MUTASAVVIF MÜCAHİDLER
Sufi mefhumu, umumiyetle vecd içinde dönen dervişlere dair birtakım tasavvurlar, İslâm’ın bildik geleneklerine benzemeyen sıradışı faaliyetlerle meşgul sıradışı insanlar veya tefekküre dalmış ve siyasete uzak mistikleri hatırlatır. Tasavvuf’un temel olarak İslam’ın kenarında bir yerdeymişçesine yanlış anlaşılmasına ek olarak, belki en büyük yanlış, sufilerin Cihad’a karşı pasif ve kayıtsız olduğudur. Gerçekte ise başka hiçbir şey, hakikatten bu kadar uzak olamaz.
Öncelikle, Mutasavvıflar arasında yer alıp da Tasavvuf’un dosdoğru yolunu temsil eden bellibaşlı birkaç (mücahid) velîyi, (sayısız mümtaz şahsiyet arasından bir fikir vermek gayesiyle) tesbit etmek lüzumlu görünüyor.
Hanefi Uleması arasında, Ali Karî, Abdülgaffar Nablusî, Şeyh Ahmed Serhendî ve Şah Veliyullah’ı görüyoruz meselâ. Malikîler arasından adı zikredilen, İbn Ataillah el-İskenderî ve İbn Acibe gibi âlimler de mutasavvıf idiler. Abdurrahman İbn Cevzî, Abdülkadir el-Geylanî’nin soyundan-torunlarından olan Abdülkerim Cilî ve İbn Receb gibi âlimler ise Hanbelîlerde gördüklerimizden yalnızca birkaçı…
Muhyiddin İbn Arabî hazretleri Zahirî mezhebindendi.
Şafiî mezhebinden de bazıları en seçkinlerden olarak, çok sayıda Mutasavvıf bulunmaktaydı: “Ebülkasım el-Cüneyd, Hakim Tirmizî, Ebu Ali Dakkak, Ebu Abdurrahman Sülemî, İmam-ı Gazalî, Abdülvahhab Şaranî, Ebülkasım Kuşeyrî, İmam İzz İbn Abdüsselam [ki o İslam Fıkhı sahasındaki seçkin eserlerine ilaveten, Haçlılarla şevkle savaşmaktan kaçınan Müslüman idarecilere karşı takındığı sert tavrı ile de tanınır], İmam Nevevî ve İmam Suyutî rahmetullahi aleyhim ecmain.
Muhammed Haya el-Sindî kuddise sirruhu de, Nakşıbendî tarikatındandı. Büyük Hindli Mutasavvıf Şah Veliyullah Dehlevî, son derece ilginç biçimde, Muhammed Haya el-Sindî ile beraber, sonrasında Endonezya’da Hollandalılara karşı Cihad’a kumanda edecek olan Şeyh Yusuf’un da aynı zamanda hocası, bir diğer büyük Mutasavvıf İbrahim el-Kurranî’nin talebesiydi.
Seçilen ve yukarıda kısaca kendilerinden bahsedilen az sayıda Mutasavvıf yanında, burada zikredilmemiş sayısız başka şahsiyetler de mevcuttur. Her ne kadar mevzuumuz itibariyle bihakkın takdim edilememişlerse de “Tasavvuf’un Doğru Yol’a” perçinli sımsıkı köklerinin daima yerli yerinde ve sabit olduğu artık besbelli olsa gerektir.
Zahidlikleri kadar mücahiddirler de…
Müslüman olmayanlar da dâhil olmak üzere, insanların Tasavvuf hakkındaki en büyük ikinci yanlış kanaati, onun içtimaî adaletle ilgili meselelerde rol alma ve Cihad bahsinde gevşeklik arzettiğidir. Tarih, Tasavvufun Cihad’a karşı olmasına şöyle dursun, tam tersine, Mutasavvıfların Cihad’ın önde gelen liderleri olduklarına şahittir. Henüz ilk Mutasavvıflar dahi, Cihad’a katılma ve şehadet mertebesini arama hususundaki iştiyaklarıyla bilinir. Meselâ, İbrahim İbn Edhem, lüks bir hayatın içine doğmuş, kudsî ilimleri tedris etmek üzere bilâhare bu dünya saltanatına tamamen sırt çevirmiş ve ilk Mutasavvıflardan biri olarak, daha sonra Bizanslılara karşı açılan Cihad’a katılıp savaşmış bir zahittir.
Aslına bakılırsa, Sufi tekkesinin kök olarak ilk numuneleri, İslam devletinin gittikçe genişlemesiyle sınır boylarına kurulan yarı askerî ileri karakollar anlamında “ribat”a dayanır. Mutasavvıf şeyhler, bu ileri karakollarda, müridlerine Batınî ilimlerle içiçe, zahirî Cihad’ı tâlim ve tatbik ettirdiler.
Tasavvuf ehli, Haçlı Seferleri esnasında, Franklara karşı halkın gösterdiği umumî direnişte hemen yerlerini aldılar.
Mısır’daki Mansura Savaşı’na katılanlar, Şeyh Ebu Hasan eş-Şazelî, Şeyh İbrahim Dessukî ve Şeyh el-Kannavî gibilerdi.
Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Mısır Sultanı El-Kâmil Franklarla müzakerelere başladığında, Muhyiddini Arabî kuddise sirruhu onu, “Sen haysiyet sahibi değilsin ve İslam senin gibileri hoş görmez. Ayağa kalk ve savaş, yoksa onlarla savaştığımız gibi, seninle de savaşırız!” mealinde sözlerle sertçe azarlamıştır.
Hatta İmam-ı Gazalî, savaşı devam ettirmede başarısızlığa düşen Memlûk sultanlarını, benzer şekilde dehşetli bir ihtarla azarlamıştır: “Ya Allah adına kılıcınızı kuşanıp Müslüman kardeşlerinizi kurtarın yahut Müslümanların hükümdarlığı tahtından inin ki, sizden başkaları onların haklarını müdafaa edebilsinler!”
Çoğu şehid edilmiştir
Yedinci Haçlı Seferi deminde Mısır’daki direniş, Rifai tarikatına mensub Şeyh Ahmed el-Bedevî tarafından idare edilmiştir. Kübreviyye tarikatının kurucusu Şeyh Necmeddin Kübra, Harezm’in Moğol çapulcularından savunulması sırasında şehid olmuştur. (Mütercimin Notu: Mevlânâ Hazretlerinin de ilk elde mensubu olduğu ifade edilen Kübreviye tarikatının büyüklerinden ve yine Moğollar tarafından şehid edilen bir diğer Mutasavvıf da, “Tezkiretü’l Evliya” sahibi Feridüddin Attar’dır.)
Yine, Osmanlı Devleti dâhilinde Tasavvuf ehli, kitleleri Cihad için harekete geçirmiş, bazen kimi idarecilere karşı ayaklanmaları idare etmiş, bazen Sultan’ın tahta çıkmasına yardımcı faaliyetlerde bulunmuş, bazen de Yeniçeriler olarak bilinen savaşçı sınıfın manevî terbiyesini üstlenmişlerdir.
Sömürgeciliğin hüküm sürdüğü dönem boyunca, Tasavvuf ehli, İslam Ümmet’inin yaşadığı her yerde, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı sürdürülen direniş hareketlerine liderlik etmişlerdir.
Kafkaslarda Ruslar, öncelikle Nakşibendi ve Kadirî tarikatlarından gelen çok sert bir direnişle karşılaşmışlardır. Molla Muhammed el-Gazi el-Kamravî, Rusya kendisini Gürcistan’daki Hıristiyanların hâmisi ilan ettiği ve Safevî Fars ülkesinin kimi bölgelerini 1800 yılında topraklarına kattığında, Ruslara karşı savaşmıştır. Molla Muhammed bir Nakşıbendî şeyhiydi ve o şehid olana kadar, yüz binlerce müridi Ruslara karşı savaştı. Sonrasında liderlik El-Emir Hamza el-Hanzecî’ye geçti, fakat bir yıl içinde o da şehid oldu. İşte meşhur İmam Şamil el-Dağıstanî bundan sonra Cihad Emiri oldu ve Ruslarla kesintisiz tam 20 sene savaştı.
Çok ilginç biçimde, İmam Şamil, 3,000 mil uzakta savaşan bir diğer Mutasavvıf Şeyh Abdülkadir el-Cezayirî ile Hac sırasında 1828 yılında karşılaştı ve orada “gerilla savaşı” hususunda görüş alışverişinde bulundular. Onun teslim oluşu sonrasındaysa, isyanlar Kadirî tarikatı mensupları tarafından sürdürüldü. 1864 yılında, diğer birçok masum sivilin yanında, Ruslar 4,000’den fazla Kadirî müridini katletti. Nakşibendîler ve Kadirîler güçlerini birleştirdiler ve 1865’te, 1877’de, 1878’de ve tüm 1890’lar boyunca Ruslara başkaldırdılar.
Sovyet Devrimi esnasında, Müslümanların kumandası Şeyh Uzun Hacc’ın elindeydi. Stalin, Çeçen problemini, tüm bir nüfusu toplama kamplarına sürerek kökünden çözdü!
Hind Yarımadasında, Tasavvuf ehli ve tarikatlar, İngilizlere karşı askerî ve fikrî direnişte aktif olarak, çok dikkate değer bir rol oynadı.
Meşhur 1857 İsyanı arifesinde, Şah Veliyullah’ın takibçileri, oğlu Şah Abdülaziz liderliğinde bir Cihad başlatmış ve sürdürmekteydiler. Şah Abdülaziz’in ilan ettiği fetva, Hindistan’ın “Darülharb yani Savaş Diyarı” olduğuydu. “Ülkemiz, köleleştirilmiştir. İstiklâl için mücadele etmek ve köleliğe bir son vermek, bizlerin vazifesidir” diyerek, Cihad ilan etmişti. Kendisinden sonra kavga bayrağı, Tarikat-i Muhammedî’yi kuran ve nihayetinde Pencab Sihleri tarafından mağlup edilen Seyyid Ahmed Berelvî tarafından devralındı. Tasavvuf ehli olan veya olmayan âlimler, 1857 İsyanı’nda aktif biçimde ve aynı şekilde yer aldılar. İsyan bastırıldığında, 50,000’in üzerinde âlim şehid edilmişti.
Tasavvuf kökenli bir hareket
1857 İsyanı’nın başarıya ulaşamamasından sonra, sömürgeciliğe karşı Ulema tarafından verilen direniş, kendisini yeniden ve bu kez Diyobendî Hareketi ismiyle şekillendirdi. Bu hareket bünyesinde Hindistan’ın her tarafında Kur’an, Hadis, Fıkıh, Mantık, Kelâm, Fen ve Çeştiyye Tarikatı çerçevesinde, temelde Tasavvuf’u tedris ettiren medreseler açıldı. Aynı zamanda Sabirî kolundan Çeştiye tarikatının da bir mensubu olan Mevlânâ Muhammed İlyas Kandehlevî yoluyla, Diyobendî Hareketi bünyesinden Tebliğ Cemaati doğdu. Bu hareketin yoğunlaştığı nokta, Kur’an ve Hadis’e istinad ederek İslâm’ın doğru anlayışına bir dönüş ve ibadete hususi bir ehemmiyet göstererek, Şeriat’ın emirlerine itaatti.
Endonezya’da dahi, 1840 ve 1850’lerde Hollandalı sömürgecilere karşı zaten iyice yaygınlaşmış olan direnişe, Kadirî tarikatı liderlik etti.
Yaygın olduğu saha bakımından, Sufî direnişin belki en aktif tezahürleri Afrika’da gerçekleşti. Tasavvuf ehlinin emperyalizme karşı başlattığı direniş, hemen hemen, Avrupalıların Fas’taki Müslüman topraklarını sömürgeleştirmeye teşebbüs ettikleri ânda doğdu.
Portekizlilerin 15. yüzyılda en ön saftaki hasmı, Mutasavvıflardan en dikkate değer şahsiyet El-Cezulî olmak üzere, Şazeliye tarikatıydı.
Kadirî tarikatından Malikî bir âlim olan Osman Dan Fodyo (1754-1817), bilhassa İslamî ve putperest inanışların birbirine karıştırılması tarzında, o dönem revaçta olan bid’atlere karşı en şiddetli muhalefeti yapan kişiydi. Sonunda hicret etti, bir İslam Devleti kurdu ve bölgeyi Şeriat altında birleştirmek üzere Cihad etti.
El-Hacc Ömer Tal ise, Kuzey Senegalli bir Ticanî şeyhiydi ve hem Fransızlara, hem de Gine, Senegal ve Mali putperestlerine karşı Cihad yürüttü. İkinci haccından sonra, Kahire’den başlamak üzere Afrika’nın muhtelif çeşitlerine seyahatler düzenledi ve en nihayet Nijerya’nın Sokoto şehrine gelerek, Şeyh Osman Dan Fodyo’nun oğlu Muhammed Bello ile birlikte askerî ilimler ve devlet idaresi mevzularında ilmî çalışmalar yaptı. Anavatanına dönüşünde, bilhassa Karta ve Segu’dan putperestlere karşı savaştı. Ömer, sıkı bir Şeriat savunucusu idi ve putperestlere karşı kazandığı bir zaferden sonra, onların putlarından birini, demir bir gürz kullanarak bizzat kendi elleriyle imha etmiştir.
Bir Darkevî sufîsi olan Faslı El-Hacc Muhammed el-Ahreş, Mısır’ı işgal eden Fransızlara karşı savaşmak üzere, 1799 yılında Tunuslu ve Faslılardan oluşan bir teşkilat kurdu.
Seyyid Muhammed Abdullah el-Somalî’ye (1864-1920) gelince; bu zât, Somali’de İngiliz ve İtalyanlara karşı 20 yıldan fazla askerî bir güç olarak faal olmuş, Salihiye tarikatı mensubu Şafiî bir âlimdi. Yaptığı bir konuşmada, şöyle demişti bir keresinde: “Kâfirler, uzak ülkelerinden gelerek vatanımıza saldırdılar. Silahlı güçleri ve hükümetlerinin desteğiyle, dinimizi mahvetmek istiyor ve bizi Hıristiyanlığı kabule zorluyorlar. Sizler, Allah’a imana, silahlara ve kararlılığa sahipsiniz. Onların ordu ve askerlerinden korkmayınız; Allah, onlardan kudretlidir!”
Cezayir aslanı Şeyh Abdulkadir
Mutasavvıf mücahidlerin belki de en meşhurlarından biri, 25 yaşında Emir seçilen ve 1830’da Cezayir’i işgal eden Fransızlara karşı bizzat ve bilfiil savaşan Abdülkadir el-Cezayirî’dir. Kendisi, Kadirî tarikatının bir mensubuydu ve üç cildlik “El-Mevakıf” isimli, Tasavvuf üzerine bir eserin de müellifidir.
Moritanyalı Ma’al-Ayneyn el-Kalkamî (1831-1910) de yine bir Mutasavvıftır ve Fransızlara karşı Cihad etmek üzere, Fas’taki “Sharifian” Hanedanı ile şahsî bir ittifak tesis etmiş, bu uğurda oğullarının bazılarını da şehid vermiştir.
Libya’daki Senusî tarikatı da, burada Fransız ve İtalyanlara karşı kurulan bir ittifaka liderlik eder.
Ortadoğu’ya gelince; Osmanlı Devleti’nin karışıklıklar içinde olduğu bir demde, bellibaşlı seçkin Mutasavvıf âlimler taşıdı Avrupalıların işgaline karşı açılan Cihad bayrağını.
Ticanî şeyhi Ali el-Daqar (1877-1943) Şafiî bir âlim olup, kudsî ilimler üzerine ayrı ayrı on birden fazla okuldan müteşekkil “El-Camia el-Gurra” akademisinin de kurucusuydu. Bedreddin el-Hasanî ile birlikte, Suriye’nin kırlık bölgelerini dolaşarak, emperyalistlere karşı Cihad’ın vacibliği üzerine köylüleri eğittiler.
Haşim el-Hatib (1890-1958), Kadirî tarikatından Şafiî bir âlimdi ve o da Müslümanları Fransızlara karşı Cihad’a geçmeye teşvik etti.
Muhammed Said Burhanî ise, Nakşıbendî tarikatından Hanefî bir âlimdi ve Suriye’nin 1920’de Fransızlarca işgaline karşı savaştı.
Mutasavvıfların direnişi, bugün de yitip gitmemiştir ve İslâm Ümmeti’nin bulunduğu birçok yerde hâlen faaldir.
Misâl olarak, Afganistan Sovyet işgaline uğradığında, Sufî tarikatlar Komünistlerin sürülmesinde merkezî bir rol icrâ etmişlerdir. Direnişin birçok seçkin lideri, Kadirî tarikatının başındaki Seyyid Ahmed Geylanî gibi, Tasavvuf ehlindendi. Bu zât, bir dönem Mücahidlerin Adalet Bakanı olarak da vazife icrâ etti. Afganistan’ın önceki iki devlet başkanı olan Sıbgatullah Müceddidî ve Burhaneddin Rabbanî ise, Nakşıbendî tarikatına mensuptular.
Molla Muhammed Ömer’in de Nakşibendi tarikatından olduğu rivayet edilmektedir. Hatta bugün bile, “Şeyh Abdülkadir el-Geylanî Sufî Cihad Birlikleri” adıyla, Amerikan işgaline karşı savaşmak üzere, 2005 yılı Nisan ayında Irak’ta bir direniş grubu kurulmuştur. (Mütercimin Notu: Bu makalenin yayınlandığı tarihten sonra, bugün herkesin bildiği bir diğer faal Sufî direniş grubu olan “Irak Nakşî Ordusu” kurulmuş ve Amerikan işgalcilerine karşı sayısız büyük operasyona imza atmış ve atmaktadır.)
Şu âna kadar ifade ettiklerimizden de apaçık anlaşılacağı üzere, Tasavvuf ehli, hiçbir zaman pasif ve siyasete kayıtsız mistiklerden olmamış, tam tersine, İslâm Ümmeti’nin bulunduğu hemen her yerde, İslâmî diriliş ve direniş hareketlerinin seçkin fikrî ve askerî çekirdeğini teşkil etmişlerdir. Bu makale, Tasavvuf ehlinin dâvâ, kudsî ilimlerin diriltilip teşekkül ettirilmesi ve Cihad bahsindeki rolleri üzerine her şeyi kuşatıcı bir çalışma olarak tefsir edilmemelidir. Daha ziyade, hacimli ve muazzam bir çalışmanın sadece özet bir takdimi olmak niyetiyle kaleme alınmıştır.
Allah, aramızdan çıkacak ve günümüz fitnesiyle savaşıp İslam Ümmetini birleştirecek bir lider nasib etsin bizlere. Âmin.
Kaynak: http://jinnzaman.hadithuna.com/sufi-mujahideen/ (Ocak 2008)
YAZAR: Khurram Zaman
Tercüme: Hayreddin Soykan