Vakti En Değerli Şeye Sarf Etmek – Abdullah Sofuoğlu

  • 05 Mayıs 2023
  • 231 kez görüntülendi.
Vakti En Değerli Şeye Sarf Etmek – Abdullah Sofuoğlu
REKLAM ALANI

Vakti En Değerli Şeye Sarf Etmek
Abdullah Sofuoğlu

Tasavvufun farklı tarifleri vardır. Her tasavvuf ehli onu kendi yaşadığı tecrübeye ve içinde bulunduğu hal veya makama göre tarif etmiştir. Bu tariflerden biri de Şeyh Ebu Said Ebu’l Hayr rahmetullahi aleyhin şu vecizesidir:
“Tasavvuf; vakti en değerli şeye sarf etmektir.”
Bu tarif görünüşte tasavvufu tek bir açıdan ele alıyormuş gibi görünse de aslında birçok sırları içinde toplayan engin muhtevalı bir ifadedir. Çünkü “vakit” kelimesi bile tasavvuf yolunun sırlarına işaret eden bir şifre gibidir.
Tasavvuf büyüklerine göre vakit, zamanın akışı içinde tecrübe edilen hallere, nail olunan tecellilere işaret eden bir terimdir. Bu sebeple tasavvuf yolunun büyükleri, “Sufi, “İbn’ül vakt”tir, yani zamanın oğludur, demişlerdir. Yani zamanın getirdiği her türlü tecellilerle, hallere bürünen ve marifetullah yolunda mesafe kat edendir.
Tasavvuf büyüklerinden Ebû Ali Dekkâk rahmetullahi aleyh vakit konusunda şöyle buyurmuştur:
“Vakit, içinde bulunduğun hâldir. Eğer sen dünyada isen (yani zihnin ve kalbin dünyevî düşüncelerle dolu ise) vaktin dünyadır, eğer ahirette isen (zihnin ve kalbin ahiret ve onun derdi, hazırlığı ile meşgul ise) vaktin ahirettir.”
Bu ifadeye göre vakit, kişinin onu nasıl değerlendirdiğine göre değer kazanan bir zaman parçasıdır. İnsan o zaman parçalarından ibarettir. Vaktini nasıl değerlendiriyorsa kendisi de ona göre değer kazanır.
Bazı alimler o yüzden “Zaman kılıç gibidir,” demişlerdir. Yani kılıç ile talim yapan bir acemi asker eğer kılıca hâkim olmasını beceremezse kendini yaralayabilir. Bunun gibi zamanı ustalıkla yönetmeyi bilmek lazımdır. Yoksa zaman bizi keser, yani aleyhimize işler, azar azar bizi tüketir, bitirir.
Vakti yönetmekteki ustalık ise, “Vakti en değerli olana sarfetmek”le mümkündür. Peki en değerli olan nedir?
“En Değerli Olan Allah’ın Rızasıdır”
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretlerinin sohbetlerinde her zaman dile getirdiği gibi, “Allah-u Zülcelâl’den istenecek ve amellerle talep edilecek şeylerin en kıymetlisi Allah’ın rızasıdır.” Çünkü Allah-u Zülcelâl kulundan razı olduktan sonra artık o kulun ne derdi kalır ki? Dünya da ahiret de Allah-u Zülcelâl’in mülküdür. Razı olduğu kuluna bütün imtihanlardan yüz akıyla çıkmayı nasip eder, bütün belalardan muhafaza eder, selamete erdirir.
Demek ki vakti en değerli olana sarfetmenin manası, bütün zamanlarını Allah’ın rızasını kazanmakla kıymetlendirmektir. Tasavvuf yolu da İslam’ı bütün incelikleriyle yaşamak ve her ânını en faydalı amellerle değerlendirmek yoludur.
Elbette Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmak için yapılacak çok ibadetler ve vazifeler vardır. Salih ameller ve hizmetler sayısızdır, ömür ise sınırlıdır. Öyleyse hangisini önce yapmalı?
Allah’ın rızası sâlih ameller içinde gizlidir. Tıpkı Kadir gecesinin Ramazan gecelerinde gizli olması gibi. Cuma gününde duaların kabul olduğu bir saat vardır, bu saatin hangisi olduğunun gizli olması gibi. Allah’ın rızasının da hangi amelde olduğu gizlidir ki, kullar bütün salih amelleri yerine getirsin. Ama önce hangisini?
İbn’ül vakt ifadesi bunun da cevabını verir gibidir. Her zamanın en makbul ameli, Allah’ın kâinata ezelde koyduğu zaman düzeniyle belirlenmiş gibidir. Mesela Ramazan ayında Allah’ın farz kıldığı orucu tutmak öncelikli ameldir. Oruç tutmayıp da onun yerine birçok nafile ameller işlenmesi o farz orucun yerine geçmez. Vakti girince namazı kılmak, nisap miktarı mala malik olunca zekatını vermek, Kurban Bayramı imkânı olanlar için kurbanı kesmek o anda yapılacak en salih ameldir.
Allah-u Zülcelâl’in bazı amelleri zamana bağlı olarak farz kılması, kulun Allah’ın rızasını kazanmasını kolaylaştıran bir rehberdir. Bundan sonra da sünneti seniyyeye ittiba gelir. Teheccüd vakitleri namaz ve Kur’an kıraati için en değerli zamandır. Seher vakitleri istiğfar ve dua için en güzel zamanlardır. Ramazan’da verilen Fıtır sadakası sadakalar içinde en kıymetlisidir.
Tasavvuf yoluna giren, yani Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ilmine, feyzine ve irşad vazifesine mirasçı olan Allah dostu alimlerin içtihadı üzere evradını yerine getirmek de insanın günlük hayatını programlar ve vakti boşa geçirmekten kurtarır.
İnsanoğlunu en çok dalalete düşüren, kararsızlık veya yanlış kararlardır. İnsanın doğru kararları vermesine en çok yardımcı olan da kendisine uygun şekilde yapılmış bir plana, programa bağlı kalmasıdır. Bir programa uyarak düzenli hareket eden her gün biraz biraz mesafe kat eder. Her hafta, her ay, her sene biraz biraz derecesini yükseltir.
Vukûf-i Zamânî
Allah-u Zülcelâl bu kâinatı insan için, insanı da kulluk için yaratmıştır. Kâinatın yaratılışı, zaman denilen akışı ortaya çıkaracak şekilde takdir edilmiştir.
Allah-u Zülcelâl Kur’ân-ı Kerim’de pek çok ayet- i kerimede zaman ve zamanın parçası olan leyl, nehar, fecir, duhâ, zuhr, asr, mesâ, aşiyy, şehr, usbu, saat, yevm kelimelerini kullanmıştır. Bunlar gece, gündüz, gün doğumu, kuşluk vakti, öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitleri, ay, hafta, saat, gün manalarına gelen kelimelerdir. Rabbimiz birçok ayetlerde de zamana yemin etmiştir:
“Asra yemin olsun ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler; birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-3)
Zamanın akışının farkında olmak, ona hâkim olmak gerçekten zor iştir. Bu zorluğu kolaylaştırmak için en faydalı yol, nefsi kendi haline bırakmayıp bir rehbere tabi olmaktır.
Nakşibendî büyükleri bu yolun esaslarını on bir madde halinde özetlemişlerdir. Bunlardan biri de “vukûf-i zamânî” tabiridir. Vukuf, vakıf olmak, yani zamanın akışının farkında olmak, onu en iyi şekilde değerlendirme mesuliyetini idrak etmek manasına gelir.
Evvela kişi içinde bulunduğu her zamanı Allah’ın bir nimeti bilmeli ve bu nimetten hesaba çekileceğinin idraki içinde olmalıdır. Bilhassa sağlıklı ve dinlenmiş, ihtiyaçlarını gidermiş olarak bulunduğu her vakit, ele zor geçen bir altın bir fırsat gibidir. Mahşer günü pişmanlık çekmemenin yolu bu fırsatları iyi değerlendirmekten geçer.
“Vukûf-i zamânî” tabirinin bir manası da kişinin nasıl bir zamanda bulunduğunu bilmesidir. Her zamanın öncelikli bir ameli vardır. Mesela bir kişinin üzerinde kul borcu varsa eline geçen parayla nafile sadaka vermesi fazilet değildir. Evvela borcunu ödemeli, ondan sonra kalan parayla hayır hasenat yapmalıdır. Bunun gibi kişinin üzerindeki borçları bilmesi önemlidir. Bu da fıkıh ilmi öğrenmekle olur. Her müslümanın ilmihalini yani üzerine düşen vazifelerini bilmesi farzdır.
“Vukûf-i zamânî” tabirinin bir başka manası da kişinin içinde bulunduğu haldeki durumunu bilmesi, kalp halini sık sık yoklamasıdır. İçinde yaşadığı zaman içerisinde ne haldedir?
Gaflet içinde mi, yoksa Allah’ın her an onu gördüğünü unutmadan, her halini murakabe halinde mi?
Eğer murakabe halinde ise o zaman zaten gayret içinde olacaktır. Bu durumda da Allah’ın nasip ettiği salih ameller için şükretmeli, bunun Allah’ın lütfu ve yardımıyla olduğunu bilmelidir. Bunun yanında hatasız, kusursuz bir amel yapamadığını da düşünüp, onları kendi nefsine mal ederek istiğfar halinde olmalıdır.
Nakşibendi yolunun büyükleri, tasavvuf yolunun yolcusu olan herkesin her gün veya gece amellerinin ve ömrünü nasıl geçirdiğinin muhasebesini yapması gerektiğini söylemişlerdir. Yalnız günlerin, saatlerin değil hatta nefeslerin nasıl geçtiğine dikkat etmesi lazımdır. Bu hale gelmiş olanlara “nefes ehli” denilmiştir.
Abdülhâlik-ı Gucdüvânî kuddise sırruh müridin her an nefsin hallerini bilmesi, kendisini Hak’tan alıkoyacak her şeyden uzak durması, kalbini Hak ile muamelesinde sürekli hesaba çekmesi, vird ve zikirlerini vaktinde yerine getirmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Cenab-ı Hak kullarından bir an bile gafil değildir, her an onu, yapıp ettiklerini ve yaparken kalbindeki niyetini görmektedir. Bunu düşünen insan her an, her nefes amellerine ve kalp hallerine de dikkat edecektir.
İnsanı böyle uyanık olmaktan alıkoyan şeylerin başında havatır denilen haldir. Havatır, kalbe gelen boş ve gereksiz düşünceler, endişeler, vehim ve vesveselerdir. İmam Kuşeyri rahmetullahi aleyh Risâle-i Kuşeyrî adıyla bilinen eserinde ibnül-vakt esasını açıklarken bu hususa dikkat çeker.
Sûfî, zaman sermayesini, geçmişin pişmanlıklarına, geleceğin endişelerine, elde olmayan şeylerin hasretine harcamamalıdır. İbnü’l vakt olan tasavvuf yolcusu, bütün gayretini içinde olduğu bu anı değerlendirmeye teksif etmelidir. Her vakit içinde o vakitte işlenmesi en hayırlı olan şeyle derhal meşgul olmalı, o vakit içinde kendisinden istenen görevi yerine getirmelidir.
Hatta Ebû Hafs Şehâbeddin es-Sühreverdî rahmetullahi aleyh, “Mürşidlerin müridlerine vakitlerini tamamıyla dolduracak meşgaleler vermesi gerektiğini, bu meşgalelerin bedenin organlarıyla yapılan fiiller değil muhasebe, murakabe, tefekkür, zikir gibi kalple yapılan fiiller olduğunu,” söyler.
Devamlı ilim, ibadet, hizmet, evrâd, ezkar, murakabe ve tefekkür gibi vazifelerle meşgul olan bir mürid, kalbini havatırdan mümkün olduğu kadar muhafaza eder. Böylece nefsini tezkiye, kalbini tasfiye ederek ibadetlerin nuruyla nurlandırır.
Zamanda Hususi Tecelliler Vardır
Tasavvuf yolunda vakit, aynı zamanda Allah-u Zülcelâl’in tecellilerine mazhar olmak manasındadır. Vaktin içinde Allah-u Zülcelâl’in mukarreb kullarından olmak için fırsatlar vardır. Kulun ibadet, zikir ve hizmetlerle meşgul olduğu zamanlar bu tecellilere rast gelirse kısa bir zamanda çok mertebe kazanmış olur.
Mübarek Ramazan ayını geride bıraktığımız bu günlerde zamanı değerlendirmenin öneminden gaflete düşmeyelim. Çünkü her seher vaktinde, her Cuma gününde Allah-u Zülcelâl’in duaları geri çevirmediği vakitler vardır. Bu vakitler dua etmek için bulunmaz fırsattır.
Allah’ın katındaki sevap, mükafat ve dereceler sonsuzdur. Ömürlerimiz ise sınırlı ve bizler de aciz kullarız. Bu yüzden zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz. Bütün zamanlarımızı bilhassa bu altın fırsatları ganimet bilmeliyiz. Elimizden kaçmış gitmiş olan zamanları geriye getiremiyorsak hiç değilse elde kalmış olan zamanlardaki fırsatlara sarılmalıyız.
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretlerinin de devamlı hatırlattığı gibi, dualarımızda en çok Allah’ın razı olacağı kulluğu nasip ve müyesser etmesini istemeliyiz. Onun öğrettiği gibi biz de aynı şekilde dua edelim:
Rabbimiz bizi bir an bile nefsimize bırakmasın, bizi hayırlarda kullansın. Razı olacağı şekilde salih amel yapmayı nasip eylesin. Âmin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ