Anlaşmazlıklarınızı Nasıl Çözeceksiniz?
Arkadaşlığınızı kaybetmek üzere misiniz? Beraberliğinizi sürdürmekte zorlanıyor veya birbirinizi kıskanıyor musunuz? Anlaşamıyor veya söylemeniz gereken yerde “Hayır!” diyemiyor musunuz? Gidişatı en baştan nasıl durdurup düzelteceksiniz?
Arkadaşların, dostların, akrabaların, birlikte çalışanların ve hatta komşuların bütün anlaşmazlıkları, birkaç önemli sebepten birine dayanır: Ya birbirinizi kıskanıyorsunuz, ya birbirinizi yanlış anlıyorsunuz ya egolarınız, benlikleriniz yaralandı ya da çıkarlarınız çatışıyor. Ne yapacaksınız? Biz bu yazımızda sadece ilk ikisi hususunda bazı çözümler önereceğiz.
Eğer sorun kıskançlıksa
Dersleriniz, aileniz, servetiniz ve hatta hayatınız şiddetli bir hasede kurban gidebilir. Bazı öğrenciler birbirlerinin notlarını, bazı akrabalar birbirlerinin servetlerini çekemiyor, kıskanıyorlar. Oysa kıskanmak; yerden, gökten, gözden, gönülden bela çağırmaktır.
Kıskanmak nedir? Kendinizle ilgili bulduğunuz bir değerin başkasında daha fazla olmasını istememektir. Öğrenci kimliğini, şahsiyetini, onurunu, benliğini notlarıyla tanımlarsa kendisinden fazla not alan herkesi kıskanır. Kendinizle ilgili görmediğiniz bir özelliği kıskanmazsınız. Kendinizi yeterince üstün gördüğünüz hususları da kıskanmazsınız.
Kıskanan Yaradan’ın planıyla savaşır. Yaradan hasetçinin göğsünü daraltır, ona manevi ızdıraplar çektirir. Kıskançlık, sahibini en sonunda müfteri, yalancı, hırsız ve hatta katil yaparak cehenneme düşürür.
İki paraşütçü erkek bir kadına talip oluyor. Kıskananlardan birisi diğer arkadaşının paraşütünü sabote ediyor. Atlayıp çakılarak ölmesine yol açıyor.
Sonuç: Cinayetle evlenmeyi umduğu hanımdan mahrum olduğu gibi hayatı felaketlerle kahroluyor ve sonunda intiharı seçiyor… Hz. Mevlana uyarıyor; “Ben filan kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor, diye haset ediyorsun. Oysa haset başka bir eksiklik ve hatta bütün aşağılıklardan daha beterdir…” (Mevlana, Mesnevi, c. II, s. 61.)
Kıskanmaktan nasıl kurtulursunuz?
Kimi ve neden kıskandığınızı fark edin ve şöyle düşünün:
1. Kıskandığınız her ne ise ona onu Allah verdi. Onun şükrünü soracak.
2. Ona onu lütfetti; ama başka bir derdiyle boğuşturuyor.
3. Size kıskandığınızı vermediyse yerine başka şeyleri verdi.
4. Sabrederseniz, bir gün kıskandığınız şeyler size de nasip olabilir.
5. Dünyayı kıskanmak, kediler gibi kılçık kavgasına düşmektir. Siz cenneti kazananları kıskanın.
6. Her şeye şükrederseniz, kıskandığınızdan çok daha değerli nimetlerle yaşadığınızı hissedersiniz.
7. Ahiretinize yaramayacak şeyleri mi kıskanıyorsunuz? İnsanların alkışını mı kıskanıyorsunuz? Oysa başkalarına verilen nimetlere razı olursanız meleklerden dua alır, daha değerlisine kavuşursunuz. Hâlâ kıskanıyorsanız, kalbinizi kötülükten arındırın.
Peki, kıskanıldığınızı nasıl anlarsınız?
Kazancınızı, güzelliğinizi, yemeğinizi, işinizi, çocuklarınızı, makamınızı, şöhretinizi kıskanırlar. Kıskançlığı ya gizler ya da açığa vururlar. Kıskanan övünmenize alınır, hatanızı yüzünüze vurur, gıybetinizi, dedikodunuzu yapar, yüzünüze içten gülemez, gıyabınızda kötülük yapar. İpinizi çekmek isteyenlere yardım eder.
Sizi kimler kıskanır? En yakınınızdakiler, arkadaşlarınız, akrabalarınız, komşularınız ve sizinle aynı işi yapanlar sizi kıskanabilirler. Tenisçi futbolcuyu, romancı şairi, doktor öğretmeni kıskanmaz. Aynı cinste, yakın yaşta, benzer düzeyde; aynı şerefe, alkışa, makama taliplerin kıskançlığından çekinin.
Kıskanılmayı nasıl önlersiniz?
Anne, öğrenci, öğretmen, yarışçı, sanatçı, herkes, sıralayacağım yaklaşımları kendi durumuna göre uyarlayabilir:
1. Yanlarında, kendileriyle aynı kulvardaki başarılarınızdan söz etmeyin. Söz açılırsa övünmeksizin ve muhatabınızın işini överek konuyu kapatın.
2. Merkezde ve hatip değilseniz tüm ilgiyi gasp etmeyin, diğerlerine yayın.
3. Beğendiğiniz yönlerini takdirle ve gıptayla dile getirin.
4. Sizi aşırı kıskananlara onları aşırı kıskanıyormuş gibi davranın.
5. Kıskançların nazarından, tuzağından, gıybetinden Allah’ın korumasına sığının.
6. Sizi kıskananlara dua ederek hasetlerini üzerlerine çevirin.
7. Sabredin ve tövbe edin.
Meyvesiz ağaç taşlanmaz. Yeter ki siz gürültü koparıp da her gelen geçene göz kırpmayın. Her değerin bir bedeli vardır. Bazen alın teri, bazen kıskanılmak, bazen dışlanmak… Bedelinden kaçan değere kavuşamaz.
Sorun kıskançlık değil de tarlaları paylaşamayan kardeşlerinki gibi çıkar çatışmasıysa çatışmayı nasıl çözeceksiniz?
Eğer sorun hatalar ve yanlış anlamalarsa
Birbirinizi yanlış veya eksik mi anlıyorsunuz? Önyargılı mısınız? Çözüm nedir?
Sesten, sözden, tavırdan, ortamdan, yüzlerce çevresel çağrıştırıcıdan tahminle yoğurarak anlam çıkarıyorsunuz. Kafanız gürültülerle doluyken, muhatabınızı kusursuz kavrayabilir misiniz? Şöyle sorun: Birbirimizi yanlış mı anladık? Bir iletişim hatası mı var? Birbirimizi kırdığımızı fark etmiyor muyuz? Hatamızı bilirsek düzeltir miyiz? Evet, diyorsanız doğru yerdesiniz.
Konuyu baştan, yeniden ve sorularla farklı açılardan konuşun. Muhatabınızı hatalı veya önyargılı buluyorsanız, yapıcı eleştiriyle düzeltmeyi deneyin. Yapıcı eleştiri nasıl uygulanır?
* Kalbinizden ezmeyi değil, çözmeyi amaçlayın. Eleştiri ameliyat gibidir, iyileştirmeden önce egoyu yani nefsi incitir. Amacınız düzeltmek değilse veya eleştiriyle düzelmeyeceğine inanıyorsanız eleştiriniz zarar verir. Dengeyi korumak için suçlamayın, uluorta eleştirmeyin. Eleştirinin başında ve sonunda övgülerinizi sıralayın. Gerekirse bir hatanızı itiraf ederek başlayın.
* Yararı zararından fazla değilse düzeltmeyin. Arkadaşlarınızın taşıyabileceğiniz küçük kusurlarını sineye çekin. Görmezden gelin, egolarınızı karıştırmadan öğrenip düzeltmesini umun. Eleştirinizi anlayacak zekâda ve değerlendirecek olgunlukta değilse susun. Eleştirinin açtığı yara, faydasından büyük olmasın.
* Düzeltmeniz gerekiyorsa bekletmeyin. Arkadaşınız söz verir, sözünde durmaz; emanet alır, iade etmez; aylarca ve sessizce bu duruma tepkisiz göğüs gerersiniz. Günün birinde patlarsınız, galiz küfürlerle hakaret eder, saldırır ve düşman olursunuz. Bekleyen sorun içinizde baraj gibi birikir ve günün birinde, duygusal kontrol bariyerinizi aşarak bomba gibi patlar. Erken tepki yumuşak ve yapıcı, geciken tepki sert ve yıkıcı olur.
* Eleştirmek suçlamak değil, düzeltmektir. Toplumda minik bir grup yapıcı eleştirebiliyor. Siz o gruba dâhil oluyorsunuz. “Bu sana yakışmıyor, kötü olmuş, hatalı yapmışsın, zarar veriyorsun” biçimli yargılar eleştiri değil, aşağılamak ve suçlamaktır. Sormak gerekir: “Bana yakışıp yakışmadığının belirleyicisi sen misin? Neyin kötü, hatalı, zararlı veya iyi, hatasız, yararlı olduğunu belirleme yetkisini sana kim vermiş?”
Eleştiri, kendi görüş açınızdan hislerinizi ve düşüncelerinizi örnekle ifade etmektir: “Bu şekildeki tavrınız, eyleminiz, işiniz, eseriniz, cümleniz beni şu sebeplerle üzdü. Randevuya gecikmeniz yüzünden gerildim. Kitabımı iade etmemeniz beni kırdı. Bana bu şekilde davranmanızı onaylamıyorum.” Eleştirinizi genellemeyin: “Sürekli sorumsuzluk gösteriyorsun!” denemez. Düşünün: “Hep mi, hiçbir zaman mı?”
Asla mı? Emin misiniz?
Kimsenin özel hayatını izinsiz eleştirmeyin. Kamusal kişilerin kamusal işlerini izinsiz eleştirirsiniz. Fakat bir kişinin kişisel hayatını eleştirecekseniz önce izin alın. Toplumu etkilemediği sürece kimse, kimsenin kişisel hayatına burnunu sokamaz. Şöyle sorun: “İzninizle eleştirimi, görüşümü, yargımı, kanaatimi ifade edebilir miyim?”