KAPAK / Maneviyatı Kalpler Akleder

  • 06 Kasım 2023
  • 279 kez görüntülendi.
KAPAK / Maneviyatı Kalpler Akleder
REKLAM ALANI

KAPAK
Maneviyatı Kalpler Akleder
Abdullah Sofuoğlu

Bir topluluk, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin huzurunda, bir adamı salih amellerini de söz konusu ederek aşırı derecede övdüler. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam şöyle sordu:
“Bu adamın aklı nasıldır?”
Bu soruya Ashab-ı kiram hazeratı biraz şaşırarak:
“Ya Resulallah, biz sana bu adamın çokça ibadet ettiğini, çeşitli hayır faaliyetlerinde bulunduğunu anlatıyoruz, siz aklının nasıl olduğunu mu soruyorsunuz?” dediler. Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselatu vesselam şöyle buyurdular:
“(Manevi bakımdan) Ahmak insan, ahmaklığı sebebi ile, günahkarların yaptığı hatalardan daha büyük hatalara düşer. İnsanların yarın, Allah katında yüksek derecelere çıkmaları, Allah’ın huzuruna yakın olmaları, ancak akılları nispetindedir.” (İbn Hacer el-Askalânî, Metâlibu’l-Âliye, 12/117)
Maverdi’nin eserinde şu ziyade vardır:
“İnsan aklı gibi, hidayete eriştiren ve felaketten kurtaran bir şey kazanmadı. İşitmediniz mi, facirler cehenneme atıldıklarında:
“Biz aklımızı kullanmış olsaydık bu cehenneme düşmezdik.” (Mülk, 10) diyerek pişmanlık göstereceklerdir.” buyurdular.” (Maverdi; Edebü’d-Din ve’d-Dünya; s.2)
Akıl kelimesi Arapçada “bağlamak, engellemek, alıkoymak,” gibi manalara gelen fiilin mastarı olarak kullanılmaya başlanmış daha sonra terim olarak “insanın düşünmesini, anlamasını, kavramlar arasında ilişki kurabilmesini ve kıyas yapabilmesini sağlayan manevi bir kabiliyet” manası kazanmıştır.
İslam alimleri aklı, insanın her türlü hal ve hareketlerinde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırmasını sağlayan güç olarak tarif etmişlerdir. “Bilgi edinmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi” şeklinde de tarif edilmiştir. (Râgıb el-İsfahânî, “ʿakı” md.).
Genellikle akıl derken iki mefhum anlaşılır: birincisi, insanı insan yapan, ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesinin dayanağı olan temel kabiliyettir.
Dinimizde kişinin akli dengesi yerinde olmadığı zaman dinin emir ve yasaklarından sorumlu olmaz. Kişinin mükellef olması akil baliğ olmasına bağlıdır.
Akıl insan evladına küçük yaştan itibaren verilir ve bu akıl büluğ çağında olgunluk noktasına ulaşır. Artık kişi yaptıklarını düşünüp taşınarak, karar vererek yapar hale gelmiştir. Doğru kararlar vermekten mesuldür. Bir yerde akıl, heva ve heveslere hoş gelse de yanlıştan uzak durmayı, nefse zor gelse de doğru olanı seçmeyi sağlayan kabiliyetin adıdır.
Aklın ikinci kullanılış biçimi ise kişinin ilim öğrenmesini kolaylaştıran, bilgide derinleşmeyi, fıkhetmeyi, ayırt etmeyi sağlayan zekâ seviyesidir. Bazı insanlara “zeki, akıllı” derken bu ikinci manayı kast ederiz.
İnsanlar akılları yönünden farklı derecelerdedir. Herkesin ilimde derinleşme kabiliyeti aynı değildir. Allah-u Zülcelâl herkesi farklı bir istidat ve kabiliyete sahip olarak yaratmıştır.
İnsan bu manada “daha akıllı” olmaktan sorumlu tutulamaz. Çünkü bu elinde olan bir şey değildir. Ancak insanın sorumlu olduğu konu, Allah’ın verdiği akıl ve muhakeme kabiliyetini kulluk sorumluluğu ile yerli yerince kullanmaktır.
Muhatap Kalptir
Aklı kulluk mesuliyeti çerçevesinde kullanmak, kalpte iman olmasıyla yakından alakalı olduğu içindir ki, Kur’ân-ı Kerim’de akletmek fiili daima kalb için kullanılmıştır:
“Akletmek için onlarda kalb yok mu?” (Hac; 46)
“Kalbleri var ama onunla bir şey anlamıyorlar” (A‘râf; 179)
İnsanın Rabbi karşısındaki durumunu idrak eden tarafı kalb olduğu için ilâhî hitaba muhatap olan da kalptir. Akletmek burada kalbin sorumluluğudur.
İnsan beyni ile birçok şey düşünebilir. Günlük işlerini, ihtiyaçlarını nasıl gidereceğini, problemlerini nasıl çözeceğini… bunlar İslam alimlerinin akl-ı meaş diye isimlendirdiği, dünya hayatının gerektirdiği akıldır. Bu akıl, eğitimle, tecrübelerle gelişir. Kişinin meslek edinmesi, çalışması, araştırma yapması, yeni bilgilere ulaşması… bu aklın maddi alem üzerindeki tecrübelerinin ve bu tecrübeden edindiği veriyi sistemleştirmesinin sonucudur. Bu bilgilere tecrübe, bilim, teknoloji, gibi isimler verilebilir.
Bu bilgiler insanın dünya hayatında ihtiyaçlarını gidermesini kolaylaştırıp, sorunları çözmesine yardımcı olur. Ancak insanın akl-ı mead denilen, yani dönüş yerimiz olan ahirete inancı yoksa, orada hesaba çekileceğimiz hususları bilmiyorsa, bir gayret göstermiyorsa o insanın “akleden bir kalbi” yok demektir.
Rabbimiz, kalbinin sorumluluk duygusunu susturan, vicdanının sesini duymazlıktan gelen ve ahireti düşünmeden yaşayıp gidenler hakkında: “O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir” (Yûnus; 100) buyurmaktadır.
Akleden bir kalp, insana bu hayatın bir sonu olduğunu düşündürür. O son hakkında bilgi veren tek kaynak olan dine kulak vermesini sağlar. Dine kulak verip, her şeye ibret gözüyle bakıp, bunlardan aldığı öğütle kendi hayatına çeki düzen vermesini sağlayacak olan kalpteki o sorumluluk hissidir. Bu hissin yok olması, kalbin körleşmesi demektir. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Kendisiyle akledecekleri bir kalplerinin ve işitecekleri bir kulaklarının olması için yeryüzünde dolaşmazlar mı? Çünkü gözler kör olmaz. Asıl kör olan sinelerdeki kalplerdir.” (Hac; 46)
Öğüt Alsınlar Diye…
Kur’an’da düşünüp ibret alma, ders çıkarma kabiliyetinin mahalli için, kalb (çoğulu kulûb), fuâd (çoğulu ef’ide) ve lübb, (çoğulu elbâb) kelimelerinin kullanıldığı dikkati çekmektedir. Bunlar dünya işlerini bilen, bir kısmı hayvanatta dahi bulunan aklı değil, manaları sezme, maksatları anlama ve manevi hususiyetleri kavrama gücünü işaret eder. Bu kelimeler, daha çok insanın derunî, vicdanî âlemine ve gönül dünyasına hitap etmek maksadıyla kullanılmıştır.
İslam terminolojisinde akletmek ve tefekkür etmek denilince asıl kast edilen kalbin ibret ve ders alma kabiliyetidir. Bu kabiliyete lübb, (çoğulu elbab) denilir. Rabbimiz kalbinde nasihatleri dinleyip ders alma kabiliyeti olanları şöyle vasfeder:
“O kullarım ki, söze kulak verip dinlerler sonra da onun en güzelini (en açığını ve kuvvetlisini) tatbik ederler. İşte bunlar Allah’ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir ve bunlar (Ulü’l-elbab) gerçek akıl sahibleridir.” (Zümer, 18)
Kur’ân-ı Kerim de iç aleminde böyle manevi duyuş olan, hikmetli sözleri, nasihatleri dinleyip ders alma kabiliyeti olan kimseler için nazil edilmiştir:
“Sana bu mübarek Kitab’ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad; 29)
İslam’a göre asıl insanı kurtuluşa götüren akıl, Allah’ın nazil ettiği hakikate iman edip, onun getirdiği hidayete tabi olup, kendisine lüzumlu olan ilimleri öğrenip, salih amel edenlerin aklıdır. Allah’ın indirdiklerine sırt çevirenler, dünya hırsları ve zevkleri uğruna ahireti inkar ederler. Güya ahiret mesuliyetini düşünerek bu dünyada kendini haramlardan alıkoyanlara “akılsız,” gözüyle bakarlar. Rabbimiz onların kafa yapısını şöyle ortaya koyar:
“Ve kendilerine: “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler.” (Bakara; 13)
Rabbimiz, dünya arzularından ve hırsından başka bir şey düşünmeyip ahireti yok sayanların halini şöyle vasfeder:
“O kâfirlerle (onları İslam’a çağıran davetçinin) misali, bağırış çağırış işiten fakat hiçbir şey anlamayan hayvana seslenen (çobanın/davetçinin) misali gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar (bu özelliklerinden dolayı) akletmezler.” (Bakara; 171)
Bu ayetlerin bildirdiği gibi, inkarcı insanlar, dünya işlerindeki ne kadar kazançlı olsalar da aslında akıllı değillerdir. Maneviyat bakımından anlayışsız olan insanın Allah’ın katında hayvanlardan bir farkı yoktur. Rabbimiz onlara hiç değer vermediğini şöyle bildiriyor:
“Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal; 22)
Akıl Müminin Aletidir
Akıl, ancak bilgi sayesinde doğru düşünür. Ne kadar akıllı olsa da bilgisi olmadığı bir sahada insanın doğru kanaate ulaşması mümkün değildir. Mesela orta zekalı bir insan bir aleti kullanmayı biliyor olsa, kendisinden çok zeki ama bilgisi olmayan kişiye nazaran onunla daha faydalı işler yapabilir. Bunun gibi, kalbinin maneviyat zekasını dini ilimlerle, salih amellerle, güzel hallerle geliştiren bir insan, dine sırt çevirdiği için kalbi katılaşmış bir insana nazaran manevi yönden daha akıllıdır.
Akıl asıl imanlı insanın aletidir, bineğidir, kurtuluş aracıdır. İbni Abbas radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlardır:
“Her şeyin bir aleti ve bir hazırlık ve istidadı vardır. Müminin aleti aklıdır. Her şeyin bir biniti var. Kişinin biniti aklıdır. Her şeyin bir direği var. Dinin direği akıldır. Her toplumun bir dayanağı var. İbadetin dayanağı akıldır. Her toplumu bir yöneten var. Abidlerin yöneticisi de akıldır. Her tüccarın bir sermayesi var. Gayret içerisinde olanların sermayesi de akıldır. Her ailenin bir kıymeti var. Sıddîklar evinin kıymeti de akıldır. Her harap yerin bir imar edeni var. Ahireti imar eden akıldır. Her işin onunla anılacağı ve nispet edileceği bir sonu var. Sıddîklerin anılacağı ve varacakları sonları akıllarıdır. Her milletin sığınacakları bir toplumları var. Müminlerin sığınacakları toplumları da akıllarıdır.” (İbnu Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, 12/94)
Dinimizin ana kaynakları olan ayetler ve hadis-i şeriflerde insana ebedi hayatında faydalı olacak olan akletme fiili, maneviyatı idrak eden akıldır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Kişi, kendisini kötülüklerden alıkoyan ve hidayete götüren akıldan daha faziletli bir şey kazanmamıştır.” (Heysemî, Buğyetü’l-Bâhis an Zevâidi Müsnedi’l-Hâris, s. 801-802; Hadis no: 813)
Allah-u Zülcelâl kalbini iman nuruyla nurlandırdığı ve aklını iyiye kullanan kullarından eylesin. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ