Sağlam Bir Karakter

  • 12 Mart 2015
  • 760 kez görüntülendi.
Sağlam Bir Karakter
REKLAM ALANI

Takdim

Bizler insan olarak, kul olduğumuzu, kulluk yapmak için yaratıldığımızı unutmamak ve haddimizi bilmekle mükellefiz. Sahip olduğumuz sayısız nimetlerde elbette ki, Rabbimizin bizlere birer ihsanıdır. O halde nankörlük yoluna sapmadan, bu nîmetlere karşı şükür borcumuzu da ifa etmek azim ve gayreti içinde bulunmalıyız! Bize verilenler için dil ve kalb ile şükür içinde olmanın yanında bir diğer vazifemizde onları, ne için yaratılmışlarsa o iş için kullanma vazifemizdir. Eğer bize verilen, beden, kalb, akıl ve ruh gibi nimetleri yaratıldıkları iş için kullanmazsak dünya hayatı açısından mutlu olamayacağımız gibi ahirette de pişmanlıkların bizi beklediğini unutmamalıyız. Bu sayımızda bize verilen ruh nimetine karşı vazifelerimiz konusunu sizlerle paylaşacağız. Muhakkik âlim İsmail Çetin b. Mahfuz rahmetullahi aleyhin bu husustaki beyanıyla istifade edileceği ümidiyle sizleri başbaşa bırakıyoruz.

 

REKLAM ALANI

***

Dünya ve ahiret için çalışma gayreti

 

  1. Sa’y ve gayret: Cüz’i iradeyi harcayarak, dünya ve ahiret için çalışıp faydalı olan fırsatları değerlendirmeğe sa’y denir. Bu hususlarda çaba göstermek ise gayrettir. Böyle çalışmak, ferdin bedenine, rûhuna ve istikbaline saadet olduğu gibi toplum için de refah vesilesidir. Bunun aksini yapmak ise betâlet, yani boş durmak ve işsizliktir. Bu da felâket ve sefaletlere zemin hazırlar!

 

İslâm’ı (Hâşâ!) gericilik diye niteleyenler, İslâm’ın bu kuralları ile red edilmektedirler. Zira, İslâm’da çalışmak farz ve tembellik ise haramdır! Din ve iman (bir engel bir özür bulunmadıkça) çalışmaya bağlıdır. Çalışmak derken, hem dünya ve hem de ahiret için çalışma kast olunmaktadır.

 

Çalışmayan kula, ihlâs ve muhabbet, tevekkül ve teslim ve rahmet kapısı kapatılır! Asıl mahrumiyet de budur işte! Halka yük olmamanın yanında, onlara ayrıca faydalı olmak, asıl hayatın ta kendisidir. Bitkinlik ve yorgunluk derecesine vardırmaksızın, haram ve isyan yollarına sapılmaksızın, rızkın tehiri durumlarında ümitsizliğe düşmeksizin ve gayretin mükâfatının Cenâb-ı Allah tarafından verileceğine şüphe etmeksizin çalışılmalıdır. İnsan, aslında Allah için çalıştığının şuurunda olmalıdır. Böyle çalışma, aynı zamanda ibadet olur. Bu çalışma kalbe; ihlâs, teslimiyet, muhabbet, tevekkül, kanaat ve mala bereket ile neticelenir.

 

Çalışmanın en güzeli ise el emeği ve alın terine dayanan sanatlardır. Cebimizi dünya ile dolduralım ama kalbimiz sürekli Zikrullah ile dolsun. Böyle oldukça zenginlik de güzeldir. Zira, böylece Zekât verebilir, Hac ibadetini yapabilir ve Allah yolunda birçok hayırları gerçekleştirebiliriz!

 

  1. Teenni ve metanetle hareket edip acelecilik ve vesveseden sakınmak: İnsan ruhunu zedeleyen çaresiz hastalıklardan en önemlisi, acelecilik ve vesvesedir. Bu hastalıkların tedavisi çok zordur! Çalışmanın bir anlam kazanabilmesi için teennî ve metanetle hareket etmeyi başarmak şarttır. Yani, işe başlamadan önce, neticesini düşünmek ve işe başlandıktan sonra, azimle ve sabırla imkânlar ölçüsünde devamlı çalışmaktır. Acelecilik aynı zamanda zayıf iman alametidir!

 

Acele etmek, sadece cenazeyi defnetmekte, bekârların evlendirilmesinde, namazı vaktinde kılmak konusunda uygun olur. Bunların dışında acelecilik değil, metanetle davranmak ve vesveseden sakınmak uygun olandır.

 

Mücadeleden asla vazgeçmemeli

 

  1. Nefsânî ve şeytânî işlerden Allah’a sığınmak: Ruh ve kalb irâdî tecellilerle şereflenirken, şeytan ellerini o nûr kıvılcımlarının önüne koyar. Bu yüzden insan, zikrin nurlarını görmez olur! Aksi takdirde insan, “Eûzû” çektiğinde, ağzından çıkan ve şeytanın üzerine yağan şimşeğin ışıklarını görecektir! Bunun için şeytandan Allah Teâlâ’ya sığınılmalıdır. Böyle yapılmazsa şeytan, sa’y ve gayretini bozar; metanetini zayıflatır ve şehvet duygularını kamçılayarak seni aceleciliğe sevk eder ki, bu zaten onun vazifesidir!

 

Nefs-i emmarenin de şeytanın yardımcı ve işbirlikçisi olduğu hatırdan çıkarılmamalı ve bundan da Allah Teâlâ’ya sığınılmalıdır. Nefisle mücadeleden asla vazgeçilmemelidir!

 

  1. Nefsi, cehâletten kurtarmak: İnsanın genelde rızık kazanmaya meyli fazladır, ilme meyli ise böyle değildir. Hâlbuki insan, ilim kazanmaya da kabiliyetlidir. Rızık ilmi engeller, ilim ise rızkı kazandırır. İnsanın mükemmelliği servetiyle değil, ilmi ile ölçülür. Herkes bildiğinin âlimi ve bilmediğinin cahilidir!

 

Kişinin ilmihal bilgilerini öğrenmesi farz-ı ayndır! Herhangi bir meslekle ilgili bilgileri elde etmek ise farz-ı kifâyedir. İnsan, ilimde ilerledikçe, önceki cehaletini itiraf eder. İlim cevherdir, cehalet ise canavar! Bunun için ilme sarılmak rûhî bir vazifedir.

 

  1. Doğru itikat ve sâlim fikirlerle dimağı ve kalbi onarmak: Allah Teâlâ’ya inanmak, bütün tesirleri O’na izafe etmek ve dolayısıyla başkasına tapmamak, salim fikir veya selâmetli fikirdir. Böyle inanca sahip olan şirkten korunmuş olacağı için maksadına kavuşur ve rûhî bunalımlara girmesi söz konusu olmaz.

 

Allah’tan başkasına tapılmasının sebebi, bâtıl inançlar ve bozuk fikirlerdir! Uğursuzluk düşüncesinden, evhamdan, cin ve şeytanların tesirlerinden kurtulabilmek için, inanç olarak tevekkül ve fiil olarak da zikir şarttır! İnsanın göreceği zarar da itikadının zayıflığı ile doğru orantılıdır. Falcılardan, arraflardan, efsun yapanlardan, kâhinlerden uzak durulmalıdır!

 

Allah’a köle olmak, hürriyetin ta kendisidir

 

  1. Hürriyete kavuşarak, esaretten kurtulmak: Allah Teâlâ ve kullarının haklarını korumakta serbest olmak, hürriyettir. Bunun aksi de esarettir! Maddi hürriyet bedene, manevi hürriyet ise nefse ve ruha yöneliktir. Mutlak hürriyet yoktur ve söz konusu da olamaz! Hürriyet, Hakk’a itaat ve kulluk yapmaktır. Bu ise ahiretteki ebedî hürriyete vesile olur. Hakk’ın ve kulların haklarına tecavüz etmek, ebedî hürriyete engel teşkil ettiği ve cezayı gerektirdiği için, esaretin ta kendisidir!

 

Müslüman nefsini, hayatını, namusunu, itikadını, meşrû mülkünü dininin ahkâmına göre koruyabiliyorsa hürdür. Öyle ise kişi bunları ileri sürerek, başkaları hakkında bu sayılanları ihlal edemez. Böyle bir hürriyet zaten yoktur!

 

Dine bağlı olmak, şartlanmışlık değil; huzurdur. Dine bağlı olmak istibdat değil; çünkü bunu yapmak mutlak kurtuluştur! Öyle ise asıl hürriyet, dine bağlı bir hayat yaşamaktır! Yahut, Allah’ın hükümlerinden başka bir şeye bağlı ve bağımlı olmamaktır!

 

Kendi namusunu koruduğu gibi, mü’minin malını, canını ve namusunu korumayan vicdansız, asi, fasık ve zalimdir! Dolayısıyla zulmü nispetinde esirdir! Dinin söz konusu olmadığı yerde, hürriyet ve esaret arasındaki incelik kavranamaz. Çünkü herkes kendi görüş ve düşüncesine göre bir hürriyet fikri ortaya koyar. Bu da hürriyetsizlik demektir. Toplumun hürriyeti; din, silah ve ilme bağlıdır. Bunlardan birinin yokluğunda esaret hâkim olur. Din, ilim, fikir, güç ve dayanışma birliği, milletleri hâkim kılar.

 

Dinde ve nikâhta şaka yapılamaz

 

  1. İsmet, vakar ve muhalesette sebat ve zıtlarından sakınmak: Kemâle ermek, nefsin arzularından sakınmak ve rûhî arzuları yerine getirmekle gerçekleşir. İsmet ve iffet, şeriate ve akl-ı selime uymayan tüm düşünce, hal ve hareketlerden sakınmaktır. Rûhen arınmaya ismet, bedenen arınmaya da iffet denir.

 

Hapishane, tımarhane ve işret (bar, pavyon vs.) yerleri, dünyadaki cehennem olduğu gibi; ahiretteki cehennem de Hâviye’dir! İslâm hükümleri yalnız ahiretle ilgili değil, aynı zamanda dünya ile de ilgilidir. Yani, İslam dini dünya ve âhiret saadetini tekeffül etmiştir.

 

Kanaatle bol rızık, sevinç, rahatlık, göğsün genişlemesi, kedersiz bir yaşantı, endişesiz ve korkusuz bir ölüm; hayat-ı tayyibedir (İslam’ın emrettiği tertemiz hayattır). Bunu kavrayanlar, ölümü kendilerine bir mükâfat sayarlar. Ölümü temennî etmemekle birlikte, ölüm geldiğinde de maksatlarına ulaşacaklarına inançları nedeniyle sevinirler.

 

Mizahsız mücerret vakar, samimiyeti nefrete ve kibirliliğe dönüştürür! Aşırı mizah da vakarı götürür! İşin ortasını bulmak ve bilmek gerek.

 

Şu da iyi bilinmeli ki, nikâh, boşanma hususunda ve dînî konularda, yani İslâm hükümlerinde şaka yapılamaz!

 

  1. Tevazu ve sadakati âdet edinmek: Vakarı korumak ve zillete vardırmamak şartıyla şeref, ilim, servet, güç gibi meziyetler hususunda, kendisinden zayıf olanlar için kanatlarını yere germek, tevazu diye isimlendirilir. Bunlarla böbürlenmek ise kibirdir. İşi zillete düşecek duruma götürmek de zillettir!

 

Gerçek manada tevazu, doğru konuşmak ve istikamet üzere olmak, Allah’a kavuşmanın vesilesidir. Maddî necaset, ibadetin kabulüne engel oluşturduğu gibi, manevî necâset de Allah Teâlâ’nın huzuruna varmaya engel teşkil eder!

 

İki zıt; cesaret ve cebânet

 

  1. Malda kanaat, hilm ve cesaret sahibi olmak: Malda kanaat sahibi olmak, hilm, yani hoşlanmadığı şeylerde yumuşak davranmak ve azmi fiile geçirmekten ibaret olan cesaret, rûhî ahlakın en yücelerindendirler. Kanaat, aynı zamanda tükenmez bir hazinedir. Bunun aksi de hırs ve tamahkârlıktır!

 

Maddi, manevi faydaları sağlamak, hayra engel şeyleri kaldırmak gibi tehlikeli işlere metanetle çalışmaya cesaret denir. Bunun aksi ise cebânet, yani; korkaklık, cimrilik ve tehevvürdür. Bunlar kötü birer hastalıktır ve çoğunlukla sar’aya neden olurlar! Cesaretsiz fert ve toplumlar asla maksadına ulaşamaz. Maksada asıl kavuşanlar İ’lâ-yi kelimetullah için cesaretle çalışanlardır. Ne yazık ki, bizler birbirimize ve zayıflara karşı çok cesaretliyiz! Asıl cesaret ise zayıflara karşı merhametlilik, hata işleyenlere afla mukabele ve Allah’ın dini hâkim olsun diye, din düşmanlarına karşı metanetle çalışmaktır!

 

“Az kaldı ki, hilm sahibi nebî ola!” hadîsi ise hilmin ne derece güzel bir şey olduğunu ortaya koyar. İbrahim aleyhisselam dahi hilmiyle övülmüştür. Bunun aksi ise öfkedir. Hâlbuki öfkesine hâkim olmak çok faziletli bir iştir. Belki de insan ile hayvan arasındaki en büyük fark da budur! Sık sık öfkelenenlerin kalpleri ölüdür!

 

  1. Hakk’tan ilham almak için kalbi temizlemek: İnsan kalbi, melek ve şeytanın ilham yeridir. Şeytan nefisle irtibat kurduğunda, kalbdeki âkile kuvveti lekelenir! Melek irtibat kurduğunda ise temizlenir. Her günah, kalbde bir leke oluşturur. Bu lekeler ancak istiaze, istiğfar ve tevbe ile temizlenir. Yine de izi kalır. Bu izi de yok etmek için, nefsini günaha alıştırdığı gibi, zikir ve ibadete de alıştırmak gerekir. Bu temizlik gerçekleştiğinde, melek kalble irtibat kurar ve insan böylece Allah’tan ilham almaya kabiliyetli hale gelir.

 

Bunun için de kalbin kötü hislerden temizlenmesi şartı vardır. Kalbe ilham gelince, nefis de, dimağ da şuurlanır. Böylece insan, şuuraltı hisler ve şeytanî düşüncelerden arınmış olur. Şeytan da bedenin içine giremez ve nefisle irtibat kuramaz. Böyle olunca kul, melekten veya doğrudan Rabbinden ilhamla şereflenir ve bu şerefe saadet adı verilir.

 

İnsan, maddenin ötesine çıkmadığı müddetçe, beşeriyet âleminin zindanında muzdarip ve mahpus kalır. Ruhun buna kavuşması için de dört şey yapılır. Birincisi, ehl-i sünnet itikadına uygun iman. İkincisi, dört mezhebden biriyle amel ve şeriatten zerre miktarı ayrılmamak. Üçüncüsü, kalbi zikir… Dördüncüsü, kâmil ve yol bilir bir insanın sohbetine devam etmek.

 

Nübüvvetin dışında, her kâmil insan, bir Peygamberin makam ve meşrebinde halkı Hakk’a davet eder, her namazında mutlaka bu miracla şereflenir. Hakk’tan aldığını halka verir. Ayrıca, ilhamla şereflenmek için günahların arzusunu dahi terk etmek lazımdır.

İsmail Çetin b. Mahfuz -rahmetullahi aleyh-

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ