Kurtuluş Rasulullah’a Uymakta…
“Her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne kâfir olanlara (özür dilemelerine) izin verilir ne de onların özür dilemeleri istenir.”(Nahl, 84)
İşte, bu ayette bize işaret edileni anlamamız lazımdır. Kıyamet gününde açılacak olan amel defterimizi daha bu dünyada iken hatırlamamız lazımdır. Halimizin ne olacağını biraz düşünmemiz lazımdır.
Evliyalardan bir zat, yanında cariye bulunan bir adamla bir gemiye binmiş. Cariyenin efendisi içki içip, cariyesine şarkılar söyletip keyfü sefa yapıyordu. Daha sonra o evliyaya dönüp:
– Bunlar ne kadar hoştur, değil mi? Dedi. Evliya dedi ki:
– Benim nazarımda bunlardan daha hoş olanı vardır. Adam:
– Bunlardan daha hoş olanı nedir? Diye sordu. Evliya şu ayeti kerimeyi okudu: “(Kıyamet gününde) defterler açıldığı zaman.” (Tekvir, 10)
Adam bir an düşündü ve “Bu günahların hepsi benim amel defterime yazılacak. Peki, kıyamet gününde amel defterim açıldığı zaman halim ne olacak?” dedi ve bağırdı, düştü bayıldı. Kendine geldiği zaman cariyeye:
– Seni azat ettim, ben de bu adamın kölesi oldum, dedi. Ve yaptığı bütün pisliklerden tövbe edip Allahu Zülcelal’e yöneldi.
İşte, insanın kıyamet gününde amel defteri açıldığı zaman hâlinin ne olacağını bu şekilde düşünüp ona göre kendisini hazırlaması lazımdır.
Ne cevap vereceğiz?
Gece gündüz başımızı hiç secdeden kaldırmasak dahi yine de azdır. Çünkü bize ulaşan rivayetlerde denilmiştir ki: Allahu Zülcelâl kıyamet gününde Levh-i Mahfuz’a:
– Ya Levh! Ben sana bir emanet vermiştim. O emaneti ne yaptın? Diye soracaktır! Levh-i Mahfuz da:
– Yarabbi! Ben o emaneti İsrafil aleyhisselama teslim ettim, diyecektir. İsrafil aleyhisselama sorduğu zaman:
– Yarabbi! Ben o emaneti Mikail aleyhisselama teslim ettim, diyecektir. Mikail aleyhisselame sorduğu zaman:
– Yarabbi! Ben o emaneti Cebrail aleyhisselama teslim ettim, diyecektir. Cebrail aleyhisselama sorduğu zaman:
– Yarabbi! Ben emaneti Muhammed sallallahu aleyhi veselleme teslim ettim, diyecektir.
İşte, bu emanet Kur’an-ı Azimüşşan’dır. Allahu Zülcelâl Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme sorduğu zaman da:
– Ya Rabbi! Ben o emaneti ümmetime teslim ettim ve onlara tebliğ ettim, diye cevap verecektir. Peki, biz o zaman, bize sorulduğunda ne cevap vereceğiz?
İşte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, durumumuzu bildiği için halimize acıyacak ve:
– Yarabbi! Benim ümmetim zayıftır. Senin huzuruna hangi cüretle, hangi kalple, hangi vücutla gelecektir. Bana izin ver, ben Âdem’in yanına gideyim, diye yalvarır. Allah Celle Celaluhu da Hz. Peygamber aleyhisselama izin verir.
Peygamberimiz, Âdem aleyhisselamın yanına gelerek:
– Ya Âdem! Sen insanların babasısın. Ümmetimin yarısının hatalarını sen yüklen, diğer yarısını da ben yükleneyim.” dediğinde: Âdem (aleyhisselam):
– Ben de kendimle meşgulüm, diyecektir. O zaman Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yalnız başına Allahu Zülcelal’in huzuruna gelerek başını secdeye indirecektir. Ve:
– Yarabbi! Ben, senden kızım Fatıma’yı istemiyorum. Torunlarım Hasan ve Hüseyin’i istemiyorum. Kendi Nefsimi de istemiyorum. Senden Ümmetimi istiyorum, diye yalvaracaktır. Allahu Zülcelal’de:
– Ya Muhammed! Senin ümmetine böyle acımandan dolayı, onların şefaatini sana verdim, buyuracaktır.
Çünkü ayeti kerimede: “Sonra Rabbin Sana, Sen razı oluncaya kadar verecektir.” (Duha: 5) buyurmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin razı olacağı şekilde, Allahu Zülcelâl şefaat etme yetkisi verecektir.
Layık olmaya çalışalım…
Bizim de hiç olmazsa Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şefaatine nail olabilmek için yüzümüzü ağartmamız, amel yaparak Ona biraz yardımcı olmaya çalışmamız lazımdır. Çünkü her insan çobandır ve kendi çobanlığından sorumludur. Onun için ilk olarak kendimize, çocuklarımıza, komşularımıza, dost ve arkadaşlarımıza karşı (dini yaşamak ve anlatmak hususunda), biraz gayret göstermemiz lazımdır. Nihayetinde her kim Allahu Zülcelal’in emanetini yerine getirme gayretinde olursa, O’nun taatinde, ibadetinde bulunursa, o kimse, Allahu Zülcelal’in emanetini eda etmiş olur. Her kim de bunun aksine hareket ederek, emir ve nehiylerini yerine getirmezse, Allah muhafaza ihanet etmiş olur.
İnsanın günahı ne kadar çok ve büyük olursa olsun tövbeden umutsuz olmamalıdır. Günahları affetmek, Allahu Zülcelal’in katında hiçbir şey değildir. İnsan asla demesin ki, “Ben içki içiyorum, bir sürü günah işliyorum, benim tevbem kabul olmaz.” Her ne yaparsa yapsın, hakiki olarak Allahu Zülcelal’e yönelirse Allahu Zülcelâl inşaallah-u teâlâ onu affedecektir. Allahu Zülcelal’in yanında günahları affetmek çok kolaydır. Yeter ki insan samimi olarak Allahu Zülcelal’e yönelsin.
Haşrin dayanılmaz meşakkati
İnsanlar haşir meydanında öyle bir ızdırap öyle bir meşakkat, öyle bir azap içinde kalırlar ki: “Allah (Subhanehu ve teâlâ) bizi bu halden kurtarsa da bizimle hesap görse!” diye birbirlerine müracaat ederler. Hatta bazı insanlar, “Allahu Zülcelâl yeter ki bizi bu sıkıntıdan kurtarsın da cehenneme gitmeye razıyız” diye temenni edeceklerdir.
Buhari, Müslim ve Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den kaydettikleri bir rivayet şöyledir. “Biz bir davette Resulullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budundan bir parça ikram edildi. But hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: “Ben kıyamet günü Âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım) Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: ‘İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?’ demeye başlarlar. Birbirlerine: ‘Babanız Âdem var!’ derler ve ona gelerek:
– Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah, seni bizzat vasıtasız olarak yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti.) Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun? Derler. Âdem aleyhisselam da:
– Bugün Rabbim çok öfkelidir: daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh aleyhisselama gidin! Diyecek.
İnsanlar Nuh aleyhisselama gelecekler. (O da kendi mazeretini onlara beyan eder ve onları İbrahim aleyhisselama gönderir. İbrahim aleyhisselam da başka bir mazeret beyan eder ve onları Musa aleyhisselama gönderir. Musa aleyhisselam da aynı şekilde onları İsa aleyhisselama gönderir.) İnsanlar da İsa aleyhisselama giderler:
– Ey İsa, sen Allah’ın peygamberisin ve Meryem’e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikteyken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Diyecekler. Hz. İsa aleyhisselam da:
– Bugün Rabbim çok öfkeli: daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek, diyecek. Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin (bir başka rivayette, “Beni, Allah’tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter.”) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatu vesselama gidin! Diyecek.
İnsanlar, Muhammed aleyhissalatu vesselama gelecekler, (bir diğer rivayette: “Bana gelirler!” denmiştir) ve:
– Ey Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)! Sen Allah’ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun? Diyecekler.
Efendimiz bize şefaat edecek
Bunun üzerine Ben Arşın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım, derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medhu senaları benim için açacak (Ben onlarla Rabbim’e medhu senalarda, çeşitli övgülerde bulunacağım). Sonra:
– Ey Muhammed! Başını kaldır ve iste! (İstediğin) Sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek! Denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve:
– Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Diyeceğim. Bunun üzerine:
– Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar! Denilecek. Resulullah sonra şöyle buyurdular:
– Nefsim kudret elinde olan Zatı Zülcelal’e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bütün kâinata şefaat ettikten sonra, sorgu sual başlayacaktır.
Ayet-i celilede şöyle buyruluyor: “Rabbine andolsun ki, onların hepsine yapmakta oldukları şeyleri elbette soracağız.” (Hicr, 92)
Allah-u Zülcelâl ilk önce peygamberlere soru soracak, onları sorguya çekecektir. Nitekim başka bir ayet-i celilede şöyle buyruluyor: “Allah’ın, peygamberleri toplayıp ‘siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?’ diyeceği, onların da, ‘Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybı hakkıyla bilen ancak sensin’ diyecekleri günü hatırlayın.” (Maide, 109)
Bütün gücümüzle Efendimize uyalım
İşte, bu kadar ümmetine düşkün olan Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamın şefaatine nail olabilmek için ona mutabaat etmemiz lazımdır. Onun sünneti seniyyesine sarılmalı, her şeyimizle ona benzemeye çalışmalıyız.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi sevmek, herkese farzdır. Zaten, Cenab-ı Hakkı sevmek de buna bağlıdır. Allahu Teala’nın sevgili Peygamberini sevmedikçe, ona uymadıkça, Allah-u Teala’yı sevmek saadeti ele geçmez.
Allahu Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki Allah’ta sizi sevsin.” (Âl-i İmran: 31)
Allahu Teâlâ, Habibi’ne böyle demesini emir buyurmaktadır. Saadete kavuşmak isteyen kimse, bütün adetlerini, ibadetlerini ve alış verişlerini, kısaca tüm yaşamını onun gibi yapmaya çalışmalıdır.
Bu dünya hayatında görüyoruz ki bir kimsenin sevdiğine benzemeye çalışanlar, benzemeye çalıştığı kimseyi sevene, sevimli ve güzel görünürler. Bunun gibi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi sevenleri de Allah-u Zülcelâl sever. Bundan dolayı, görünen ve görünmeyen bütün iyilikler, bütün üstünlükler, ancak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi sevmekle ele geçer.
Allahu Teâlâ, sevgili Peygamberini, insanların en güzeli, en iyisi, en sevimlisi olarak yarattı. Her iyiliği, her güzelliği, her üstünlüğü onda topladı. Ashâb-ı kiramın hepsi, ona âşık idiler. Hepsinin kalbi, onun sevgisi ile yanıyordu. Onun ay yüzünü, nur saçan cemalini görmeleri, lezzetlerin en tatlısı idi. Onun sevgisi uğruna canlarını, mallarını feda ettiler. Allah’ı seviyorum diyenlerin, ashâbı kiram gibi olmaları lazımdır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme tam ve kusursuz tabi olabilmek için onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de ona tam olarak mutaabat etmeye yani uymaya bağlıdır. İşte bu sebeple bütün gücümüzle aklımızla ve kalbimizle Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünneti seniyyesine uymak için bütün azalarımızı seferber edelim. Zira kurtuluş ancak Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme uymakladır…
Allahu Zülcelâl, cümlemize O’nun sünneti seniyyesine uyabilmeyi nasip eylesin (Âmin)