NEFSE UYAN HELAK OLUR!
Verdikleri sözde duran yiğitler
Allahu Zülcelâl, kullarını daima gözetliyor, onları imtihan ediyor. Ne kadar biz Allah’tan gafil kalırsak, kendimize göre ne kadar unutsak da Allahu Zülcelâl; dakika dakika, saniye saniye, milim milim bizi gözetliyor ve kalbimizin içinde olan noktayı biliyor.
Allahu Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab; 33)
‘Galu belâ’da biz, hepimiz Allahu Zülcelâl’e söz verdik. Söz verdik Allahu Zülcelâl’in emir ve nehiylerini yerine getirmek için, söz verdik biz Allahu Zülcelâl’e. Onun için Allah Azze ve Celle, ayet-i kerimede buyuruyor; öyle erler vardır Allahu Zülcelâl’e verdiği sözün üzerinde sadıktırlar, doğrudurlar.
Methediyor, övüyor Allahu Zülcelâl, onları. Onun için biz şimdi Kuran-ı Azimüşşan ile Peygamber aleyhisselatuvesselam ile beraber nazil buyurulan Allah’ın emir ve nehiylerine uyar, itaat edersek biz, Allahu Zülcelâl’e verdiği sözün üzerinde doğru, sadık olan kullarından olmuş olacağız. Eğer biz, Allahu Zülcelâl’in emirlerine uyarak, nehiylerinden de sakınarak itaat eden kullarından olmazsak; doğru olmayanlardan, yalancı olanlardan olacağız (neuzûbillah).
İnsana yarayacak olan iman ve Allah için yaptığı salih amellerdir ve öyle kıymetlidirler ki ancak ölünce anlayacağız kıymetlerini. Bunu böyle bilelim; Allah için yapılan hiçbir amel zayi olmaz. “İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.” (Kehf; 30) buyuruyor Allah Azze ve Celle. Başka bir ayet-i kerime de biliyorsunuz tekrarla hatırlatıyoruz; “Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal; 7-8) buyuruyor Allah azze ve celle.
Her günümüz bir saife
olarak çıkacak karşımıza
Kesin olarak, yüzde yüz, bir milim, bir zerre de eksik olmadan mutlaka kıyamet gününde dünyada yaptığımız amellerin mükâfatını Allah Azze ve Celle, defter halinde önümüze koyacaktır. Hakikaten şimdi insan eğer aklını çalıştırırsa hiç boş durmayacaktır. Aklım diyor ki; “Sabahleyin uyandığın zamandan yatıncaya kadar Allahu Zülcelâl’in emrettiği şeylerle meşgul ol ki kıyamet gününde senin bir günün, bir sahife olarak senin önüne gelecektir; mahcup olma!
Bakın! Bizim, ta mükellef olduğumuz on beş yaşımızdan ölünceye kadar ki bu günlerimiz hepsi birer sahife olarak, defterimizde önümüze gelecektir. ‘Falan gün bunları yaptı, öbür gün şunları yaptı, bugün amel yaptı, günah yaptı’ her ne yaptıysak o bir günün hepsi, bir sahife şeklinde önümüze gelecektir.
Benim aklım diyor ki o zaman hep hayır olsun, hep sevap olsun, hep amel-i salih olsun hiç hata onda olmasın, hatta hatalardan daha ziyade gafletle dahi olmasın amel defterimde. Akıl bunu tercih ediyor. Hiç olmazsa ara sıra aklımızın dediği gibi yapalım.
Şah-ı Nakşibend kuddise sirruhun dediği gibi; nefsimizle her üç saatte bir hesap görelim; ne yaptık geçen bu üç saatimizde? Eğer hata yaptık, gafletle geçirdiysek tevbe edelim Allahu Zülcelâl’e. Allah’a yalvarmak tevbe etmek lazımdır. Bu ömür, bu zaman, bu nefesler bizim için çok büyük bir sermayedir, bu sermayeyi böyle kaybederek, zararla bu dünyadan ahirete gitmek akıl kârı değildir. Yalvaralım Allahu Zülcelâl’e; “Bana bir daha yaptırma Ya Rabi bu hataları, bu günahlardan beni kurtar; salih ameller, razı olacağın ameller nasip et Ya Rabbi” diyerek, Allahu Zülcelâl’den isteyelim.
Eğer ameli Salih ile geçmişse o üç saatimiz, “Elhamdulillah ya Rabbi Sen bana kuvvet verdin, Sen bana tevfik verdin de bu amel-i salihi yaptım” diyerek şükredelim. “Ya Rabbi, yine bana daha fazlasını ver, yine bundan daha fazlasını yapayım” diyerek Allah’a yalvaralım yine. Çünkü hakikaten ancak Allah ile Allah’a gidebiliyoruz, Allah kuvvet verdiği zaman Allah’a gidebiliyoruz. Nefisle mümkün değildir!
Nefis hep zararı istiyor
Allahu Zülcelâl, öyle yaramaz yaratmış ki onu, hep kendi aleyhine olanı ister, hiç menfaatli olanı istemez. Böyle bakıyorum; ameli salih yapmamak, gevşek davranmak, hata yapmak, gaflete dalmak onun öyle hoşuna gidiyor, sanki bütün dünya onun olmuş gibi hoşnut oluyor gaflet halinden. Ama akıl başıboşluğu kabul etmez ve etmiyor. Aklımızı kullanalım biz de!
Deylemiden rivayet olunan bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kabirleriniz için hazırlanın. Çünkü kabir, sahibine her gün yedi defa seslenerek söyle der: “Ey zayıf Âdemoğlu! Bana gelmeden önce amel yaparak, nefsine merhamet ve şefkat et.”
İşte kabir her gün bize yedi sefer bu şekilde seslendiği halde, biz onun bu çağrısını duyamıyoruz. Hâlbuki Hz. Ömer radıyallahu anh her gün kendisine, “Ya Ömer! Ölüm var!” demesi için ücretle adam tutmuştu. Oysa ölümün var olduğunu hepimizden daha iyi biliyordu.
Kabir bize bu şekilde seslendiği halde, biz bunun tam aksine nefsimizi rahat ettirmek, ona merhamet etmek için daima uyuyoruz; hiç salih amel yapmıyor, Allah’ı zikretmiyoruz; bazılarımız uykusunu bölüp sabah namazına bile kalkmıyor!
Böyle yaparak güya nefsimizi rahat ettirdiğimizi zannediyoruz. Oysa böyle davranmak çok yanlıştır. Hakikatte nefse merhamet etmek demek, ‘Salih ameller yaparak, ahiret gayret ve merakı içerisinde bu dünyayı ona zindan etmek’ demektir.
İnsanın en büyük düşmanı
Nefisleri bazı evliyalara, “Yeter artık! Bana biraz rahatlık ver. Bu kadar çok amel yaparak beni yoruyorsun, geceleri beni uykusuz bırakıyorsun” dediği zaman, onlar nefislerine; “Bu dünyadaki istirahat geçicidir, esas istirahat senin önündedir. Hem ahiretin istirahati ebed ül-ebed bakidir. Dünyanın istirahatinin sana bir menfaati olmaz. O yüzden şimdi çalış ve dünyanın geçici debdebesine aldanarak sermayeni heba etme!” diyerek nefislerine nasihat ediyorlardı.
Bizimde onları örnek almamız, daima Allahu Zülcelâl’in rızasını kazanmak için gayret göstermemiz lazımdır. Nefis insana düşmandır. İnsanın başına bir musibet geliyorsa, nefsine uymasından dolayıdır.
O yüzden insan düşmanı olan nefsine ve şeytana uymamalıdır. İnsanın nefis ve şeytana uyarak; “Ben ibadet yapamıyorum, zikrimi çekemiyorum, maneviyatımı düzeltemiyorum” demesi doğru değildir.
Allahu Zülcelâl insana, ibadet vazifelerini yapabilmesi için kuvvet, sıhhat, akıl vermişken, insanın nefis ve şeytanın “Sen yapamazsın” telkinlerine aldanarak, “Ben yapamıyorum” demesi kendisini rehavete bırakması yanlıştır.
Bu dünya çok kısa bir zamandır. Denize daldırılan bir iğnenin aldığı su kadar az olan dünya hayatı için, deniz gibi çok olan ahiret hayatını tehlikeye atmak akılsızlıktan başka bir şey değildir.
Ahirette pişman olmamak için
Kıyamet gününde insan dünyada yaptığı günahlar ve kaçırdığı fırsatlar için çok pişmanlık duyacak ve keder sahibi olacak ama iş işten geçecektir. Bizden önce ölenler; “Yarabbi! Bir defa lâilâhe illallah demek için bizi dünyaya gönder” diye Allahu Zülcelal’den fırsat istiyorlar. Bizim ise nice saatlerimiz, nice aylarımız, nice senelerimiz boşu boşuna geçiyor. Sanki biz hiç ölmeyecekmişiz gibi kendimizi aldatmayalım.
Hz. Ömer radıyallahu anh bir gün Kâab’ül Ahbar radıyallahu anha; “Ya Kâab! Bize biraz ahiretten bahset” demiş. Kâab’ül Ahbar radıyallahu anhda; “Ya Emir’ül Mü’minin! Eğer bir kimse dünyada yetmiş peygamberin amelini de yapsa, kıyamet gününde; “Ben hiç birşey yapmadım, ben çok fakirim” diyecektir” demiştir.
Peki, tüm bu anlatılanlara bakarak, biz kendi nefsimizden nasıl razı olabiliriz ki?
Nefs nedir?
İnsan, nefsinin isteklerinin önünü daima kapatmalıdır. Şayet onun önünü biraz aralarsa nefis o küçük aralıktan girerek, sonu gelmez isteklerinin peşinden insanı sürüklemek suretiyle perişan eder.
Anlatıldığına göre, bir gün evliyalardan birinin yanına, sevdiği bir kimse gelip:
– Efendim, nefis nedir? Diye sordu. Evliya:
– Nefis, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece kötülüklerin bulunduğu bir varlıktır, diye cevap verdi. Adam tekrar:
– Gıdası nedir efendim? Diye sorunca, Evliya şöyle cevap verdi:
– Haram ve günahlardır.
Nefsin insana olan düşmanlığı öyle büyüktür ki, aklınıza getirin, hatırlayın; Firavun, Şeddat ve Karun gibilerin felaketlerine nefisleri sebep olmuştur. Kendileri de boş bir dava güttüklerini, ilah olmadıklarını ve Allahu Tealâ’dan uzak olduklarını biliyorlardı ama nefisleri o kadar büyümüştü ki kendilerine hâkim olmuştu. Ona, öyle aldandılar işte…
Nefsin ayak oyunları
Ali İbn-i Ebu Talib kerremallahu veche şöyle buyurdu: “Nefsimle ben, koyun sürüsü ile çobanına benzeriz. Çoban, sürüyü hangi tarafa toplarsa diğer taraftan dağılır. Nefsinin azgınlıklarını terbiye eden, rahmet kefenine sarılarak, azizlerin toprağına defnedilir. Bunun aksine kalbin iyiliklerini öldüren kimse de lanetlenmiş kefene bürünerek, azap göreceği toprağa defnedilir.”
Yalnız, dikkat edin! Hepimiz tecrübe etmişiz ve siz de tecrübe ederseniz göreceksiniz ki nefis insana; “Bu iş olmaz, dağ iğneyle bitmez. Bu zikri yapamazsın. Kendini doğru bir insan yapamazsın, sen hidayete eremiyorsun” diyerek, sahte engeller çıkartıyor. İnsan görevlerini yapmazsa ne yapacak; hep boş işlerle uğraşacak.
Nefis ya günahla ya da zamanını boş geçirmekle senin vaktini harcamak istiyor. Fakat tecrübe edin; hemen oturun zikre ve nefsin başını ezmek için onu tutup üzerine ibadet yükünü bindirin. İşte o zaman, günden güne, nefsin eziyetinin (insana verdiği zorluğun) kalktığı görülecektir. Bakarsın, öyle müsahhar olur (söz dinler) ki, tertemiz bir insan, kâmil bir insan meydana çıkar. Bunu böyle bilmemiz lazım.
Nasıl bir araba şarampole düştükten sonra, onu biraz zorlayarak yola getirebiliyorsan, nefis de öyledir. Virdini, ibadetini bir bıraktın mı, dünyaya ve keyfü sefaya, yaramazlığa daldın mı, nefis; sana her şeyi zor gösteriyor Allahu Zülcelâl’den nefsimize karşı yardım isteyelim, o zaman kolay olacaktır.
Nefsin ilacı ona muhalefet etmektir
Cüneydi Bağdadi kuddise sirruhu da şöyle buyurmuştur: “Bir gün, teheccüt namazına kalkmıştım. Namaz kılmaya başladım. Fakat kendimde ne herhangi bir hal ve ne de diğer gecelerde almış olduğum tadı buldum. Uyumak istedim ama uyuyamadım, oturamadım. İçimden bir ses, sanki bana dışarı çıkmamı söyledi. Kalktım kapıyı açtım. Baktım ki yolun ortasında, elbisesine sarılı bir adam var. Adam kapının sesini duyunca, başını kaldırıp baktı ve beni görünce şöyle dedi:
– Ya Cüneyd! Bu saat dışarıya çıkma zamanı mıdır? Dedim ki:
– Evet, dışarıya çıkma zamanı değil ama çıktım. Bana şöyle cevap verdi:
– Ben kalpleri çeviren Allahu Zülcelal’e, senin kalbini bana çevirmesi için yalvardım. Sen bunu biliyor musun? Ona cevaben:
– Allah-u Zülcelâl, bu isteğini yerine getirdi. Bana ihtiyacının ne olduğunu söyle, dedim. Dedi ki:
– Ya Cüneyd! Benim hacetim şudur; insanın kalbi ve ruhu için bir ilaç ne zaman bulunabilir? Dedim ki:
– Ne zaman ki nefis, kendi hevasına muhalif olursa bütün manevi hastalıklarına ilaç bulmuş olur. Ben bunları söyledikten sonra, yerinden kalkıp yürümeye başladı ve şöyle dedi: “Ey Nefsim! Duyuyor musun? Ben sana yedi sefer bu şekilde cevap verdim, sen bunu kabul etmeyip ‘illaki Cüneyd’den duyacağım’ dedin. Duydun mu?” diye, kendi kendine konuşarak gitti.
Bizden önceki salih kimseler, bu ilaçları bizler için tecrübe etmişlerdir. Bize düşen görev, bunları kendimize tatbik etmektir. O zat, kendi hastalığına ilaç arıyordu. Bizim de onun gibi nefsimizin hastalıklarına ilaç aramamız lazımdır.
Öylece duran değil,
saldıran kazanır!
İki memleket harp yaptıkları zaman, birisi hiç durmadan hücum edip saldırdığı halde, diğeri “İstirahat yapmamız lazımdır” dediği zaman, bunlardan hangisi galip gelir? Tabiî ki devamlı hücum eden galip gelecektir.
İşte nefis, şeytan ve dünya da gece gündüz demeden, devamlı olarak bize karşı açtıkları cepheden saldırmaktadırlar. Bizim de onlara karşı, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve onun varisi olan Evliyaullahı kendimize rehber edinmek ve Allahu Zülcelâl’den kuvvet istemek suretiyle, cihad etmemiz lazımdır.
Fakat gaflet, şeytan ve nefis birlik olup başımıza bela olmuşlar, bize cephe açmışlar, bizi mahvetmektedirler. Bir insan uyuya kaldığı zaman, onu dürtüyor “Kalk!” diyoruz. Ona, “Kalk, çok uyudun, işlerini yap!” diyoruz. Nefsimiz de aynen böyle gaflet uykusundadır. Onu bazen dürtmeli, “Kalk! Ahiret işlerini yap! Bak, ömür bitiyor!” demeliyiz.
Allahu Zülcelâl fazlıyla, keremiyle, ihsanıyla, bize razı olacağı şekilde ameli salih ve güzel haller nasip etsin. (Âmin)