HİKMET PINARI / Zahmetsiz Başarı Olmaz

  • 10 Ekim 2024
  • 161 kez görüntülendi.
HİKMET PINARI / Zahmetsiz Başarı Olmaz
REKLAM ALANI

HİKMET PINARI
Zahmetsiz Başarı Olmaz
Hayrünnisa Hanım

يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ey Rabbim! Zât’ının Celal’ine ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun”
Bizler mübarek Nakşibendi yolunun yolcularıyız. Bu nedenle bu yolun rehberlerini tanımamız gerekir. İnsan o rehberleri tanıdıkça sever, sevdikçe istifade eder. Onların hayatı insana yol gösterir. Onların hayatını örnek alan insan kendisine bir yol çizer. İnsanın hem bedeni hem ruhu hem de kalbi hayırlı işlerle meşgul olur.
Bizim en büyük eksiğimiz Rasûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz’in nasıl bir hayat geçirdiğini tam bilmemek. Allah’ın rahmetinden sonra en büyük rahmet Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemdir. Bu nedenle O’nu anlamamız elzemdir.
Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, en büyük mürşidimiz, bütün mürşidlerin de mürşidir. Bu nedenle ilk başta O’nu tanımak lazım. Bazı rivayetlerde deniliyor ki, “Bütün Peygamberler dahi Resulullah Efendimizin sofisidirler, O’na tabidirler.”
Kıyamet gününde hepsi O’nu kendisine şefaatçi kılacak, kendi nefislerini kurtarma yönüyle O’ndan şefaat dileyecekler.
Peygamberler içinde en çok sıkıntı çeken Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem idi. Dünyada hiç rahatlık görmemiştir. Makamın büyüklüğü sıkıntının büyüklüğüne göredir. O aleyhisselatu vesselam ve sahabeleri radıyallahu anhum ne kadar İslam uğruna eziyet çekip sıkıntı çekmişlerse o sıkıntılar onlar için Allah’ın katında bir makam, bir derece olmuş.
Bu yüzden sıkıntısız, zahmetsiz, imtihansız hiçbir şey olmaz. Allah için yola çıkan bir insan Allah-u Zülcelâl’in kendisini nasıl mükafatlandıracağını bilse, ne olursa olsun bir şekilde dünyayı bir kenara koyup gayret eder.
Bir insana menfaat sağlayacağı dünyalık bir şey teklif edilse ne yapar eder, her şeyini, programını ona göre ayarlar. Maalesef dünya gözümüzün önünde olduğu ve ahireti görmediğimiz için ahiret biraz arka plana atılıyor.
Taif’te Eziyet Ettiler
Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselamın Mekke’de amcaları tarafından bir destek görmediği ve destek bulmak için dayı tarafının yaşadığı Taif yolculuğuna çıktığını biliyoruz. Mekke’de kendisine gösterilen merhametsizlik ve vicdansızlıktan sonra Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Taifliler için, “Belki bana biraz destek çıkarlar, merhamet, vicdan sahibi olurlar,” buyurmuştur.
Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, “Ben Allah’ın elçisiyim, Allah-u Zülcelal kâinatı yaratandır, sizi Allah’a iman etmeye davet ediyorum.” diyerek insanları Allah’a, imana davet etmesinden başka hiçbir suçu yoktu. Ne yazık ki, Taif’ten çıkarken bütün insanlar onu taşladılar. Bir ayağını kaldırmıyordu ki ona taş değmesin. Bütün vücudu kanlar içerisinde kalmıştı.
Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz onlardan kurtulmak için kendisini bir üzüm bahçesine attı. Taif halkından birilerinin vicdaniyetleri hareketlendi. “Gidin O’na biraz üzüm verin.” dediler. Üzümü Hıristiyan olan bir köle götürdü ve orada sadece o Müslüman oldu. Allah-u Zülcelal isteseydi orada bütün Taif halkını müslüman yapardı. Bizler de emri bil maruf nehyi anil münker yaparken sayıya bakmayacağız, önemli olan niyettir.
Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz Mekke’yi fethettiği zaman fethe bazı kaynaklarda on bin bazı kaynaklarda ise yüz bin sahabenin katıldığı belirtiliyor. Bu katılım sadece Mekke ve Medine’den değildi. Fethe Yemen’den, Şam’dan, Mısır’dan, Suriye’den, Irak’tan yani dünyanın dört bir yanından katılan sahabeler olduğu belirtilmektedir… Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz böyle büyük bir orduyla ve ihtişamla Mekke’yi fethetti.
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Mekke’ye devesinin üzerinde girerken, mübarek kafası devenin hörgücüne eğilmiş sakalları devenin sırtına değecek şekilde, büyük bir tevazuyla kafasını hiç kaldırmadan:
اَللَّهُمَّ لَا عَيْشَ إِلَّا عَيْشُ الْآخِرَه
“Allahım! Gerçek hayat ancak âhiret hayatıdır,” diyerek dua ediyordu.
Ancak ahiret yaşantısı vardır, dünya yaşantısı boştur.
O aleyhisselatu vesselam çok sıkıntı çekmişti, Mekke’nin fethini, bu zaferi sevinçle karşılayabilirdi ama sadece Allah’a karşı olan görevini yerine getirdiği için Mekke’ye o şekilde tevazulu girdi. “Bu fetih Allah’ın bir ikramı, benim değil.” Mana buydu ve söylediği tek şey; “Sadece ahiret yaşantısı vardır.”
İnsanoğlu çok nankördür, hakikati bildiği ve etrafında ölümleri gördüğü halde yine dünyaya dalıp hakikati unutuyor. Bu da nefsin eksikliği, acizliğidir.
Düşündüğümüz zaman bütün Peygamberler Resulallah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şefaatine muhtaçtır. Hepsinin imamı, rehberidir ama o bile bu kadar eziyet ve sıkıntı çekmiş.
İslam hizmeti yaparken insan etrafının kalabalık olmasını ister, zahmet çekmeden hizmetini yapmak ister. Zahmet çekeceğiz, bizi kınayanlar, azarlayanlar, beğenmeyenler, hoş karşılamayanlar olacak. Kimse gelmeyecek yalnız kalacağız. Bunların hepsi nefsimizin terbiyesidir. Biz isteyince değil, Allah-u Zülcelâl isteyince insanlar hidayete erecekler. Biz sadece anlatmakla mesulüz.
Hz. Hatice annemiz, Hz. Ebubekir, Hz. Ali radıyallahu anhum ecmeyin gibi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin etrafındakiler Müslüman olduktan sonra, Allah-u Zülcelal O’na aleyhisselatu vesselam emir buyurdu:
“Yakın akrabalarını uyar (davete onlarla başla) Ve sana tabi olan müminlere karşı da kol kanat ger, onlara sahip çık.” (Şuara; 214-215)
Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz Safa Tepesi’ne çıkıp:
“Ya sabbah! Ya sabbah!” diye seslendi. Bu sesleniş şeklini savaş gibi önemli bir duyuru olduğu zaman insanlar kullanırlardı. Ve bütün insanlar toplanıyor.
Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz herkes etrafına toplandıkları zaman,
“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”
Onlar da hiç düşünmeden:
Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselamın emin sıfatından dolayı, hiçbir yalanını ve olumsuz olan bir şeyini görmedikleri için, “–Evet inanırız!” dediler. Bunun üzerine Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz de Allah-u Zülcelal’in emrini yerine getirir ve:
“Sizi Allah’a, imana davet ediyorum. Bu putları bırakmanızı istiyorum ve ben Allah’ın bir elçisiyim.” buyurdu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellemin bu hitâbına, orada bulunanlardan umûmî bir îtiraz gelmedi. Yalnız amcası Ebû Leheb en büyük darbeyi verdi ve ona beddua etti.
Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin tek suçu elçi olmasıydı. Yahudiler kendi soylarından gelmediği için karşı çıktılar ve Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın Peygamberliğini kabul etmediler.
Ebu Cehil’in konumundan dolayı ona tabi olan çok insan vardı. Bu nedenle Resulullah Efendimiz’e inanmayan çok kişi oldu, O irşadıyla kalmış oldu.
Bakıldığı zaman Allah-u Zülcelal Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme irşada kendi akrabalarından, yakın olanlarından başlamasını ve bu yakın olanlara, kendisine iman edip tabi olanlara da kol kanat germesini emretmiştir. Bu, bizler için de geçerlidir. Yakın olanların birbirleri üzerinde çok hakkı vardır. Bu nedenle de insanın birbirini manevi yönüyle de uyarıp destek olması büyük bir haktır. Allah-u Zülcelal’in yanında müslüman kardeşliği öz kardeşlikten daha makbuldür.
Allah’ın emir ve yasakları konusunda bilgi sahibi olan insanların hali bile malum iken dışarıda okumamış insanların hali nasıldır? Bu nedenle bizler önce kendimizden, aile, yakın akraba ve komşularımızdan, sonra da dışarıda olan kardeşlerimizden mesulüz.
Seyda Muhammed Konyevi rahmetullahi aleyh Hazretleri yıllar önce birinin intiharını duyduğunda uzun uzun düşündükten sonra: “Eğer biz daha çok çalışsaydık belki ona da ulaşırdık ve onu bundan men edebilirdik. Demek ki az çalışmışız.” buyurmuş ve o kişinin intiharından kendini mesul tutmuştur.
Her Şeyin Bir Zekâtı Vardır
Allah-u Zülcelâl eğer bizlere bir ikramda bulunduysa bu ikramın da bir zekâtı vardır. Şah-ı Nakşibend hazretleri kuddise sırruh:
“Her şeyin zekâtı vardır. Aklın zekâtı da tefekkür etmektir.” buyurmuştur.
Düşüneceğiz, “Dünyaya niçin geldim? Şimdiye kadar neler yaptım? Allah-u Zülcelal benden ne istiyor? Ben kimin huzuruna çıkacağım? Nasıl hesap vereceğim?” diye tefekkür edeceğiz.
Bunların hepsini düşünmemiz gerekiyor. Tefekkür edilmediği taktirde insan -hâşâ- hayvanlar gibidir. Çünkü onlarda tefekkür, akıl kullanma yoktur.
O yüzden bizim tefekkür etmemiz şarttır. Tefekkür etmediğimiz taktirde, Allah muhafaza etsin, insan aslına dönmemiş oluyor.
Buhari’den rivayet olunan bir hadisi şerifte Resulullah Efendimiz şöyle buyurdu:
‘’ Allah-u Zülcelal bir kuluna anlatma yeteneği, insanları uyarma kabiliyeti verir de o kul halkla samimiyetle kucaklaşmaz ise cennetin kokusunu alamaz.’’
Yani kul yeteneği ve imkanı olduğu halde kendi tembelliğinden, kendi heva heveslerinden dolayı İslam hizmeti yapmazsa Allah-u Zülcelal ona cenneti görmeyi nasip etmeyeceği gibi o kişi cennetin kokusunu dahi alamaz.
Bu nedenle gücümüzün yettiği kadarıyla bülbül gibi şakımamız gerekir. Seyda Muhammed Konyevî hazretleri şöyle söylerdi:
“Allah’ı tanırsak, Allah’ı her yerde anlatırız. Eğer tam anlamıyla tanıyıp sevemezsek anlatma konusunda eksik, aciz kalırız.”
Seyda Feyzullah Konyevi rahmetullahi aleyh hazretleri:
“Tevbe ettiğimiz zaman bu tövbeyi şöyle düşünmemiz gerekiyor. Allah-u Zülcelal beni affedecek diye değil, Allah beni affetti diye, kesin beni affetti diye düşünmek lazım.” buyurdu.
Allah azze ve celle hakkında hakkında böyle hüsnü zan beslemek lazım. Allah-u Zülcelâl buyurdu ki;
“Bana dua edin, size icabet edeyim.” (Mü’min; 60)
Dua edildiği zaman; “Duam kesin kabul oldu,” diye niyet etmek lazım. O hüsn-i zan kabul ettirir.
“Olacak mı ki acaba? Allah kabul eder mi ki acaba?” diye insan Allah’a karşı bir mesafe koyduğu zaman, zaten o duanın neticesini göremez. Tevbe de aynı şekildedir.
İnsan hayır niyetiyle yola çıkarsa Allah-u Zülcelâl cennetin yolunu, hayır yollarını ona kolaylaştırır.
Bizler de hayır için harekete geçtiğimizde:
“Allah-u Zülcelal bütün hayır yollarını bana açmıştır, (açacaktır değil açmıştır). Ben bundan sonra Allah’ın izniyle bütün hayırların içerisindeyim,” deyip Allah’a karşı bir hüsnü zan beslememiz gerekir. Çünkü Allah-u Zülcelal ayeti kerimede buyuruyor ki; “Eğer siz hayrı murad ederseniz, bütün hayır yollarını Allah kolaylaştırır. Eğer şerri murad ederseniz, onun için uğraşırsanız Allah-u Zülcelal size şer olan şeyleri kolaylaştırır.”
Birbirimizi Allah İçin Sevmeliyiz
Allah için yapılan ziyaretler, toplantılar nefse ne kadar ağır gelse de Allah-u Zülcelâl’in yanında çok kıymetlidir. Çünkü bu amellerde dünyalık bir şey yoktur.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tesbih ederler.” (Nûr; 36)
O kişiler Allah’ın şanını yükseltmek için toplanırlar. İbn Abbas radıyallahu anh bu ayeti kerimenin tefsirini yaparken buyurdu ki, “Ben bu ayetin tefsirini şu şekilde tevil ettim, ‘nasıl ki gökyüzündeki yıldızlar yeryüzünü aydınlatıyorsa Allah-u Zülcelal’in anıldığı, yeryüzünde Allah için toplanılan yerler de gökyüzünü öyle aydınlatır.”
Sohbet yapılan mekanlar, medreseler, dergahlar, camiiler vb. bu ayetle bakıldığında gökyüzünün yıldızları misalidirler, gökyüzünü aydınlatırlar ve kıymetlidirler.
Bu mekanlar dünyalık herhangi bir menfaat ve şahsi bir çıkar olmadığı için sadece Allah-u Zülcelâl için toplanıldığından Allah’ın yanında çok kıymetlidir.
Bir hadis-i şerifte buyrulur ki:
“Allah’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehît de değildirler, fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîtler imrenerek bakacaklardır.”
Ashâb-ı kirâm:
“–Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim, yâ Resûlallâh!” dediler.
Resûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabâlık, ne de ticâret ve iş münâsebeti olmaksızın, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallâhi yüzleri bir nûrdur ve kendileri de nûrdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzûn oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler” buyurdu ve peşinden şu âyeti okudu:
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar ki Allah’a îmân etmişlerdir ve hep takvâ ile korunur dururlar. Onlara dünya hayatında da, âhiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Yûnus, 62-64) (Hâkim, Müstedrek, IV, 170)
Bakıldığı zaman bu, insan için zor bir şey değildir. Kalbimizde taşıdığımız güzel bir haslet cennette Peygamberlerin dahi imreneceği en yüksek makam oluyor.
İbadet normalde bir zahmet ister, abdest alman, vakit ayırman gerekir. Kıbleye yöneleceksin, hazırlanacaksın. Namazı kılacaksın ama kalpte taşıdığın o güzel haslet, senin o yaptığın amelden, Allah’ın farz kıldığı bir şeyden daha kıymetli. Cennette en yüksek mertebe veriliyor, zor değil. Sadece insanın güzel düşünüp kalbine o güzel hasletleri koyması gerekir. Tabii bunun için de cehd, gayret lazım.
Bizler Allah için bir araya gelmezsek, bir araya geldiğimizde de Allah’tan bahsetmezsek o muhabbet hasıl olmaz. Sadece dünyalık, bir şeyler yenilip içilmek için toplanmakla makam elde edilmez. O makamlar Allah’tan bahsedilirse kazanılır Allah’ın izniyle.
Kudsi bir hadiste Allah-u Zülcelal buyuruyor ki;
“Benim için birbirlerini sevenlere benim muhabbetim vaciptir. Ben de onları öyle severim. Benim için birbirleriyle oturanlar, beraber oturanlar, benim için birbirini ziyaret edenler. Ve benim için birbirlerine ikramda bulunanlara benim muhabbetim vaciptir.” (Muvatta’, Şa’r 16)
Bu nedenle niyetimizi alıp oturduğumuz yerleri de o sohbet alanına çevirmemiz, Allah-u Zülcelal’den bahsetmemiz gerekir. Hedefimiz her zaman daha fazla insanlara ulaşmak olmalıdır.
Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh buyurdu ki:
“Allah-u Teâlâ bir kulu severse, sevdiğine gönderir. Terbiye ettirir, azametine yakışacak şekilde ona edep öğrettirir ve nihayet onu sever.”
Bir kulunu Allah-u Zülcelal severse, onu sevmeyi murad ettiyse, onu muhafaza etmesi için kendi sevdiklerine gönderir. Bu nedenle Allah-u Zülcelal bizleri bu tür mekanlarda tanıştırdıysa nasiplendirdiyse o zaman bizim de bunun kıymetini bilmemiz gerekir. Tek engelimiz nefsimizdir.
Allah-u Zülcelal hepimizi gafletten uyandırsın, birbirimize hakiki manada yardımcı olmayı nasib etsin. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ