Kalp Nasıl İstikamet Bulur ?
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Tevbe edenler, kendilerini düzeltenler, Allah’ın emirlerine sıkıca sarılanlar ve Allah için dinlerinde samimi olanlar müstesna! İşte bunlar, mü’minlerle birliktedirler. Allah, mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa; 146)
Peki, bu çok büyük mükâfatı kazandıran şey nedir? Tevbedir. İnsan dünyada tevbe ettiği zaman, Allah-u Zülcelâl onun bütün günahlarını sevaplara çevirmektedir.
İnsanın kıyamet gününde, terazisinin sevap kısmının ağır gelmesi için salih amellere ihtiyacı vardır. Ama bu dünyada nefsini boş şeylerle meşgul ederse, kıyamet gününde amelleri tartıldığı zaman kendisine lazım olan salih amelleri kaybetmiş olduğunu görür. Onun için insanın, o gün kurtuluşu ve isteğinin yerine gelmesi için bu dünyada, elinde fırsat varken salih ameller yapmak için gayret göstermesi lazımdır.
Bütün zamanımız, nefes alıp verinceye kadar geçen zamanlarımız dahi, kıyamet gününde üzerimize arz olunacaktır. Allah-u Zülcelâl: “Ey kulum! Sen bu dakikalarını, saatlerini nasıl değerlendirdin?” diye bizi sorguya çekecektir. Öyle ise biraz derin olarak düşünürsek, ne kadar büyük gaflet içinde, taksirat sahibi olduğumuzun farkına varabiliriz.
Peki, o zaman: “Ya Rabbi! Ben hata sahibiyim. Senden özür dilerim. Çünkü layıkıyla Senin hakkını yerine getiremiyor, emirlerine riayet edemiyorum. Aldığım her nefesimden beni sorguya çekeceksin. Benim nefeslerim nerede, senin sorgun nerede? Ben, bütün amellerimden dolayı pişmanım” diye Allah-u Zülcelal’e yalvarmamız lazım değil midir? Daima bu şekilde Allah-u Zülcelal’e yalvararak, kulluk vazifemizi yerine getirmemiz lazımdır. Bu hal, bizi Allah-u Zülcelal’in rızasına götürecek bir haldir; Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitmektedir.
Günah günaha sürükler…
İnsan, Allah-u Zülcelal’e dua ettiği zaman ihlâsla dua etmeli, ibadet yaptığı zaman sadece O’nun rızası için yapmalıdır. Dua ve ibadet ihlâslı olarak yapıldığı zaman, kabul de onlarla beraberdir. Birbirinden hiç ayrılmazlar. Ama ihlâs bulunmadığı zaman kabulde onlardan ayrılır.
Denilmiştir ki: “Herhangi bir insanı, bir sevap yaparken gördüğün zaman, bil ki o sevabın birçok arkadaşı vardır. Herhangi bir insanı da bir günah yaparken gördüğün zaman yine bil ki o günahında birçok arkadaşı vardır.”
Yani bir insanı namaz kılarken, zikir yaparken, sadaka verirken gördüğün zaman, bil ki o kişi salih ve makbul bir kimsedir. Çünkü o namaz kılan, zikir yapan ya da sadaka veren kişinin, bunun gibi daha pek çok sevabı vardır ve bunlar onun arkadaşıdır. Bir kimseyi de kumar oynarken, içki içerken yani bir günahın üzerinde gördüğün zaman, bil ki onun bunlar gibi daha pek çok günahları vardır.
İşte bizim halimiz de aynen böyledir. Zaten mühim olan kendi halimizdir. Biz daima bir hayır yaptığımız zaman, o hayır başka hayırları da çeker. Bir günaha da düşersek iyi bilelim ki, o günah bizi başka günahlara sevk eder. Onun için elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal’in razı olacağı salih amellere sarılmamız lazımdır.
Nasıl bir kişiye bir hediye vereceğimiz zaman, o kişi şerefli ve yüksek bir makam sahibiyse, ona vereceğimiz hediyenin makbul bir hediye olmasına gayret ediyorsak, Allah-u Zülcelal’e yaptığımız ibadetlerin de O’nun zatına layık olmasına gayret göstermemiz lazımdır. Bilhassa namaz konusunda çok titiz davranmamız lazımdır. Abdest alırken besmeleyle başlamalı, namazın içine girince de: “Allah-u Zülcelal beni görüyor, O’nun huzurundayım” diye düşünerek, rükûları, secdeleri tam manası ile yerine getirip, namazı ihlasla kılmak lazımdır. Bütün ibadetler de bu şekilde hareket etmek gerekir.
Fudayl bin İyaz, “Ben, dünyanın mecburen benden ayrılacağını gördüğüm için, kendi ihtiyarımla onu bıraktım” demiştir. Yani insan biraz derin olarak düşünürse, bir gün dünyanın mutlaka kendisinden ayrılacağını anlayabilir. Onun için dünya ondan ayrılmadan, o kendi ihtiyarı ile dünyanın muhabbetini kalbinden çıkarır ve sadece Allah-u Zülcelal’in muhabbetini kazanmak için çaba gösterirse, bu kendisi için çok büyük fırsat olmuş olur.
Kalbin istikameti dilin
doğru olmasına bağlıdır
İnsanı verilen nimetlerden olan dil, aslına uygun günahlardan uzak bir şekilde kullanılırsa büyük bir nimetttir. Fakat her nimet gibi dil nimeti de bir imtihan kaynağıdır. Dil, görünüş itibarı ile bir et parçasıdır. Fakat vücuttaki bütün azalar aslında dilin tasarrufu altındadır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Kulun imanı, kalbi istikamet bulmayıncaya kadar doğru olmaz. Dili dosdoğru olmayıncaya kadar da kalbi istikamet bulamaz.” (İbn Ebi’d-Dünya)
Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurmuştur: “Hayır, için konuşmanın dışında dilini tut. Çünkü şeytanı (ancak) bununla yenebilirsin.” (Buhari)
Allah-u Zülcelâl dili serbest olarak yaratmıştır. Onu hayır ve şer olmak üzere, iki yöne de kullanmak mümkündür. Hayır olan yön, Allah-u Zülcelal’in rızasına doğru bir rehber gibi yol göstermesidir. Şer yönü ise bu yolda yürümek isteyen kimselere sürekli engel olmasıdır.
Dilin birçok afeti vardır. Başkaları ile alay etmek de dilin afetlerindendir. Alay etmek, bir kişinin ayıplarını ortaya çıkarmak, gülünç duruma düşürmek suretiyle o kişiyi aşağılamaktır. Alay etmek, sözlerle olduğu gibi taklid etmek kastıyla işaret ve ima yoluyla da olabilir. İnsanlarla alay etmek, büyük günahlardandır.
Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “İnsanlarla alay edenlerin her birine cennetten bir kapı açılır ve ‘Buyrun, buyurun!’ Denilir. Üzüntü ve sıkıntı ile gelir. Geldiğinde kapı hemen yüzüne kapanır. Bu durum devam edip durur. Nihayet ümidi kesildiği için gelmez.” (Ahmed bin Hanbel)
İnsanlarla alay etmek münakaşaya, münakaşa ise kin ve buğuza yol açar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadis-i şeriflerinde, “Kardeşinle münakaşa etme. Onu alaya alma. Yerine getiremeyeceğin bir vaatte bulunma.” (Tirmizi) diye buyurmuşlardır.
İnsanların yüzüne karşı kötü konuşmak günah olduğu gibi gizlice aleyhlerinde bulunmak da büyük günahtır. İnsanların çoğu bunun günahından gafildir.
Allah-u Zülcelâl, bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor: “Onların fısıldaşmalarının birçoğunda fayda yoktur. Ancak bir sadaka veya bir iyilik veyahut insanların arasını düzeltmeye çalışanlarınki müstesna. Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa; 114)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yine bir başka hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “İlmi ile amel eden, malının fazlasını (hayra) harcayan, fazla ve boş sözden de kendini tutan kişiye ne mutlu!” (Beyhakî, Şu’abu’l-İmân)
Maalesef günümüzde bu durum tam tersine dönmüştür. İnsanlar mallarını ellerinde tutuyorlar, hiç yorulmadan gereksiz yere konuşuyorlar. Çünkü insanların çoğu dillerinden sadır olan günahlar hususunda gaflettedir.
Sözlere dikkat etmeli!
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Gerçekten bir adam, Allah-u Zülcelal’in razı olacağı bir kelime konuşur. O kelimenin Allah’ın rızasına ulaşacağını düşünmez. Allah-u Zülcelâl ise onun sebebiyle kıyamete kadar o adam için rızasını yazar. Bir adam da Allah-u Zülcelal’in gazap edeceği bir kelime konuşur. O kelimenin Allah-u Zülcelal’in gazabına ulaşacağını düşünmez. Allah-u Zülcelal de onun sebebiyle kıyamete kadar o adam için gazabını yazar.” (Ahmed bin Hanbel, İbn Mace, Tirmizi)
Alkame radıyallahu anh, bu hadisi şerif hakkında: “Bu hadis, çoğu kelimeleri konuşmaktan beni alıkoydu” demiştir.
Muhammed bin Sirin rahmetullahi aleyh şöyle anlatmıştır: “Ensar’dan bir sahabe, insanların toplandığı bir meclisin yanından geçiyordu. Onların batıl şeyler konuştuklarını işitince şöyle dedi: ‘Kalkın abdestinizi yenileyin. Çünkü söylediğiniz bazı sözler, bedenden çıkan pislikten daha kötüdür.”
Günümüzde ise durum çok daha beterdir. Bugün insanlar sanki denizin içine girmiş gibi günahların içindedirler. Bu da Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini bilmedikleri, şeytanın ve nefsin oyunlarına mağlup oldukları içindir.
Dil nimetinin şükrü; mü’min kardeşlerimizin, içinde bulundukları gaflet ve günah denizinden kurtulup, tevbe etmelerine vesile olmaktır. Bunun için ise Allah-u Zülcelal’in yoluna dönmelerini hatırlatacak sohbetler yapmaları onlara nasihat etmeliyiz. Eğer o kimseler, bu günahları terk ederek tevbe ederlerse Allah-u Zülcelâl hem onları hem de bizi affedebilir. Nitekim Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Ben bir gün, bir mecliste sohbet ediyordum. Sohbetin sonunda: ‘Ya Rabbi! İçimizde günahı en çok olanı, gözleri en kuru ve kalbi en katı olanı affet!’ diye dua ettim. Bir genç ayağa kalktı ve:
– Ya Şeyh! İçinizde gözleri en kuru, kalbi en katı ve günahı en çok olan benim. Bu duayı bir daha yap! Dedi. Ben de bir daha dua ettim. O gece rüyamda bana şöyle ilham olundu:
– Ya Hasan! Sen benimle bir kulumun arasını düzelttin. Onun için o genci, o mecliste bulunanları ve seni affettim. İşte, insanların günahlardan uzaklaşıp Allah-u Zülcelal’e dönmeleri böyle kıymetlidir.
Günahı konuşmakta ısrarcı olanlara gelince, onların bulundukları yeri terk etmemiz daha iyidir. Dili faydasız sözlerle meşgul etmektense sükut etmek daha iyidir. Sükut dilin iffetidir. İnsanlara nasihat fayda vermiyorsa Cenab-ı Hakk’a sığınmak, yönelip yardımını istememiz lazımdır.
Harama bakınca kalp zehirleniyor
Bir iğnenin başı kadar zehir, insanın vücuduna girse, bütün vücuda dağılır. Vücut helak olur. Maneviyat bakımından da, insan böyle şehvetle yabancı kadına baktığı zaman, onun maneviyatı o şekilde helak olur.
Akıllı olanın düşünmesi lazımdır. Sabahtan akşama kadar insan harama baksa, eline ne geçiyor? Herkes şöyle bir tecrübelerini hatırlasın, bir şey kazanıyor mu?
Hiçbir şey kazanmadığı gibi, manevi olarak da hastalanıyor. Çünkü nazar anında, şeytan zehirli oklarını insanın kalbine saplıyor. Nasıl, zahiri olarak, insana zehirli iğne yapıldığında, vücudu zehirleniyorsa, manevi olarak da şeytanın zehirli okları, insanın kalbini ve aklını zehirliyor.
Velhasıl, harama bakmakla; insan, hem Allah-u Zülcelal’in nurundan mahrum kalıyor hem de şeytana kendini zehirletmiş oluyor. İnsan, böyle küçük gibi görünen şeylerle, kendini mahvediyor, hem dünyada hem de ahirette huzursuz olacağı şeyleri yapmış oluyor.
Şeytan bazı haramları ve günahları bizim gözümüzde küçük göstererek, “Bir şey olmaz, bu küçük bir şeydir” diye bizi kandırmaya çalışırken, bazı ibadet ve amelleri de bize çok zor gibi göstererek o amelden bizleri alıkoymaya çalışıyor.
Bizim de aklımızı başımıza alarak düşünmemiz lazımdır! Eğer bu işe nefis ve şeytan iyi diyorsa, demek ki Allah-u Zülcelâl katında bu işin kıymeti yok, demek ki o iş Allah-u Zülcelal’in razı olmadığı bir iştir.
Allah’tan hayâ edelim
Bizler, her ne kadar Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerinden gafil olsak da, Allah-u Zülcelâl bizleri daima cennetine çağırıyor. Bizleri, cehennemden muhafaza etmek için ikaz ediyor, uyarıyor.
Dikkat edersek, küçük bir çocuğun yanında dahi, biçimsiz olan hareketlerden kaçınıyoruz. Karşımızdaki çocuk olduğu halde, bizim hareketimiz biçimsizdir deyip, hayâ ediyoruz, utanıyoruz.
Peki, kuvvet ve kudret sahibi olan Allah-u Zülcelâl’e karşı, üstelik bunları yapmayın dediği ve bizleri uyardığı halde, O’nun huzurunda, çirkin işleri yapmamız, günah işlememiz ne kadar hayâsızlıktır.
Günahlarımız ve hatalarımız nedeni ile Allah-u Zülcelal’den utanmamız ve haya etmemiz lazımdır. Hz. Ebubekir Sıddık radıyallahu anh Efendimiz, “Allah-u Zülcelal’in huzurunda günah işlememek, amelden (iyi işler yapmaktan) daha eftaldir (üstündür).” demiş.
Mü’min şuurlu olmalıdır. Maneviyatına dikkat etmeli ve sürekli Allah-u Zülcelal’e karşı durumunu kontrol altında tutmalıdır. Eğer namazlarında bir gevşeklik, bir isteksizlik varsa, günlük zikrini (vird) yapmıyorsa, diğer ibadetlerini huşu ile yapamıyorsa, o insan manevi olarak hastadır, manevi mikroplar ona bulaşmıştır. İnsan, bunun zararını düşünmeli ve çaresini aramalıdır.
İnsanın aklı bunun doğru olduğunu görüyor, anlıyor, fakat insan yapamıyor. Demek ki insanın ruhu hastadır. İradesiyle istediği halde, onu gerçekleştiremiyor. Peki, ruh ne ile hasta oluyor?
Hekimlerin dediği gibi, zahiri vücudu mikroplar hasta ediyor, maneviyatımızı da, manevi mikroplar; günahlar hasta ediyor…
Bizden öncekiler; babalarımız, dedelerimiz hepsi gittiler, kimse kalmadı bu dünyada. Bize de sıra geliyor ve biz de gideceğiz. Bu yol hepimizin yoludur. Bu yoldan gideceğiz, kurtuluş yok! O yüzden elimizde fırsat varken Allah-u Zülcelal’in rızasını tercih edelim ve günahlarımızdan tevbe edelim.
Allah-u Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin…