibi yaşayacağız hayatımızı ve adam gibi öleceğiz ya da Allah korusun savrulup gideceğiz şeytana aldananlar gibi…
Ya Allah’ın razı olduklarından olacağız ya da mazallah şeytanın kendi yolundan gittikleri için sevindiği kimselerden… Hem de en büyük düşmanımızken kim sevindirmek ister ki şeytanı…
Adam gibi adam olmak demek; Allah’a kul olmak demektir… Seyyid Abdulhakim el Hüseyni Hazretlerinin tabiiriyle asıl hür olanlar, Allah’a kul olmayı başarmış olan; mutlak kazananlar… Kaybedenlerse kul olmayı başaramamış olanlar… Dedik ya; şeytana aldananlar…
Kâmil kul olmanın yolu helâlden geçiyor
Kul olduğunun şuuruna vardıktan sonra insanın, Allahu Zülcelal’in emrettiği gibi bir hayat yaşaması gerekiyor. Bunun yolu da helal ve haram ilmini öğrendikten sonra bütün gücüyle haramdan kaçınarak, helalin peşinden koşmasından geçiyor.
Mümin bu hususta hassas olacak! Helal yemez, helalden beslenmez, helalden giyinmezse insanın ne kadar isterse istesin, kulluk yapmasının mümkün olmadığını Allah adamlarından Ebu Bekr-i Dükki kuddise siruhu şöyle izah ediyor; “Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helal lokma koyarsan, azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allahu Te’alâ arasında bir perde olur da bu yolda (Allah’a kulluk yolunda) yürümen mümkün olmaz.”
İmam Gazali rahmetullahi aleyh ise helal yemenin faziletini ve haram yemenin kulluk hayatı üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor: “Haram ve şüpheli şeyleri yiyenler huzura kabul edilmezler ve ibadette başarılı olamazlar. Zira ancak tertemiz ve pak olanlar Allahu Te’alâ’ya hizmet ve ibadet için uygun kimselerdir.”
Sehl bin Abdullah Tüsteri kuddise sirruhu hazretleri ise yine aynı manada şunları söylemiştir: “Haram yiyenlerin yedi azası, istese de istemese de günah işler. Helal yiyenlerin azası ibadet eder, hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir.”
Bir hadisi şeriflerinde Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyururlar; “Ey insanlar Allah’a karşı muttaki olun ve (rızık) talebinizde güzel davranın! Zira hiç kimse (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkı eksiksiz olarak elde etmeden ölmez. Rızkı gecikse bile sonunda ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve (rızık) talebinizde güzel davranın, helal olanı alın, haram olanı terk edin!” (İbn-i Mâce, Ticârât, 2)
Haramla hayır olmaz!
Bazı büyük kumar oynayan bedbahtların, haramı tamamen terketmedden camii yaptırmak, fakir fukarayı doyurmak gibi hayır işlerine kalkışarak güya kazandıkları kirli ve haram olan kazançlarını temizleyeceklerini sandıklarını duyuyoruz. Oysa haram yoldan kazanılan bir kazançtan ne zekat verilebilir, ne sadaka! Ne hayır-hasenat yapılır, ne kurban kesilir ve ne de hac ibadeti yapılamaz. Yapılsa da kabul olmaz. Bu onların kendi kendilerini kandırmalarından başka bir şey değildir. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Kim bu Beyt’i, haram kazançtan elde ettiği parayla ziyaret ederse Allah’a itaatten çıkmış olur. Böyle bir insan hacca niyet eder, ihrama bürünerek bineğinin üzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra; “Lebbeyk Allahumme lebbeyk (Buyur Allah’ım buyur işte kapına geldim, buradayım)” derse, semadan bir münadi şöyle seslenir: “Sana ne lebbeyk ne de sa‘deyk! (Sen huzurdan retsin) Çünkü senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hiçbir sevap almadan günahkâr olarak dön! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı da kahrol!”
Fakat kişi helal parayla hac yolculuğuna çıkar, bineğinin üzengisine ayağını basıp onunla hayvanını hareket ettirir ve; “Lebbeyk Allahumme lebbeyk” derse, semâdan bir münadî şöyle seslenir: “Lebbeyk ve sa‘deyk! Sana icâbet ettim. Çünkü senin bineğin helal, elbisen helal, azığın helaldir. Haydi çok büyük sevaplar elde etmiş ve hiç günaha girmemiş olarak dön! Seni memnun ve mesrûr edecek şeyle karşılaşacağın için sevin!” (Heysemî, III, 209-210)
Abdullah bin Ömer radıyallahu anhum ise bu hususta: “Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, haramdan kaçınmadıkça kabul edilmez, faydası olmaz.” buyurmuştur.
İnsanın Allah’ın emirlerine uyarak meşru işlerde çalışarak kazancını helal yollardan kazanması ve yediklerinin helal olması hem ibadetlerin kabulü hem de ictimaî hayatın güven ve huzuru için son derece önemlidir. Bu sebeple helalinden kazanmaya ve kazancımızı helal yerlere sarf etmeye çalışalım. İbadetlerimizin kabul, dualarımızın makbul olmasını istiyorsak, yediğimiz lokmanın helal olmasına dikkat edelim. Çocuklarımızın hayırlı olması için onları helal rızıkla besleyelim. Kâfi miktardaki az ve helal malın, haramdan gelen çok maldan daha hayırlı olduğunu unutmayalım. Haram-helal demeden kazanma hırsına kapılmayalım. Kanaat ve şükür duygularımızı asla ihmal etmeyelim.
Süfyan-ı Servi kuddise sirruhu ise haramla hayrın olmayacağını şu sözlerle anlatıyor: “Haram para ile sadaka veren, cami yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayan kimseye benzer ki, daha çok pislenir.”
İslâm, kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan temin etmelerini emreder. Buna rağmen gayr-i meşru yolla bir kazanç elde edilmiş ve bu kazancın sahibi belli ise bunun sahibine geri verilmesi, sahibi belli değilse karşılığında sevap beklenmeksizin yoksullara veya hayır kurumlarına verilerek elden çıkarılması ve tövbe edilmesi gerekir.
Huşunun ve kalb huzurunun vesilesi
Helal lokma, ibadette huşunun vesilesidir. Huşu içindeki bir ibadet de kulu ahlâksızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Kötülükten alıkonan bir kimse ise helali arar, helali gözetir, ibadete olan iştiyakı daha da artar. Böylece saadet ve huzur içinde bir ömür sürer.
Helal-haram gözetmeyen kimse, ne yapsa ibadetten zevk alamaz. Bu hâl üzere ibadeti zahiren yapsa da, bu namaz kötülükten alıkoyacak kıvamda olmaz. Kötülük ve ahlâksızlık kişinin yine harama düşmesine sebep olur. Bu haldeki kişinin misali kendisini girdabın akıntısına kaptırmış saman çöpüne benzer. O kimseye Allah dostlarının hayatı gibi hayat yaşamak nasip olmaz.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri helal rızkın ibadetlere tesirini şöyle anlatmıştır: “Namazda huzuru elde etmek ancak helal yemekle mümkündür. Kişi helal rızık elde etmeye dikkat ederse, bu durum namazın dışında, abdest alırken ve hatta iftitah tekbirleri sırasında kişide kalp huzuru sağlar.”
İbretle tefekkür edilmesi gereken bir husustur ki, Allahu Zülcelâl, kazanırken yerken ve içerken ve hatta giyerken kendi rızasına uygun olarak hareket etmeyen kimselerin, o kazançla yapacağı hiçbir hayrı kabul etmemekte, haramı telâfi için nefsin tevessül edebileceği hiçbir açık kapı bırakmamaktadır.
Helal ve temiz şeyleri yemek, insanı Allah’a itaat’ a ve Şeytana uymaktan sakınmaya sevk eder. Çünkü salih ameller, helal lokmaların neticeleridir. Meşru yoldan helal kazanç sağlamak peygamber efendilerimizin sünnetidir. Kişi ailesinin geçimi uğruna çalışmaya başlayınca, hafaza melekleri ona; “Allah bu senin çalışmanı mübarek ve bereketli kılsın. Kazandığını cennette senin için azık yapsın” derler. Yerde ve göklerde bulunan bütün melekler “âmin!” diyerek bu duaya iştirak ederler.”
Haram ve helal’in insan şahsiyetine etkisi
Pek çoklarımız halimizden memmun değilizdir. Vakitlerimizi boşa geçirmekten şikayetlenir dururuz. İradesizliğimiz canımızı sıkar. Dilimize sahip çıkamadığımızdan dolayı başımıza gelmeyen kalmaz. İnsanlarla sorun üstüne sorun yaşadığımız günler az değildir. Bunların yani kendimizle ve insanlarla ilişkilerimizde başarılı olamamamızın nedeni kişisel gelişimcilerin dedikleri gibi sadece iletişim yöntemlerini bilmememizden ya da Modern dünya tabiriyle kendimizle barışık olmamızdan kaynaklanmıyor. Bedensel hastalıkların nasıl ki pek çoğunun temelinde sağlıksız beslenme varsa bu tür kişilik arızalarının da pek çoğunun temelinde yenilenlere dikkat edilmemesi vardır. Helal ve haramın insan vücudundaki etkileri hayatın her noktasında kendisini gösterir. Helal insanın kişiliğini olumlu yönde etkilerken, haram lokma da içten içe insanı hasta edip fıtratının bozulmasına sebep olur. Öyle diyor büyükler..
Mesela, Ebu Bekr Verrak kuddise sirruhu hazretleri; “Sabahleyin insanlara bakar; kimin helal, kimin haram yediğini bilirim” diyor. Ve nasıl bildiğini şu sözlerle açıklıyor; “Kim kalkar kalkmaz boş laf (gıybet, dedikodu…) ve sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini Allahu Te’alâ’nın zikri ve kelime-i tevhitle açar ve istiğfarla meşgul ederse, o kişinin helal yediğini bilirim.”
Seyyid Emir Külal hazretleri kuddise sirrruhu şöyle buyurmuştur.“Kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helal lokma yemeğe bağlıdır. Bunu, iyi biliniz. Helal lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrafa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve verir, ondan istifade edilir”
Yediğimiz şeylerin, üzerimizdeki manevi tesirlerinin farkına varmamız gerekiyor. Yediklerimiz ve içtiklerimiz, üzerlerinde taşıdıkları nur veya zulmetle; duygu ve düşüncelerimize kadar tesir etmekte, hayra veya şerre yönelmemizde ciddi etkileri bulunmaktadır.
Haram ve helal lokma arasında, adeta ak ile kara kadar farklılık vardır. Mevlana (kuddise sirruhu), meselenin bam teline dokunarak konuyu şöyle izah eder: “İnsandaki nuru, kemali artıran şey, helal kazanç ile elde edilen lokmadır. Haram lokma ise kandilimize konulunca kandili söndüren yağa benzer. Sen onun adına yağ bile deme su de. Çünkü gönlümüzdeki kandilimizi nurumuzu söndürüyor.
Bilgi, aşk, muhabbet, merhamet, helal lokmadan doğar, meydana gelir. Yediğin bir lokmadan haset, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o yediğin lokmanın haram lokma olduğunu bil. Hiç buğday ekenin arpa biçtiğini gördün mü? Hiç atın eşek yavrusu doğurduğu görülmüş müdür?
Yediğimiz içtiğimiz şeyler, aynen tohum gibidir. Düşüncelerimiz de ondan meydana gelir. Ağzımıza aldığımız helal lokmadan, Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar. Haram lokmadan ise kin, haset, gaflet, bilgisizlik, hile ve cahillik doğar.” (Mesnevi, c.1. s.1642)
Abdulkâdir Geylâni Hazretleri de Sohbetlerinde; “Ey oğul, haram lokma kalbi öldürür. Helal yemek ise onu ihya eder. Lokma vardır kalbini nurlandırır. Lokma vardır onu karartır. Lokma vardır sadece seni dünya işi ile iştigal eder bir hale getirir. Lokma vardır seni manaya yönlendirir…”
“Dört şey vardır ki kalbin kurtuluşu huzuru onların vasıtasıyla olur. Bunların en önemlisi ve birinci şartı yediğine içtiğine çok dikkat etmek helal lokma yemektir. Yiyip içtiklerin hep helal olsun. İlaç niyetine bile haram edilen şeylerden yeme. Sonra sende mizaç değişikliği olur.” demektedir.
İnsanın en zor değişen özelliği, huyunun suyunun değişmesidir. Fakat görüyoruz ki madden veya manen pis olan bir gıda, mizacımızı dahi değiştirebilmektedir. Farkında olmadan tüketiverdiğimiz şeyler, kim bilir bizden hangi güzel fıtri, insani duyguları alıp götürüyor!…
Hâsılı kelam; helal insanın, Allah’a yaklaştıran güzel hallere bürünmesine vesile olurken, haram insanın fıtratının bozulmasına ve Allahu Zülcelâl’den uzaklaşmasına vesile olur. Haram yenilmesiyle şeytan insanın vücut ülkesinde istediği gibi at koşturabilir, cirit atabilir.
Hal böyleyken bazı gafil kimseler, kazançta helali gözetmek hususunda çoğu kez şeytanın fakirlikle korkutmasına yenik düşmektedirler. Haramdan uzak kalmanın, fâizden kaçınmanın, müşterisiyle, işçisiyle muamelesinde kul hakkını gözetmenin kendilerini fakir bırakacağını zannederler. Hâlbuki Allahu Subhanehu ve Te’alâ, helal kazanca bereket verir, haram olan kazancı ise perişan eder.
Müslüman, kimseye muhtaç olmamak, ailesinin nafakasını tedarik ederek geçimlerini sağlamak ve hepsinden de önemlisi dinini en güzel şekilde yaşayabilmek için mutlaka çalışıp kazanmalıdır. Müslüman, üreten, çevresine faydalı olan kimsedir. Çalışıp kazanan kimseler Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tarafından övülmüşlerdir, ancak çalışıp kazanma helal yollardan olmalıdır. Öyleyse hem helal kazanmalı, helal yemeli, hem de helal yolda harcamalıdır. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem hadislerinde helal yemeyi, cennete girmenin şartları arasında saymış, helalden kazanan kimseyi müjdelemiştir. Buna karşılık, vücudu haramla beslenen kimsenin cehenneme layık olduğunu, böylelerinin dualarının ve amellerinin kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.
Hem dünya huzurumuz, hem de ahiret saadetimiz için harama el uzatmaktan sakınmalı; kazara da olsa haram bir iş yapılınca ya da geçmişte yapılmışsa da derhal pişmanlıkla tevbe edilmelidir. Zira zaman az ömür kısadır ve ölüm ansızın gelecektir.