İslâmî Hayat İçin Yol Haritası Önerisi

  • 20 Mayıs 2017
  • 810 kez görüntülendi.
İslâmî Hayat İçin Yol Haritası Önerisi
REKLAM ALANI

Gençler Bunalımdan Nasıl Kurtulur?

Allah’a inanmak
fıtrattandır

İnsanoğlunun ruhunda merkezlenmiş, Allah Tealâ’nın varlığına inanmak, tabii ve zarurîdir, yani fıtrattandır. Hiçbir insan, Allah Teâlâ’nın varlığını ruhen inkâr edemez ve etmez. Ne var ki inandıktan sonra insan, doğru yoldan sapar ve bunalıma girer!

REKLAM ALANI

 

Temel olarak sapma yolları ikidir:

  1. Allah Teâlâ’nın varlığına inandıktan sonra, Allah Teâlâ’yı mahlûka (yaratılana), mahlûku Allah Teâlâ’ya kıyas ve benzetmektir.

Meselâ ilmin zirvesine çıkan Hegel gibi filozoflar; kendi nefislerindeki enaniyeti, yani benliklerini, ilâh zannettiler… Yahut ulûhiyeti kendilerinde kıyas ettiler. Nitekim Marks, ulûhiyeti sanata, sanatı da ulûhiyete kıyas ederek maddeyi ilâhlaştırdı.

 

  1. Beşerî gayelere ve nefsin hevasına uymaktan dolayı yoldan sapılır.

Meselâ Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah Teâlâ’nın varlığına inandıkları halde nefislerine uyarak: Yahudiler, Ulûhiyetin, kaya parçasıyla (Musa aleyhisselama gösterilen); Hıristiyanlar, İsa’nın beşeriyetiyle birleşebileceğini zannettiler ve bu zandan dolayı saptılar.

 

İşte bu zandan dolayı, kimisi cahil olan babalarına, kimisi riyaset ve servetçe güçlü olanlara uymakla yoldan sapar. Artık yoldan saptıktan sonra insan, neden korkarsa onu yahut neyi severse onu kendine hedef eder. Böylece, aklını ve şuurunu heder eder. Kimisi ırkçı olur; kimisi intikam peşine düşer; kimisi av peşine düşer, yani rızık…

 

Bu hedeflerin peşine düşmekle hak ve doğru yoldan uzaklaşmaya başlar. On yedi (veya 15) ile yirmi beş yaş arasında, hak ve gerçek itikattan uzaklaşmanın neticesinde, insan çırpınır… Ve bedeninin şehrinde sık sık inkılâplar yapar.

 

Bu inkılâb içerisine giren; Peygamber sallallahu aleyhi veselleme tam manasıyla uyan ve İslâm Dini’nden gerçek olarak anlayanlardan birine rastlarsa bunalımdan kurtulur, değilse yuvarlanır.

 

Bak Gayrimüslim bilginlerin çoğu, ya tımarhanede ya dağ başındadır… Ya da kurtuluş çaresini, eline aldığı ipte bulur! İntihar veya çıldırmanın sebebi, inkârdır, küfür ve yoldan sapmadır.

 

Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellemin zamanından itibaren şu ana kadar, hamdolsun hiçbir Müslüman âlim intihar etmemiştir.

 

İnkâr ve bunalımdan
kurtuluş

Hâsılı, bunalım, inkârın semeresi; inkârsa intiharın sebebidir. Bu iki ağır zarardan kurtulmanın çaresi, ‘La ilâhe illâllah Muhammed Resulullah’ın manasını bilmek; bilgi üzere inanmak ve inancı tatbikata geçirmektir. İşte bu da insanın İslâm’a gönül bağlaması; inanması demektir.

 

İman ise iki kelime üzerine kuruludur: “Lailahe illellah” ve “Muhammedur Rasulullah.”

 

Birinci kelimenin manası: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”

 

Kendisinden korkulan yahut çok sevilen şeye, ilâh denilir. Korkulacak veya hakikî ve ciddî olarak sevilecek, Allah Teâlâ’dan başkası olamaz. Fakat Allah Teâlâ’nın Zat’ı görülmez. Ya çok gizli olduğundan veya çok açık olduğundan, sıfatı ve fiiliyle bilinir. Elbette O’nu sıfatlarını bilmek, O’nu tanımak demektir. Tanımak için rehbere ihtiyaç var. Allah Teâlâ bu ihtiyacı gidermek için zaman zaman elçileri göndermiştir. Son elçi Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellemdir.

 

İkinci kelimenin manası: “Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, Allah Teâlâ’nın Resulü yani elçisidir.”

 

Binaenaleyh İslâm’ın temeli, bu iki kelimenin manasını bilmektir. Hazreti Muhammed Mustafa’yı tanımayan Allah Teâlâ’yı tanıyamaz. Çünkü hâlihazırda ve kıyamete kadar, Allah Teâlâ’nın dinine bağlı olan Hıristiyan ve Yahudilerin bile, yine Allah Teâlâ’ya inançlarını en doğru olarak bilip ortaya koyan (Onlar nasıl inanmaktadır bunu bildiren), Hazreti Mustafa’dır. Onun sözüne yani hadislerine inanmayan, Allah Teâlâ’ya doğru olarak inanmaz, inanamaz.

 

Bu doğru yolu, hak ve gerçeği bulmanın birinci kapısı, Hazreti Mustafa’nın sözleridir. Sonra, değiştirmeksizin sağlam kaynaklarla bu asra kadar, Allah Teâlâ’nın Resulü’nün sözlerini nakleden, Ashab ve Tabiin’dir. Demek yine Ashabı Kiramı ve Tabiin’ni tanımayan, Hazreti Muhammed Mustafa’yı tanıyamaz.

 

Âlimlerden rehber edinilmeli
Gençlerin bunalım ve sapmalardan kurtuluşlarının yegâne çaresi, Hazreti Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin azametine, Onun Ashabının şerefine inanmak; inançta, ahlâkta ve ibadette, Ashabın ardınca giden âlimleri rehber tanımaktır.

 

Yol İslâm! Bu yolu tarif edenler, senedle ilimlerini alan (her âlimin bir öncekinden kuralına göre ilmi aktarması) gerçek âlimlerdir. Bu hususta birçok ayet ve hadisler vardır; bu yol akıl ile bilinmez.

 

Meselâ, Allah Teâlâ’dan korkmanın, O’nu sevmenin, O’na saygı göstermenin ne demek olduğunu tarif edenler; Allah Teâlâ’nın Resulü’nün Ashabı ve Ashab’dan doğru senedlerle bugüne kadar İslâm dinini nakleden âlimlerdir.

 

Elbette bu âlimlerin reisleri, yani mezhepleri devam ede gelen; başta Ebu Hanîfe İmam-ı Azam, İmam Malik, İmam Şafiî ve İmam Ahmet’tir. Ayet ve hadisleri onların anlayışıyla anlamayıp kendi aklıyla anlamaya kalkışanlar, yoldan saparlar. Demek sapmanın bir sebebi de mezhepsizliktir. Öyleyse Kur’an ve hadisleri, onların anlayışıyla anlamak gerekir.

 

Bir yol haritası önerisi

Aşağıda sıralayacağımız hakikatlere inanmak ve bu hakikatleri yol haritası gibi yanımıza almak da doğru yoldan gitmeye vesile olabilir

 

  1. Nefsi arzularından kesmenin ve ruha sükûnet vermenin çaresi, Allah Teâlâ’nın sıfatlarına inanmak ve bilmektir. Hiçbir kavim, hiçbir reis, hiçbir kanun çıkaran, hiçbir servet, nefsi arzusundan ayıramaz. Ancak, nefsi arzularından ayıran ve ruha sükûnet veren, Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarını bilmek, sonra da yüce ismini söylemektir. Buna zikir denir.

 

Allah Teâlâ: “Öyleyse Ben’i anın. Ben de sizi anayım…”(Bakara; 152) ve: “… Dikkat edin! Ruhlar, Allah’ın zikriyle sükûnet bulur.” (Ra’d; 28) buyurmuştur.

 

  1. Arzulanan bir işin, akıbetini düşünmek gerekir. “Şunu yapsam yâda yesem, sonuçta ne olur?” Akıbetinin felâketini, meselâ içki içmenin lezzetinden sonraki sarhoşluk rezaletini nazarı itibara alıp lezzeti sarfı nazarla akıbetinden tiksinmek, insanı olgunlaştırır.

 

  1. İşin akıbetini anlayabilmek için de sadece akıl, müşahede ve tecrübe değil, şeriatla ölçmek gerekir. Şeriat bir şeyi tenkit ettiyse yani haram kıldıysa insanoğlu o işin akıbetini gürsün görmesin, felâkettir. Öyleyse dini bilgileri çoğaltmaya çalışmayı, adet haline getirmek gerekir.

 

  1. Mubah olan şeylerde insan, arzulamış olduğu maksadına ya ulaşır ya ulaşmaz. Ulaştığı takdirde aşırı keyfe ve sevgiye; ulaşamadığı takdirde üzüntüye girmekten sakınmayı, adet edinmek gerekir. Zira ikisi de insanın düşmanıdır. Fakat bu ikisini, yani aşırı sevgi ve üzüntüyü bertaraf edecek tek husus, Allah Teâlâ’nın takdirine inanmaktır.

 

Birinci surette “Bunu, Allah Teâlâ bana verdi.” diyerek sevgiyi Allah Teâlâ’ya yöneltmek; ikinci surette “Allah Teâlâ bana vermedi; demek nasip değilmiş.” Diyerek, tekrar Allah Teâlâ’ya yönelmekle, sevginin belâsı olan çıldırmaktan ve üzüntünün belâsı olan intihardan insan kurtulur.

 

Nitekim bir hadisi şerifte: “Kadere inanan, kederden emin olur.” buyrulmuştur. Demek ki tedbir, olayı engellemek için değil mesuliyetten kurtulmak içindir.

 

  1. Aleyhte gelen sebepleri bertaraf etmek gerekir ki buna sabır denilir. Lehte gelen sebepleri hayırlı olan yerlerde değerlendirmeye çalışmak gerekir ki buna şükür denilir. Manası şudur; insana faydalı olan her şey, Allah Teâlâ’dan gelir. Birinci surette gelen faydalar, menfaatler, Allah Teâlâ’nın merhametinin; ikinci surette gelen ise kahrının eseridir. İşte burada kulun vazifesi, kahrından merhametine sığınmaktır.

 

Sığınışın üç şekli vardır:

1) “Allah Teâlâ’dan başka faydayı veren, zararı kaldıran yoktur.” diye inanmak.
2) Faydalanmak ve zarardan kurtulmak için kalben ve dille de Allah Teâlâ’ya yalvarmak ki buna dua denilir.

3) Fiilen zararların sebeplerini bertaraf etmeye çalışmak… Buna da taat denilir.

 

Meselâ, hasta olduğu vakit, hastalığın ve kurtuluş için kullanılan ilaçlar vesilesiyle şifanın da Allah Teâlâ’dan geldiğine inanmak; dil ile “Ya Şâfî!” diye yalvarmak; fiilen doktorunun tavsiyesiyle ilaçları kullanmak.

 

Böylece hisleri tahrik edip Allah Teâlâ’nın yasaklarına yönelten ruhî her arzu, bir hastalığın başlangıcıdır. O arzu geldi mi, tedbir almak gerekir. Bu bir hakikattir.

 

Meselâ, şöyle kıyas edilir; Filozof ve beşerin ortaya koymuş oldukları vehmî (sanmaya dayalı kurgu) ve hayalî olan hikmet, iffet ve şecaatle, bir insan zinadan korunamaz! İlmiyle, iffetiyle ve cesaretiyle beraber mağlûp olur. Denilir ki: “Şu manzaradaki güle bak, yanaş, kokla, okşa, koparma!” Buna imkân var mı?

 

Zinadan korunmanın çaresi

Allah Teâlâ zinanın yapılmaması için beş mesaj verir:

  • “İsmimi an; nefsinde kötülüğü düşünme.”
  • “Gözünü haramdan sakındır, bakma.”
  • “Zina çirkin bir hayâsızlıktır; yanaşma.”
  • “Yapma.”
  • “Yaptığın takdirde seni cezalandırırım.”

 

Şimdi; ilk dört dereceden dönene, Allah Teâlâ mükafat vereceğini ifade eder. Bak, beşerin ıslahı burada. “Arzundan dönersen mükâfat veririm. Arzunu fiile geçirirsen ceza veririm.” buyurur.

 

Beşer ise (kendi aldığı tedbirlerde); cezayı vermeyi bilir, mükâfatı yoktur. Suçu bilir, terk ettirme yollarını bilmez.

 

  1. Allah Teâlâ’nın görmeyeceği bir yer yoktur. Bilmediği bir şey yoktur. Menfi arzuların ilk gelişi anında, şu kelimeleri dille söylemek ve ruhen dinlemekle nefis korkar; kirpi çekildiği gibi kılıfına çekilir; okunu da atsa zarar veremez:

 

Allahu nâzırî (Allah beni kontrol eder),

Allahu hâdırî (Allah hazırdır),

Allahu maî (Allah benimle beraberdir)…

 

Her bir zikir veya dua, insanın ağzından çıkmasıyla kalıplaşır; nur kıvılcımları gibi cinnî şeytanı yakar; nefsin arzularını söndürür. Onun için bu kelimeleri, manasını bilerek, diğer dua ve zikirler gibi Arabî lâfızla söylemek şarttır. Aksi takdirde tesir etmez.

 

  1. Allah Teâlâ’nın dininden uzaklaştırıcı telkinleri; kimden gelirse gelsin, dinlememeyi adet edinmektir. Aksi takdirde, dinlenilen yaldızlı birtakım sözler, akla, kalbe ve ruha büyü olur; sihir gibi. Dinledikten sonra, artık insanın gözü görmez, kulağı (gerçeği) işitmez olur.

 

Bir hadisi şerifte şöyle buyruluyor: “Gerçekte beyanın bazısı sihirdir; ilmin bazısı cehildir; şiirin bazısı hikmettir; sözün bazısı iyal (mahrem ?)dir.” İşte, bu sihirden bir genç korundu mu, nefsinin arzularını kırmış, söndürmüş ve bunalımdan kurtulmuş demektir. (Demek ki kötü arkadaş, TV, internet, müzik vs. kimi ve neyi dinlediğimize dikkat etmemiz gerekir!)

 

Ey genç kardeş!

Nefs, çocuk gibidir. Vaktinde onu sütten (besleyerek şımartacak şeylerden) ayırırsan; alışır, uslulaşır, olgunlaşır. Alabildiğine emzirirsen; o gençleşir, gürbüzleşir; sen ihtiyarlar, zayıflarsın. Sen yaşlandıkça, o daha rahatça seni karpuz gibi yere vurur; parçalar.

 

Evet… Zikir, tevbe, dua, tadili erkanla namaz ve dini öğrenmeyi adet et. Emellerini ahiretteki sevaba bağla. Kurtulmuş olursun.

 

Kaynak: İsmail Çetin; “İnançlı Gençlik Şuuru”, Dilara Yayınları.

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ