İhsan ile Rabbe Kulluk Bilinci!…

  • 07 Ocak 2021
  • 856 kez görüntülendi.
İhsan ile Rabbe Kulluk Bilinci!…
REKLAM ALANI

İhsan ile hareket edenler, “Allah, her an beni görmektedir, her yaptığımı bilmektedir, benim kalbimden geçenlerden bile haberdardır.” duygularını taşıyacaklardır.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, fani olanların görmesinin önemli olmadığını, Baki olanın görmesinin yeterli olacağını hatırlatıyor.

REKLAM ALANI

Allah Zülcelâl’i görüyormuş gibi O’na ibadet etmek, Allah’ın bizi murakabe ettiğini düşünmek, Allah’ın kullarına çok yakın olduğunu sürekli hatırda tutmak büyük bir iştir.

Muhsin insan bir lahza bile olsa Allah’ı unutmaz. Darlıkta varlıkta, hastalıkta ve sağlıkta kısacası En iyi ve en kötü günlerinde bile.

İhsan bilinci insan hayatında var olan boşlukları doldurur. İnsanı daha dikkatli ve titiz davranmaya sevk eder.

Hayatımızın ihsan üzere olup olmadığını sürekli kontrol etmeliyiz. Bilmeli ve idrak etmeliyiz ki, bizim dışımızda hayatlarımız üzerine hesaplar yapan nice muhasipler var.

İhsan ile Rabbe Kulluk Bilinci!…

Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, Üstadı Üftade kuddise sirrahu Hazretlerinin hizmetindeyken talebe arkadaşlarının arasında, üstadının yanında ayrı bir yeri vardı. Üftade Hazretleri, onunla ilgilenir ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi. Bazı talebeleri bu durumu çekemezler ve Üftade Hazretlerine derler ki:

– Onun bizden ne farkı var?

 Talebelerin bu halini sezen Hazreti Üftade, onları imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırdı, ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip:

– Bunu, gidip kimsenin görmediği bir yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım, keserken kimsenin sizi görmemesi ve yalnız olmanızdır. Kim daha çabuk gelirse, benim en çok takdirimi o talebem kazanmış olur, buyurdular.

Bıçakla tavuğu alan talebeler süratle etrafa yayıldılar ve kendilerine göre, gizli birer yer bularak kesip getirdiler. Fakat hayli zaman olmasına rağmen Mahmud ortalıklarda yoktu. Nihayet elinde canlı tavuk olduğu halde kesmeden çıkıp geldi. Üftade sordu:

– Bu zamana kadar neredesin? Niye kesmedin? diye…

 O zaman daha talebelik yıllarını yaşamakta olan daha sonra büyük bir mürşid olacak olan Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri şöyle cevap verdi :

– Hocam, sizi beklettiğim için özür dilerim. Lâkin ben, nereye gittiysem beni kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım. En kapalı bir yer dahi bulsam iyi biliyordum ki Allah-u Zülcelâl beni mutlaka görüyordu, dedi.

Tabii bu hâdiseden sonra, anladılar diğer talebeler, hocasının neden en çok onu sevdiğim ve onunla daha fazla niçin alâkadar olduğunu… Başlarını önlerine eğip hata ettiklerini anladılar. Çünkü Allah’a gizli olan hiçbir mekân ve zaman yoktu.

“İhsan”, yapılması gereken şeyi en iyi şekilde bilme ve güzel bir şekilde yerine getirme, başkasına iyilik etme, Allah’a kulluk, her görevi en iyi şekilde, önemseyerek, hakkıyla ve lâyık vechiyle yapma anlamına gelmektedir. Diğer taraftan ihsanın, amellerdeki ihlâs ve murakabe yani Allah’ın insanları görüp gözetmesi anlamına geldiği de söylenmiştir. Cibril hadisinde geçen, “İhsan” kavramının, başka bir rivayette, “Allah’tan, O’nu görüyor gibi sakınmandır.”  Şeklinde zikredilmesi de bu yaklaşımı teyit etmektir.

Buna göre ihsan, kişinin kulluk görevini yerine getirirken Allah’ın kendisini gördüğünü, davranışlarını gözetlediğini hissetmesidir. Bu şekilde ihsan ile hareket edenler, “Allah, her an beni görmektedir, her yaptığımı bilmektedir, benim kalbimden geçenlerden bile haberdardır.” duygularını taşıyacaklardır.

İhsanın bu anlamı, Rabbimizin “el-Basir” sıfatının bu kavramla ilişkilendirilmesidir. Allah-u Zülcelâl Basir olandır. Gizli-açık, karanlık-aydınlık, büyük-küçük her şeyi her haliyle bilen ve müşahade edendir.

Lokman aleyhisselam’ın, oğlunun şahsında bütün Müslümanlara ettiği nasihatinde de görüldüğü gibi, yapılan iş bir hardal tanesi kadar bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah-u Zülcelâl, o işi görür, bilir ve onu açığa vurur. (Lokman 16)

Burada dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de bu yeni anlamın, kavramın önceki anlamıyla da (iyilikte bulunmak, yardım etmek) irtibatlı olmasıdır. Şöyle ki; iyilikte bulunmak, yardım etmek, insanlar görmediği zaman daha samimi ve güzeldir. Ama insan bir şekilde iyilik yaptığını göstermek ya da söylemek ister.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bu tarifi insanın bu gereksinimini de karşılayarak, Rabbimizin her şeyi gördüğü gibi yapılan iyilikleri de gördüğü şuurunu insana kazandırıyor. Yani, fani olanların görmesinin önemli olmadığını, Baki olanın görmesinin yeterli olacağını hatırlatıyor.

“Gözler O’nu göremez, O bütün gözleri görür. O Latif’tir, haberdardır.” (En’am; 103)

İbadette Kalp Hassasiyeti

“İhsan” insana ince bir düşünce ve hassasiyet duygusu kazandırır. İnsanı saflaştırır, arındırır ve her an Rabbinin huzurunda olma duygusu ile olgunlaştırır. Bütün amellerin, ihlâs ve samimiyetle en iyi şekilde yerine getirilmesini sağlar.

Hz. İbrahim aleyhisselam, Hanımı Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’i, Rabbi’nin murakabesinin rahatlığıyla Mekke’nin ıssız çölüne bıraktı. Hz. Hacer annemiz o çölde yavrusuyla tek başına kaldığında Allah’ın murakabesiyle teskin oldu. Daha sonra Hz. İsmail aleyhisselam bu şuurla bıçağa boynunu uzattı.

Hz. Yusuf aleyhisselam kuyunun dibinde, Hz. Yunus aleyhisselam balığın karnında bu murakabeden haberdar bir şekilde beklediler. Bu kıssalar ihsan kavramını anlamamız açısından güzel örneklerdir.

Bu kıssalardan hareketle hayatımızda “ihsan”ın olmadığı bir zaman dilimini yaşanmamış kabul etmeliyiz. İhsan eksenli yaşamak suretiyle, günah işlemeye açık uzuvlarımızı kontrol altına almalıyız. Bu bilinçle kalbimizi, aklımızı, gözlerimizi, el ve ayaklarımızı muhafaza etmeliyiz.

Hz Mevlana ne güzel demiş “Senin dünyaya bakan penceren kirli ise, benim çiçeklerim sana çamur görünür”.

Gönül penceremizi temiz tutmamız gerek.  Bu minval üzere yaşayarak, yaratılış gayemizin dışına çıkmamalıyız. Rabbimiz bizi yoktan var etmiş, türlü hallerle imtihana tabi tutarak denemektedir. Bu denemelerin nihai maksadı, hangimizin daha güzel ameller işleyeceğini ortaya çıkarmaktır.

Meşhur Cibril hadisinden öğrendiğimiz üzere “ihsan” kavramının anlamlarından biri de Allah-u Zülcelâl’i görüyormuş gibi ibadet etmektir. Bizler, O’nun zatını bu dünyada göremesek de O’nun bütün gözleri gördüğüne iman ediyoruz.

Allah Zülcelâl’i görüyormuş gibi O’na ibadet etmek, Allah’ın bizi murakabe ettiğini düşünmek, Allah’ın kullarına çok yakın olduğunu sürekli hatırda tutmak büyük bir iştir. İnsanın bu yüksek makama bir anda ulaşması oldukça zordur. Peki bu mertebeye ulaşmak için ne yapmak gerekir?

Her şeyden önce insan o noktaya ulaşmak için bir ideal ve gaye haline getirmelidir. Sonrada oraya götüren yolları aramalı, o yola koyulmalı, bu yolda ihsan mertebesini elde eden velileri örnek ve rehber edinmeli, onlarla beraber kulluk görevlerini ifa etmelidir.

İbadet sanatında ustalaşmak için, Allah dostları olan Mürşid-i kamiller İslam dininin en kıymetli ilimlerinden “İhsan” ilmini öğretirler.

Tasavvufta seyri sülûkun hedefi, kalbin ihsan mertebesine ulaşmasıdır. Nitekim büyük veli Şah-ı Nakşibend kuddise sırruhu şöyle demiştir:

“Bu yoldan maksat ve ele geçen şey, devamlı Allah-u Zülcelâl’in huzurunda olmaktır. Ashabı kiram zamanında buna ihsan ismi verilmişti. Bu yolda ilerleme esnasında, nefsin arzularını yok etmek, nurlara ve hallere gömülmek, fena ve beka makamlarına ulaşmak, üstün ahlak ile ahlaklanmak gibi on makam ele geçer.”

Demek ki kalbin ihsan mertebesine ulaşması için ibadet ustalarından feyz almakla ve nafile ibadetlerle, zikirle, takvaya riayet etmekle kendimizi yetiştirmeliyiz. Bu yoldan mümkün olduğu kadar manevi diriliş vesilelerinden istifade etmek gerekir.

Büyüklerin sözü sözlerin büyüğüdür. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri diyor ki:

“Bedenin hastalığı ağrı ve sızılarla belli olur. Kalbin hastalığı ise günahlarla ortaya çıkar.

Beden hastayken yemeğin tadını nasıl alamazsa, kalp de günah batağındayken ibadetin lezzetini hissedemez.”

Malumdur, insan içinde bulunduğu muhitten etkilenir. İnsanlar günah işlenen yerlerde günaha meylettikleri gibi, ilim öğrenmeye, sohbetlere, zikir meclislerine gittiği zaman da etkilenirler ve insanı ilahi bir huzur kaplar. Bunun gibi her türlü vesile ile kalbimizi gafletten, kasvetten ve vesveselerden arındırarak maneviyat ile diriltmenin derdinde olmamız gerekir.

İhsan İyiliktir

İhsan, aynı zamanda iyilik etmektir; insanlara ve hatta bütün yaratıklara karşılık beklemeden infak ve her çeşit iyilik etme erdemliliğidir.

İhsan, kötülük edene de iyilikle karşılık vermektir. İhsan, bir yönüyle kişisel olgunluğu hedefler, Cibril hadisindeki Allah’ı görür gibi ibadet etmek ve O’na yönelmek, kâmil insan olmak, ihsanın bu anlamıdır. Diğer yönüyle de toplumun kemali ve güzelleşmesini hedefler; iyilik ve infak gibi anlamlar bunu gösterir.

İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda ise daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılıkta bulunmak anlayışı vardır.

İhsan bilinci insan hayatında var olan boşlukları doldurur. İnsanı daha dikkatli ve titiz davranmaya sevk eder. Her daim Allah’ın gözetimi altında olduğunun bilincinde olan insan, diğerlerinden farklıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’de ihsan ile hareket edenlere “Muhsin” denilmekte ve bu kimselerin bazı özelliklerine değinilmektedir:

“İşte bu ayetler, hikmet dolu Kitabın ayetleridir. Muhsin olanlara (iyilik yapanlara) bir hidayet ve bir rahmettir. Onlar ki namazı kılarlar, zekâtı verirler. Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar.”  (Lokman, 31/2-4)

“Onlar, Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerindedirler.”  (Lokman, 31/2-5)

“Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar.”  (Al-i İmran, 3/134-135)

Neticede de Allah katında bu amellerinden dolayı mükâfatlandırılırlar. (Zâriyât, 51/15-16)

Böyle bir insanın hal ve hareketleri, özgüveni, cesareti, ticareti, ikili ilişkileri, komşuluğu, aile hayatı ve toplumsal bakışı vb. kendine özgü, ihsan üzeredir. Çok iyi bilir ki, sürekli murakabe altındadır. Dolayısıyla dikkatli ve ölçülü davranır.

Allah Azze ve Celle ihsan üzere yaşayan insanın hayatının merkezindedir. Muhsin insan bir lahza bile olsa Allah’ı unutmaz. Darlıkta varlıkta, hastalıkta ve sağlıkta kısacası En iyi ve en kötü günlerinde bile. Bu davranış ise insanı dengeli bir kulluk yapmaya götürür.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayatına baktığımızda bu dengeyi net bir şekilde görüyoruz. Efendimiz, en zor ve kolay zamanlarında hep Rabbimize ram olmuştur. Bunu hicret yolunda bir durak olan Ssevr mağarasında görebiliyoruz.

“Siz peygambere yardımcı olmasanız da Allah ona yardımcı olacaktır. Nitekim inkârcılar iki kişiden biri olarak onu yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına “tasalanma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin görmediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 40)

Efendimizin mağaradaki bu sakin ve rahat tavrının sebebi, ihsan sahibi olmasıdır. Efendimiz 13 yıl boyunca Mekke’de Sünnetullaha uygun bir biçimde hareket ederek insanları İslam’a davet etti. Neticede Mekke’de yapacak bir şey kalmayınca gerçek bir mütevekkil olarak hicret yoluna çıktı. Çok iyi biliyordu ki, Allah’ın himayesindeydi. Tasalanmak yersiz ve gereksizdi. Neticede Rabbi onu nasipsizlere bırakmadı onu korudu ve kolladı.

Mekke’den bu şekilde çıkan Efendimiz aleyhisselatu vesselam yaklaşık on yıl sonra bu şehre bir fatih olarak girdiğinde, yani en mutlu gününde yine Rabbinin gözetim ve denetiminde olduğu bilinciyle, Rabbini tesbih ederek ve O’na hamd ederek şehri teslim alıyordu.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem,

“İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik ederiz diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin.” (Tirmizî, Birr, 63) buyurur.

Buna göre insanların kendi aralarında yaptıkları davranışların ihsan boyutuna ulaşması için karşılık beklenmeden sırf Allah rızası için yapılması gerekir.

Allah Resulü akrabalara karşı ihsan hususunda da “Faziletlerin en üstünü, seninle akrabalık bağlarını kesenle ilişkini sürdürmen, sana vermeyene vermen, sana kötü söz söyleyeni bağışlamandır.” (Ahmed ibn Hanbel, III, 439) buyurur.

Neticede ihsan, gerek ibadetlerin ve gerekse bütün davranışların Allah rızası gözetilerek, içtenlikle, karşılıksız, en güzel şekliyle yerine getirilmesi demektir. Bütün eylemlerin anlamlı ve değerli olmasının, kişiye ve topluma yararlı olmasının yolu da budur.

“Sözü dinleyip de ona en güzel bir şekilde uyanlar, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin kendileridir.”  (Zümer, 18) ayeti de sözün en güzeline ihsan ile uyanların hidayete eren akıllı kimseler olduklarını çarpıcı bir şekilde vurgulamaktadır.

Hayatımızın ihsan üzere olup olmadığını sürekli kontrol etmeliyiz. Bilmeli ve idrak etmeliyiz ki, bizim dışımızda hayatlarımız üzerine hesaplar yapan nice muhasipler var. Bunların en başında ise şeytan aleyhilla’ne bulunuyor. Hayatlarımızı düşmanlarımızın tuzaklarından ancak, sürekli bir denetim altında olduğumuz bilincini zerrelerimize kadar inanıp yaşayarak kurtarabiliriz.

Yaşamının her alanında yaratıcısının gözetim ve denetimi altında olduğuna, bir an bile olsa bunun dışına çıkamayacağı hakikatine kalbi mutmain olmuş bir kimse, hayatından Rabbinin sevmediği ve hoşnut olmadığı şeyleri uzaklaştırır. Böyle bir kimseye şeytan hiçbir şekilde yaklaşamaz ve bu kimse üzerinde etkili olamaz.

Kalp Huzurunuz ve umudunuz daim, ibadetleriniz kabul olsun. Selam ve Dua ile…

Selam ve dua ile…

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ