Hz. Peygambere Hakarete Abdulhamid Han’ın Müdahalesi

  • 05 Şubat 2015
  • 1.316 kez görüntülendi.
Hz. Peygambere Hakarete Abdulhamid Han’ın Müdahalesi
REKLAM ALANI

Ecdâdımız, İslâm’a, Peygamberimize ve diğer kutsal değerlere hürmet, muhabbet ve hizmeti varlık sebebi olarak görmenin yanında, onları Batı’dan gelen her türden tahripkâr ve tecavüzkâr saldırılara karşı müdâfaa ve “dinin izzetini” muhafazayı da boyun borcu olarak telâkki etmiştir.

Evet, tarihin bu en ibretli sayfaları; Osmanlı’nın ve onun en ileri gelen temsilcilerinden II. Abdülhamid Han’ın, İslam’ın kutsal değerlerini koruma ve savunmadaki titizliklerini gözler önüne sermektedir.Onların bu hassasiyet ve tavırları, bütün Müslümanlar ve hakkaniyet ehli için en güzel örnek olarak karşımızda durmaktadır.

Osmanlı, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ve O’nun kutsal beldesine karşı, sonsuz muhabbet, hürmet ve sadâkâtini büyük bir hassasiyetle muhafaza etmiş ve devletinin en muhkem kâidelerinden biri hâline getirmiştir. Peygamberimize hürmet ve muhabbet, soylu ceddimizin en mümeyyiz vasfı ve şiârı olmuştur. Hatta bunu, devlet çapında bir ciddiyet ve duyarlılığa bürümeyi meziyet bilmişlerdir.

REKLAM ALANI

Abdülhamid’in derin hassasiyeti

Hazret-i Peygambere ve O’nun davasına, ceddi Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi, en fazla gönül verip, kendini adayan ulu hakanlardan biri de cennet mekân Sultan II. Abdülhamid idi. Abdülhamid Han, Peygamberimize olan engin tazim ve muhabbetini, kutsal beldesine hizmetler götürmekle ve İslâm Birliği gâyesini gerçekleştirmeye çabalamakla göstermeye çalışmıştır.

Hicaz bölgesiyle münasebetleri kuvvetlendirmek ve mukaddes topraklarla aradaki mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu bunun en güzel ifadesi olmuştur. Bu projenin gerçekleşmesi için pâdişah, 50 bin lira bağışta bulunmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı esnada, Sultanın verdiği şu özel talimat; onun Hazreti Peygamber’e olan sevgi, saygı ve bağlılıktaki hassasiyetini sergilemesi açısından müthiş bir misâldir: “Mümkün olan aletlerin üzerine keçeler sarınız ki, fazla gürültü olmasın ve Ehl-i Beyt’in ve burada yatanların ruhları rahatsız olmasın!.”

Osmanlı padişahları, Resûlullah’ın, Ehl-i Beyt’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini ihyâ edip hatıralarını günümüze kadar taşımaya da öncülük etmişlerdir. Mesela Sultan Abdülhamid, Hz. Peygamber’in kabr-i şerifi üzerindeki yeşil kubbe (Kubbetu’l Hadra) üzerine 24 ayar som altından bir âlem diktirmiştir.

Efendimize Hakaretleri önlemesi

Ecdâdımız, İslâm’a, Peygamberimize ve diğer kutsal değerlere hürmet, muhabbet ve hizmeti varlık sebebi olarak görmenin yanında, onları Batı’dan gelen her türden tahripkâr ve tecavüzkâr saldırılara karşı müdâfaa ve “dinin izzetini” muhafazayı da boyun borcu olarak telâkki etmiştir. En güçsüz ve buhranlı zamanlarında dâhi bu yüce gâyeden vazgeçmemiştir. İngiltere ve Fransa’da, mukaddesata hakaretlerle dolu çirkin tiyatrolara müdahalede, Sultan Abdülhamid’in şahsında soylu ceddimizin, ne denli dakik ve duyarlı olduğunu uluslararası platformda cereyan eden şu hâdiseler açıkça göstermektedir:

Fransız Yazar Volter, 1741’de “Peygamber Muhammed yahut Taassub” (Fanatisme, ou Mahomet le prophéte) isimli piyes kaleme almış ve bunu Paris’te sahneye konmuştu. Piyesin tepkiye sebep olan en dikkat çekici özelliği, İslâm’ı ve Peygamber Efendimizi “fanatizmle” itham ederek küçük düşürmeye mâtuf olmasıydı. Abdülhamid, oyunu duyar duymaz elçilik vasıtasıyla harekete geçmiş ve oyunun durdurulmasını; aksi halde bunun bir siyasî mesele yapılacağını Fransız Hükümeti’ne ulaştırmıştı. Fransızlar piyesi kaldırmışlar; lâkin bu seferde aynı oyunun, İngiltere’ye geçip Londra’da sahnelenmesine mani olunamamıştı.

Bu kez Abdülhamid, Fransızlara çektiği ültimatomu aynen İngiliz Hükümeti’ne de gönderecekti. İngiltere Hükümeti ise geç kalındığı, biletlerin çoktan dağıtıldığı; esasen böyle bir hareketin vatandaşların hürriyetine tecavüz olacağı karşılığını vermişti. Fakat Sultan, tekrar öyle bir ültimatom yazacaktı ki, İngiltere’ye tiyatroyu hemen durdurmaktan başka çare kalmayacaktı. Abdülhamid, şöyle demişti: “Müslümanların Halifesi olarak, ‘İngilizler Peygamberimizi karalayıcı hakaretler ediyorlar’ diye İslâm Âlemi’ne bildiri göndereceğim! Büyük Cihad ilan edeceğim!.”

Yine Fransa’da yaşanan bir başka hâdise de şöyle tezahür etmiştir: Fransız Yazar Mr. de Bornier, “Muhammed” isimli 1800 mısralık manzum bir dram-komedi yazmış ve bunu Franz Tiyatrosu’na 1888’de kabul ettirip programına aldırmaya ve sahne provalarının da 1890’da başlatılmasına muvaffak olmuştu.

Piyes, peygamberimizi sahnede gösterdiği gibi, O’nu ve İslâm Dini’ni aşağılayıcı bir muhtevaya sahipti. Abdülhamid, duruma derhâl müdahale ederek bütün Fransa’da oyunun temsilini, her zaman olduğu gibi yasaklatmayı yine başarmıştı. Emeline Fransa’da ulaşamayan yazar, bu defa piyesini İngiltere’de oynatmak için meşhur İngiliz aktör İrvinç ve Londra Lyceum Tiyatrosu ile anlaşma yoluna gitmişti. Abdülhamid, bu teşebbüsün de önüne geçebilmişti; fakat Bornier, teslim olacak, alternatif arayışlardan vazgeçecek bir kişi değildi.

Piyesin yazar ve organizatörleri, Avrupa’da sahneye koyamadıkları oyunu, İngiliz organizatör Halkin kanalıyla, Amerika’nın New York ve Chicago şehirlerinde oynatma yönünde girişimde bulunmaktan da geri durmamışlardı. Amerikan medyasını yakın takibe aldıran Abdülhamid, 1892 sonlarında Osmanlı’nın Washington Büyükelçisi Mavroyani aracılığıyla etkili bir mücadele vermiş ve Bornier’e üçüncü kez haddini bildirmişti. Bornier, 1893’te Fransız Akademisi’ne seçilmesiyle birlikte son kez girişimde bulunmuş; ancak hâriciye vekili ve aktörlerle anlaşma yapıldığı ve oyunun oynanacağı haberinin gazetelerde yer aldığı bahane edilmesine rağmen, diğerleri gibi bu hareket de akim kalmış ve Bornier bir defa daha hüsrana uğramıştı.

ABD’deki Etkinliklere Müdahalesi

Abdülhamid’in diğer bir müdahalesi de ABD’nin Chicago şehrindeki fuara olmuştur. Amerika’nın keşfinin 400. Yıldönümü münasebetiyle düzenlenen fuara ABD Hükümeti Osmanlı’yı da davet etmişti. Fuarın Osmanlı’ya ayrılan bölümünde, bir “Türk Köyü” kurulmuş; cami inşasının yanı sıra, çeşitli el sanatlarının, bina ve gemi maketlerinin teşhir edildiği bir pavyon düzenlenmişti.

Washington’daki Osmanlı Büyükelçisi Mavroyani Bey, fuarı bizzat gezmiş ve gördüğü bir aksaklıkla ilgili teşebbüslerini İstanbul’a bildirmişti. Kendisi de bir Hıristiyan olan Büyükelçiye göre; “Bu girişim, İslâm’ın mukaddes unsurlarından biri olan câmiyi bir gösteri malzemesi gibi, ücret karşılığı seyirciye sunmak anlamına gelmektedir. Bu ise kabul edilemez” idi.

Büyükelçimiz, ABD Dışişleri Bakanı’na gönderdiği notayı şu uyarıyla bitirmişti: “Anayasa gereği, Amerika’da bütün dinlere saygı gösterildiğinden, bu duruma izin verilmeyeceğine inancım tamdır. Binaenaleyh, Müslüman olmayan bazı şahısların, dost bir ülkenin dinî duygularını asla dikkate almayarak, yalnız kendi menfaatleri için bir cami-i şerif yapmalarının önlenmesi için notanın Chicago’daki mahallî idarecilere tebliğini rica ederim.” Sonuçta, ABD Dışişleri Bakanlığı, olaya el koymuş ve mesele halledilmiştir.

Chicago’daki hâdise henüz kapanmadan bu sefer New York’da dinî ve millî hassasiyeti tahkir edici başka bir gelişme daha yaşanmıştı. Mısır’da ticaretle meşgul olan Molla adlı üç şahıs, Amerikan ahâlisine para karşılığı derviş âyinleri göstermek üzere, birkaçı derviş ve çoğunluğu ayak takımından yaklaşık 30 kişilik bir grupla sözleşme yaparak onları New York’a götürmüşlerdi.

Büyükelçi Mevroyani Bey, İslâmî bir zikrin sokak gösterisi şeklinde sunulmasına müsaade eden ABD Hükûmeti’ni protesto ederek şu notayı çekmişti: “Bu âyinlerin New York halkı huzurunda icrâsına İslâm Dini müsaade etmez. Müslümanları tahkir kabul edilebilecek bu tür faaliyetlerin yasaklanması için New York’taki mahallî yöneticilere ihtar lâzım geldiği kanaatindeyim.” Kısa bir süre sonra Mavroyani Bey, ABD yönetiminin cevabını beklemeden meseleyi kendi başına çözmüş ve yol masraflarını cebinden karşılamak suretiyle söz konusu grubun Osmanlı ülkesine geri gönderilmelerini sağlamıştır.

Evet, tarihin bu en ibretli sayfaları; Osmanlı’nın ve onun en ileri gelen temsilcilerinden II. Abdülhamid Han’ın, İslam’ın kutsal değerlerini koruma ve savunmadaki titizliklerini gözler önüne sermektedir. Onların bu hassasiyet ve tavırları, bütün Müslümanlar ve hakkaniyet ehli için en güzel örnek olarak karşımızda durmaktadır.

Kaynaklar:

Ahmet Uğur, “Osmanlılarda Kâ’be Sevgisi”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Haziran 1999, Sayı:63.

Ahmet Uğur, “Milletimizin Ehl-i Beyt Sevgisi”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Ocak 1998, Sayı:46.

Ahmet Uçar, “İslâm’a Hakarete Karşı Acil Müdahale”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Nisan 2002, Sayı:27.

Ahmet Uçar, “Avrupa Sahneleri Osmanlı’nın Denetiminde”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Kasım 1998, Sayı:56.

Ahmet Uçar, “ABD’de Son Perde”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Temmuz 2002, Sayı:30.

Ahmet Uçar, “Osmanlı’dan ABD’ye Nota!”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mart 1999, Sayı:60.

Melek Uyarıcı, “II. Abdülhamidi Doğru Tanımak”, Konya Osmanlı Özel, 24 Mart-Nisan 1999, Sayı:24.

İsmail Çolak, Doğu-Batı Kavşağında Osmanlı, İstanbul, 2004, Gelenek/Okul Yayınları.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ