SİZ NEFSİNİZ DEĞİLSİNİZ! O BAŞKA…
Allahu subhanehu ve teâlâ, “melek, hayvan ve insan” olmak üzere üç canlı türü yaratmıştır. Melekler, akılla donatıldıkları halde kendilerine nefis verilmemiş olup, azgın istek ve arzuları yoktur. Her daim Allah’a ibadet ve itaat halindedirler. Hayvanlara da nefis, azgın istek ve arzular verildiği halde akıl ihsan edilmemiştir. İnsanlar ise hem akılla donatılmış, hem de nefis ve şeytan musallat kılınmıştır.
Deniliyor ki; insan aklını kullanarak nefsin istek ve telkinlerine kulak vermese, nefsini aklın iradesine bağlar, her hususta hakkın rızasına uyarak bu yolda mücadele edip başarıya ulaşırsa meleklerden üstün olur. Şayet akıl denen ulvi nimeti, nefis denen süfli düşmanının esaretine sokar, onun peşinden sürüklerse de hayvanlardan daha aşağı duruma düşer. Zaten insanın imtihanı akılla nefis arasında cereyan etmiyor mu?
Bir dakikalık zevk için cinayetler işleyebilir
Nefis, hayra mani, akla zıttır; dediğini kabul etmez. Aklın ölçüsüyle ölçülmez, mantığın terazisinde tartılmaz, kendi başına buyruk hareket eder. Nefis şerrin sembolü mürüvvet perdesinin yırtılmasının baş amilidir. Akıl, eşrefi mahlûk olmanın, Allah tarafından hilafet cübbesi giydirilmenin, yetki ve sorumluluk sahibi kabul edilebilmenin sebebidir.
Nefis ise insana imtihan için verilmiştir. İsyan onun en büyük vasfıdır. İlahi otoriteye boyun eğmez, değişik gerekçe ve mazeretlerle sorumluluk yüklenmekten kaçmaya çalışır. Her türlü kötülüğün kaynağı olup alabildiğince seviyesiz, tiksinti verecek kadar serbest hayat düşkünüdür. Bir dakikalık zevk için cinayetler işleyebilir, az bir hevesinin tatmini için dünyayı yangın yerine çevirebilir.
Bu sebeptendir ki Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ümmetine nefse bir anlık dahi uymanın ne kadar tehlikeli olduğunu bizlere beyan etmek sadedinde şöyle dua etmiş, bize de bu duayı öğretmiştir: “Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar dahi beni nefsimle baş başa bırakma!”(İbn-i Hanbel)
Siz nefsiniz değilsiniz! O başka…
İmtihanda başarılı olmak, yüklendiğimiz görev ve sorumluluğun gereğini yerine getirmek, Kalu beladaki verdiğimiz sözümüzün arkasında olabilmek, kelime-i şehadetle kabullendiğimiz teslimiyetin gereklerini uygulamak, nefsimizle amansız bir şekilde mücadele etmekle mümkündür. Nefisle mücadele hayatımızın en zor mücadelesidir, bedel isteyen fedakârlık, kararlılık, samimiyet, ihlas gerektiren bir mücadeledir.
Burada sayamayacağımız kadar birçok örnekle de görülebileceği gibi nefis öyle umursanmayacak, ihmal edilecek, hafife alınacak, bir düşman değildir. Zira o, ayet-i kerimenin ifadesiyle, “Çünkü nefis, daima ve ısrarla kötülüğü emreder.”(Yusuf; 53)
O bizi içten içe yıkan bizden biri gibi hareket eden ama asla bizim aynımız olmayan, bizden farklı olan, insanın ruhuna kendi istek ve arzularıyla hükmetmeye çalışan acımasız bir düşmandır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde bunu ifade hususunda, “En büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir”(Keşfu’l-hafa, 2/143) buyuruyor.
Ona mağlubiyetin sonu cehennemdir
Gözle görülen düşmanla mücadele etmek kolaydır. Ona karşı tedbir alma hususun da kusur etmezsin. Ancak nefis görünmeyen düşman olduğundan nerede nasıl davranacağı, çoğu zaman kestirilemez, bir anlık gafletle hemen tuzağına düşebilirsin. Zahiri düşmanla ara sıra mücadele ederken nefsinle her an mücadele içerisinde olman gerekir. Basit görünen bir ihmalkârlıkla bütün kazanımlarını kayıp eder, belki çıktığın zirvelerden alaşağı edilirsin.
Savaş esnasında öldürülürsen derecelerin en yükseğine, şehitlik makamına kavuşursun. Hayatta kalırsan, gazilik unvanına layık görülür, mükâfata nail olursun, Ancak nefisten kurtulmak mümkün değildir; ona mağlup olursan cehenneme sürüklenirsen.
Kul ile Allahu Zülcelâl arasında en büyük perde nefistir. Daldığın nefsinin heva ve hevesleri, seni Allah Azze ve Celle’den gafil yaşamaya sevk eder. Gözlerin göremeyince, kulakların duyamayınca hakikati, kalbin mutmain olamayınca kulluğunu bilemez, yaratılış gayeni düşünemezsin. Dünyayı oyun ve eğlenceden ibaret sanırsın. Hayatı yemek, içmek, alabildiğine pervasızca ölçüsüzce, kuralsızca yaşarken farkında olmadan ağır bir azaba müstahak olabilir ve tam da bu haldeyken ölebilirsin. Ahirete hazırlık yapmadan nefsinin heva ve heveslerine kurban olan kimselerin düşeceği pişmanlığı düşünelim.
Yüce Allahu Zülcelâl, Davut aleyhisselamın şahsında bütün insanları uyararak şöyle buyurur: “Ey Davut biz seni halife yaptık. Onun için insanlar arasında adaletle hükmet, nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.”(Sad; 26)
Onun içindir ki Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Yarap bana doğru yolunu ilham et ve nefsimin fenalığından koru”(El-Camiu’s Sağır c.1,s.58) diye dua dua yalvarmıştır.
Uzlaşması zor bir düşman gibidir…
Arif-i billah olan büyüklerimiz aleyh nefisle ilgili şöyle demişlerdir: “Nefsi deve kuşu gibi anla. Ne yük çeker ne de havada uçar. Huzura alsan, “uç” desen “deveyim” der. Sırtına yük koyup “taşı” desen. “kuşum” der. Nefsin rengi zehirli otun rengi gibidir. Gönlü çeker( yemyeşildir) fakat tadı acı ve kokusu fenadır. Taata davet etsen gevşeklik gösterir, lakin maiyete ( isyana) acele eder”
Lokman Hekim ise oğluna şöyle nasihat der; “Ey oğlum! Seni ilk sakındıracak olduğum şey nefsindir. Çünkü her nefsin bir hevası ve şehevi isteği vardır. Eğer nefse şehevi isteğini verirsen azar ve ondan başkasını talep eder. Çünkü çakmak taşında ateş gizli olduğu gibi şehevi isteklerde kalpte gizlidir. Çakılırsa ateş çıkar, çakılmazsa ateş gizli kalır.”
Kardeşim! Nefsini tek memnun eden şey vardır oda seni Allah’ın yolundan alıkoymak, onun gazabına müstehak hale getirmektir, bunu sakın unutma ve buradan anla ne büyük bir düşmanımız olduğunu…
Sen ona ancak Allah’ın emrine boyun bükmesini sağlayarak iyilik etmiş olursun. O’nun senin önüne, koyduğu şeylerin güzelliğine aldanırsın faydalı zannedersin ancak dışı güzel olan o şeylerin içi zehir, sonu ölümdür. Bu ölüm dinin, insanlığının ölümüdür. Onun içindir ki o yolları biran öce kapatmalı ona hareket alanı tanımamalısın. Bir davranışın, hoşuna giden tarafına, güzel olan yüzüne değil, seni götüreceği neticesine bakmalısın. Nice meşakkatlerle kat ettiğin yollar vardır ki, seni saadet yurduna çıkarır. Nice düz, engelsiz yollarda vardır ki sonu uçurumdur, tehlikelerle doludur. Sen yolun güzelliğine değil götürdüğü yere talipsin unutma!
Hesaplaşma ve yola getirme mesuliyetimiz
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem nefse muhalefet etmenin faziletinin saadet yurdu cennet olduğunu şöyle ifade buyururlar: “Cennetin etrafı mekarihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır.” (Sahiheyn’de, Ebu Hureyre’den bu rivayet aynen gelmiştir.)
Evet, kardeşim, nefsinle heran hesaplaşmalısın. Bir babanın asi bir evladı terbiye etmek için her günün sonunda onu karşısına oturtup yaptıklarının, ettiklerinin teker teker hesabını sorduğu gibi, sende nefsini hesaba çekmelisin. Hata ve kusurlarına asla göz yummamalısın, bir hata ve kusur neticesinde gevşeklik gösterirsen onu cesaretlendirmiş olursun. Cesaretlendiği yerde hemen cesaretini kıracak amellerde bulunmalısın. Mücadelede hep ilerde olmalısın bir sonraki günün bir önceki günden gerilerde olmamasın. Onun elini kolunu bağlamalı ibadet ve itaatle adeta bir mum gibi eritmeli sonra hakkın istediği şekli vermelisin.
Onunla anladığı dilden konuşun!
Şüpheli şey yemişse onu aç bırakmalı, namazda gevşek davranarak kaçırmanıza sebep olduysa bir vakit namaza karşılık ya bir günlük kaza namazı kılmalı yada nafile namazlar kılarak ona karşılık vermeli, ellerini harama uzattıysa o ellerle düşen birisini kaldırmanın telaşına girmeli, sadakalarla muhtaçlara el uzatmalı ve o ne yaparak sana zarar verdiyse tersini yaparak telafi yoluna gitmelisin.
Hazreti Ömer radıyallahu anh, her gün için defter tutar o günün sonunda yapıp ettiklerinden hesaba çekerdi nefsini. Yine bir vakit namazı cemaatle kılamadığını görünce, nefsinin o gevşekliğine misilleme yapmak adına hurma bahçesini, Allah yolunda sadaka olarak verdi.
Abidlerden biri eliyle bir kadına dokundu, nefsine ceza vermek için yanıncaya kadar elini ateşin üzerinde tuttu.”
İbni Keziti rahmetullahi aleyh ise nefsiyle muamelesini şöyle anlatır; “Bir gece ihtilam oldum gusletmeye kalkarken nefsim tembellik etti “Hava soğuk, hasta olursun; sabret yarın hamama gidersin” dedi. Ondan sonra nefsime muhalefet olsun diye entariyle gusletmeye yemin ettim ve öylede yaptım. “Allahu Teâlâ’nın emrinde gevşeklik yapanın cezası budur” dedim.”(Kimyayı Saadet)
Evet, Allah’ın salih kullarının hayatlarına baktığımız zaman bu örneklerle dolu olduğunu görürüz.
Bize düşen bu mücadelede onların tuttuğu yolu tutmak, bu tehlikelerle dolu yolda onların eteğinden tutup, selamete kavuşmak, kulluğun tadını ve lezzetini almaktır.
Nefis terbiyesinde nefisin basamaklarını teker teker geçip, Allah’a ulaşmada en önemli yöntemlerden olan; tasavvufta da kaide olarak kabul edilen; az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Birde bunlara halktan belli bir süre uzak kalmak anlamında olan halvet ve çileyi katanlarda vardır.
Şeytan insanı yoldan çıkarmak için insanın nefsani arzu ve isteklerini kullanır. O zaaf noktalardan yol bulup insanları istikametten alır, Allah’tan uzaklaştırır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, bu hususta bizleri uyararak buyuruyor ki: “Kanın damarlarda dolaştığı gibi şeytan da insanın vücudunda dolaşır. Açlıkla (az yemekle, oruç tutmakla) onun yollarını daraltın!” (Buhari)
Zira mide aşırı arzu ve isteklerin kaynağıdır. O kaynağı beslemek nefsin azgın isteklerine açık hale gelmektir.
Nefs düşmanıyla mücadele ederken hangi silahların kullanılması gerektiğine İbni Attar rahmetullahi aleyh şu sözlerle işaret eder. Derki, “Nefsi ancak dört şey terbiye eder. Bunları söyleyeyim de hatırında tut ey aziz, bunlardan biri sukut bıçağı. İkincisi açlık kılıcı, üçüncüsü tenha yerlerde ibadet ve tefekküre dalmak, dördüncüsünde gece uykusunu terk etmektir. Herkim bu dört silahla silahlanmazsa o insan felah bulamaz.”
“Ne vakit kurtulacaksın
esaretinden?” diye sor kendine…
Nefsin aşırı arzuları nice sultanları köle, sabırsa nice köleleri melik makamına yükseltti. Hazreti Yusuf aleyhisselam, önüne serilen bin bir türlü nefsin telkin ve kandırmaları karşısında sabretti, mısırın meliki oldu.
Ya biz! Hayatı huzurla yaşamaya, mutlu olmaya, nefsimizin esaretinden kurtulup, Allah’a kul olarak asıl hürriyete kavuşmaya, Allah’a verdiğimiz sözde durmaya, hayatı anlamlı kılmaya, ebed ebed diye inleyen ruhumuzun isteklerine bu kadar susamışken daha ne kadar daha kendimizden korkacağız, ne zamana kadar kendi kendimize düşmanlığa devam edeceğiz? Ne zaman toparlanıp ölmek üzere olan ruhumuzu diriltecek, nefsimizi aradan çıkarıp, benlik elbisesinden sıyrılıp vuslata ereceğiz? Bunu soralım kendimize…
Allah bizleri nefsimizle göz açıp kapayıncaya kadar baş başa bırakmasın. Bizleri doğru yola ilham etsin ve nefsimizin fenalığından korusun, mücadelede yollarını göstersin, elimizden tutan mürşd-i kamillerle tanıştırsın(Amin)