KAPAK / Kur’an Nimetinden Hesaba Çekileceğiz

  • 31 Mayıs 2024
  • 279 kez görüntülendi.
KAPAK / Kur’an Nimetinden Hesaba Çekileceğiz
REKLAM ALANI

KAPAK
Kur’an Nimetinden Hesaba Çekileceğiz
Abdullah Sofuoğlu

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“O gün, gerçek hâkimiyet/egemenlik Rahmân’a aittir. Ve o, kâfirler için çok zor bir gündür. O gün, zalim ellerini ısırır ve der ki: “Keşke Resûl ile beraber bir yol edinseymişim (ona tabi olsaymışım)! Eyvahlar olsun! Vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseymişim. Andolsun ki o, zikir/Kur’ân bana geldikten sonra beni ondan saptırdı. Şeytan, (önce vaadlerde bulunan sonra da) insanı yardımsız yarı yolda bırakandır. Resûl der ki: “Rabbim! Şüphesiz ki benim kavmim, bu Kur’ân’ı mehcur (terk edilmiş olarak) bıraktılar.” (Furkân, 25-30)
Allah-u Zülcelâl Kur’ân-ı Kerim’i nazil ederek bize mahşer günü meydana gelecek haller ve manzaralar hakkında bilgi vermiştir ki biz de ona göre kendimize çeki düzen verelim. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz, Peygamberin getirdiği kurtuluş vesilesi olan İslam davetinden haberdar olduğu halde ona uymayan kişinin aşırı derecede pişmanlık duyacağını bildiriyor. Bundan sonra Resul-i Zişan Efendimizin Rabbine şikayetini bildiriyor: “Rabbim! Şüphesiz ki benim kavmim, bu Kur’ân’ı mehcur (terk edilmiş olarak) bıraktılar.”
İbn-i Abbas radıyallahu anhuma ve birçok müfessirlere göre; Allah-u Zülcelâl’in, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Rabbine Kur’ân-ı Kerim’i mehcur bırakanlardan şikayetçi olacağını haber vermesi çok büyük bir ikazdır.
Tefsirlerde haber verildiğine göre bu şikâyet mahşer gününde Allah’ın kullarını hesaba çektiği sırada meydana gelecektir.
“Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit tuttuğumuz zaman halleri nice olacak!” (Nisa; 41)
Allah-u Teâlâ mahşer günü, ümmetleri toplayacak, hesaba çekecektir. Bu hesaba çekiliş sırasında kendilerine hak din ve peygamber gönderilen her ümmetin şahidi de kendi Peygamberleri olacaktır. Kıyamete kadar hakim olacak son dini getirmekle vazifeli Hâtemü’l-Enbiyâ olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de hem kendi ümmetinin hem bütün peygamberlerin şahidi olacaktır.
Kur’an Nimetinden Sorumlu Tutulacağız
Rasul aleyhisselatu vesselam Allah’ın indirdiklerini tebliğ etmek için çok büyük gayret sarfetmiş, bu davaya hayatını adamıştır. Ancak başta ilk muhatapları olan Kureyşli müşrikler olmak üzere inkarcılar ona tamamen kulak tıkamışlar, dinlemek istememişlerdir.
Hz. Peygamber, âyetler kendisine nazil oldukça Kâbe çevresinde toplanan insanlara bu ayetleri yüksek sesle okurdu. Araplar güzel söze ve belağate çok meraklı oldukları için Kur’an’ın mükemmel mânası ve ahenkli lafızlarını dinler, ondan etkilenirlerdi. Müşriklerin ileri gelenleri adamlarına Hz. Peygamber âyetleri okurken ıslık çalıp el çırparak gürültü çıkarmalarını ve böylece Resûlullah’ın sesini bastırarak okuduğu âyetlerin anlaşılmasını önlemelerini söylerlerdi. Rabbimiz onların bu hilesini şöyle haber vermişti:
“İnkârcılar dediler ki: “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın, belki bastırırsınız.”” (Fussilet; 26)
Ancak tefsir alimlerinin bildirdiğine göre bu ayette Peygamberimizin şikayette bulunacağı kişiler sadece kendi devrindeki müşrikler değil, kıyamete kadar gelecek nesillerden Kur’ân-ı Kerim’i terk eden herkestir.
Ayette geçen “mehcur bırakmak,” “terk etmek” manasına gelir. Dil alimleri hecr kelimesinin “vasl”ın zıddı olduğunu söylemişlerdir. Mesela sıla-i rahim, akrabalarla bağları korumak, onlarla alakayı sürdürmek manasına gelir. Hecr ise tam tersi, gösterilmesi gereken ilgiyi göstermemek, alakayı kesmek, terk etmek manasına gelen bir kelimedir.
Biraz düşünülecek olursa Kur’ân-ı Kerim’i ilgisiz bırakmak demek, Allah’ın kelamına ilgisiz kalmak demektir ki çok büyük bir edeb eksikliğidir.
Allah-u Zülcelâl insana beyanı, konuşma nimetini vermiş ve vahyine muhatap kılmakla mahlûkatın en şereflisi mertebesine çıkarmıştır. Allah-u Teâlâ’nın kullarına gönderdiği peygamberleri ve kitapları vâsıtasıyla onlarla konuşmuş olmaktadır.
Engin merhamet sahibi Mevlamız, bilhassa son kitabı Kur’ân-ı Kerim’i ile tafsilatlı bir şekilde kullarına nasihatler vermiş, misaller ile açıklamalar yapmış ve böylece kurtuluş yolunu göstermiştir. Bu kitaba sırt çevirmek çok büyük bir nankörlük ve edepsizliktir.
Kur’ân-ı Kerim hem lafzı hem manasıyla kurtuluş vesilesidir. Onun lafzını okumak ibadettir, sevap vesilesidir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben ‘Elif Lâm Mîm’ bir harf demiyorum. Aksine ‘Elif’ bir harf, ‘Lâm’ bir harf, ‘Mîm’ de bir harftir.” (Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16)
Ne yazık ki, günümüzde Kur’ân-ı Kerim’i okumayı terk ederek onu unutanların sayısı hiç de az değildir. Halbuki Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur:
“Kur’an-ı Kerim’i okuyan bir kimse sonradan (terk eder ve okumayı) unutursa, kıyamet günü cüzzamlı olarak Allah’ın huzuruna çıkar” (Ebu Davut, vitr 21)
Unutmamalıyız ki mahşer gününde bize verilen her nimetten hesaba çekileceğiz. Kavuştuğumuz nimetlerin en büyüğü ise, İslam nimetidir. Sorumlu tutulacağımız en büyük hesap; “Bize indirilen hidayetin kıymetini ne kadar bildik ne kadar istifade ettik?”
Allah-u Zülcelâl ikaz ediyor:
“Ey Peygamber! Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Sen dosdoğru yoldasın. Doğrusu bu Kur’an senin için ve insanlar için bir hatırlatma ve öğüttür. Siz bu Kur’an’dan sorumlu tutulacaksınız.” (Zuhruf; 44)
Elbette Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılıyordu, burada O’nun şahsında ikaz edilen onun ümmetidir.
Kur’an ve Sünnet Birbirinden Ayrılamaz
Elbette Kur’ân-ı Kerim’i anlamadan, hayata geçirmeden, sırf lafzını mushaftan okuyup, rafa kaldırıp sonra nefsine göre yaşayıp giden kişi gerçekten Kur’ân-ı Kerime sarılmış sayılmaz.
Hz. Ömer radıyallahu anh:
“Sizi Kur’an’ı sadece lafzıyla okuyan kimse yanıltmasın. Kur’an’ı lafzıyla okuma ancak dilimizden çıkan bir sözdür. Fakat onunla kim amel ediyor, onun doğruluk ve değer ölçülerine göre kim yaşıyorsa, siz esas ona bakın” diyordu.
Kur’ân-ı Kerim’i hayata tatbik etmek ise Rasûlullah aleyhisselatu vesselamın beyanı, tatbiki ve tefsiri olan Sünnet-i Seniyye’ye sarılmaktan başka bir şey değildir. Bilindiği gibi, Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam yaşayan bir Kur’an idi. Hz. Aişe radıyallahu anha annemizin beyanıyla, “Rasûlullah’ın ahlakı Kur’an idi.”
Esasen ayet-i kerimenin baş kısmına bakıldığı zaman, mahşer gününde felakate uğrayan kişinin, “Peygamber’le birlikte aynı yolu tutmadığı, tersine bir yol tutanla birlikte olduğu için” pişmanlık çektiği görülmektedir. Ayet-i kerimenin bildirdiğine göre “zalim” diye vasfedilen bu kişi:
“…Keşke Resûl ile beraber bir yol edinseymişim (ona tabi olsaymışım)! Eyvahlar olsun! Vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseymişim. Andolsun ki o, zikir/Kur’ân bana geldikten sonra beni ondan saptırdı…” diyerek pişmanlıktan ellerini ısırmaktadır.
Demek ki, Kur’an’dan saptırılmak, aynı zamanda Peygamberimizin üsve-i hasene olan yolunu, ahlakını ve davasını terk etmek demektir. Kur’an’ı mehcur bırakmak da, Ona sımsıkı sarılan Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın izini takip etmeyi bırakıp, dünyaya dalıp onunla avunup gitmiş inkarcıları örnek almaktır. Onların dünyaya sırf zevk ve menfaat gözüyle bakmasını örnek alarak bir vazife, mesuliyet ve imtihan alemi olduğunu unutmaktır. Böyle bir yol tutanlar, velev ki kendilerini kafir değil müslüman saysalar da ahiret gününde bununla kurtulamayacakları bildirilmektedir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam, iman ve amel bakımından İslam’dan ayrılan kişilerin sadece ismen müslüman olmasının onları kurtarmayacağını bildiriyor:
“Ashabımdan bir grup sol tarafa alınacak, ben; “Ashabım! Ashabım!” diyeceğim. Allah-u Teâlâ diyecek ki; “Bunlar, senin ayrılmandan sonra geriye döndüler.” Ben de salih kul İsa’nın dediği gibi diyeceğim: “… İçlerinde bulunduğum sürece onları görüyordum. Beni vefat ettirince gören yalnız Sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. Eğer azab edersen, onlar senin kullarındır. Bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, doğrusunu yaparsın.” (Maide 5/117-118) (Buhari, Enbiya, 8)
Bu hadis-i şerifte ikaz edilen sahabeler olduğuna göre, bir kişinin Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam zamanında yaşamış olmasının bile eğer yolundan sapar, eski cahiliyye anlayışına dönerse ona bir faydasının olmayacağını haber vermektedir. Öyleyse aynı tehdit bizim için de geçerlidir.
Kur’an Hayat Rehberidir
Kur’ân’ı terk etmek; ona iman etmeyi terk etmek olduğu gibi, onu öğrenip, okuyup hayatına rehber edinerek onunla kurtuluşa ermeyi terk etmek manasına da gelir.
Hangi durumlarda Kur’an’ın terkedilmiş kılındığını, merhum Müfessir Muhammed Ali es-Sabûnî şöyle ifade ediyor:
Kur’an, şu beş şekilde terk edilmiş kılınmaktadır:
-Dinlemeyi ve ona iman etmeyi terk etmek.
-Okuyup iman etse de, amel etmeyi terk etmek.
-Onu hakem kılmayı ve hükmüne başvurmayı terk etmek.
-Onu düşünmeyi ve manasını anlamayı terk etmek.
-Bütün manevî kalp hastalıklarında onunla tedavi olmayı terk etmek. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr,4/280).
Her kişinin kendi bulunduğu konuma göre Kur’ân-ı Kerim’e karşı vazifeleri vardır. Eğer kişinin Kur’an ilimlerini öğrenip öğretecek zekası varsa onun ilimleri üzerine derinleşmesi onun için bir vazifedir. Onu insanlara tebliğ ve talim edecek kabiliyete sahip ise bunu yapması lazımdır. Kur’ân-ı Kerim ayetleri üzerinde tefekkür edip, kendi devrindeki insanların anlayacağı şekilde açıklayabilecek bir derin anlayışı varsa bunu yapması onun üzerine vazife olur.
Bilhassa herkesin Kur’ân-ı Kerim’in emrettiği ahlak ile ahlaklanması, kendini düzeltmesi ve yeryüzünde Allah’ın dinini en güzel şekilde temsil eden üstün ahlak sahibi bir mümin olması gerekir. Bunlar için daima Kur’ân-ı Kerim eczanesinde şifayı aramak ve nefsimizi Kur’ân-ı Kerimin rehberliğinde tezkiye ve terbiye etmek lazımdır. Bunları yapmayı terk etmek de Kur’ân-ı Kerimi mehcur bırakma suçundan bir hisse manasına gelir. Allah korusun, bu da mahşer gününde, Allah’ın yüce mahkemesinde, Resul-i Zişan efendimizin davacı olduğu kişiler arasına dahil olmak manasına gelir.
Kur’an Kıyamete Kadar Geçerlidir
Müslümanın Kur’an’ı hiçbir şekilde mehcur bırakması düşünülemez. Kur’ân-ı Kerim’in rehberliği kıyamete kadar geçerlidir. Bir ayeti, bir emir ve nehyi veya bir hükmü dahi kaldırılamaz, değiştirilemez, zamana uydurulamaz.
Zamanımızda Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılmanın en güzel yolu, onu en güzel şekilde açıklayıp hayata tatbik eden, Peygamber varisi alimlerin etrafında cemaatleşmektir. Çünkü bu ahir zamanda hayat tarzı, eğitim sistemi, kanunlar ve değer yargıları İslam’dan uzaklaşmıştır.
Öyleyse mahşer gününde bizim için sorumluluk vesilesi olan Kur’ân-ı Kerim’e sarılmak için, ona en güzel sarılma örneği olan kişilerle birlikte bir yol tutmak, İslam kardeşliğini hayata geçirmek ve hep birlikte Allah’ın dinini elimizden geldiği kadar hayata hakim kılmak gerekir.
Allah-u Zülcelâl bu vazifemizde bizim yardımcımız olsun. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ