İRFAN SOHBETİ / Müslümanlar Kardeştir
İRFAN SOHBETİ
Müslümanlar Kardeştir
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-
Allah-u Zülcelâl Müminlerin kurtuluşunu kardeşliklerinde gizlemiş.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
“İnneme’l-mu’minune ihvetun” buyuruyor.
“Ancak müminler kardeştir.” Ve ayetin devamında “…kardeşlerinizin arasını düzeltin, ıslah edin” buyuruyor. Yani hep o kardeşliği tesis etmeye çalışmamızı istiyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun kardeşlerimiz bir sıkıntı çekerse o sıkıntıyı bizim hissetmemiz lazım. Bir acı çekerlerse bizim o acıyı hissetmemiz lazım. “Tıpkı bir vücudun azaları gibi…” buyuruyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem.
Mümin öyle olmalıdır. İnsanın bir azası acıdığı zaman nasıl ki tüm vücut ağrıyorsa bir mümin kardeşinin başına bir şey gelirse diğer müminin de aynı öyle acıyı hissetmesi lazım. Yani sanki o müminin sağ kolu, sol kolu ağrımış gibi tüm vücuduna o ağrı nasıl ki yayılıyor, hissediliyorsa öyle hissetmesi lazım. Kendisini onunla bir tutması lazım.
Şu anda ve uzun zamanlardan beri Kudüs’te sürekli Müslümanlar zulüm altındalar. Bizim bu konuda hiçbir zaman orayı unutmamak adına oranın nasıl bir mukaddes bir yer olduğunu oranın kutsiyetini önce bilmemiz lazım. Her zaman…
Şimdi, nasıl ki oradaki kardeşlerimiz de şimdiye kadar sabrettiler, sabrettiler “Artık sabrın da bir sınırı var,” deyip kendilerini, kardeşlerini savunmak zorunda olduklarını hissettiler ve o vahşi, o barbar Yahudi devletine saldırmak zorunda kaldılar. Aynı şekilde herkeste, tüm müminlerde de aynı duygu var şu anda. Herkes “Artık yeter,” demeye başladı.
Burada bizim kardeşlerimiz, o kardeşlerimiz kimlerdir biliyor musunuz? O kardeşlerimiz sadece oradaki Gazze’dekiler değildir, bakın. Kudüs’ü savunmak adına cihad eden herkestir.
Önce Kudüs’le ilgili birkaç hadis okuyalım. Sonra da bununla birlikte nasıl davranmamız gerektiğini, müminler olarak ne yapmamız gerektiğini, nasıl bu derdin içerisinde bir derman bulabileceğimizi oturup sürekli düşünmemiz lazım.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi şerifinde buyuruyor. Hazreti Meymune radıyallahu anha, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme soruyor:
“Ya Resulallah, Beyt-i Makdis’e gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?”
Beyt-i Makdis yani Kudüs, Beyt-i Mukaddes deniliyor, aynı zamanda. Yani onun mukaddes olduğu Allah-u Zülcelâl tarafından tasdik edilmiş. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
“Gidin ve orada namaz kılın.” Bir başka rivayette de diyor ki:
“Gidin oraya. Orası insanların haşrolunacağı yerdir,”
Ravi, parantez içinde, “Fakat o zaman orada savaş vardı,” buyuruyor. Dolayısıyla gitme imkânı yoktu. Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de bunu biliyordu. Dolayısıyla Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Şayet oraya gidemez ve namaz kılamazsanız o zaman hiç olmazsa oranın kandillerine yağ gönderin.” (Ebu Davud, Kitâbu’s-Salât, 14)
“Yağ gönderin,” yani o mescidi hiçbir zaman kapalı tutmayın. Kimin elinde olursa olsun. O zamanlar bakın Müslümanların elinde değildi. Bir savaş vardı ve Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki, “Mescid-i Aksa’nın kandillerini yanık tutun.”
O zaman elektrik yoktu. Dolayısıyla yağ ile kandil yakarlar, aydınlanırlardı. Oranın kandillerini yakmak için bir rivayette zeyt diyor. Genel yağ anlamında bir kelime. Bazı yerlerde de zeytin yağı olarak ifade ediyor.
Müslümanlar Başsız Kaldı
Hatta Osmanlı döneminde bu hadise binaen zeytinyağını depolamak için kuyular yapmışlar. Oraya zeytinyağları toplanır, biriktirilir, sürekli dolu olur. Hiç karanlıkta bırakmamak için orada böyle bir tedbir bile alınmış. Bu Osmanlının son asrına kadar devam etmişti.
Bakın hangi konuya baksak Osmanlı’nın bir hatırasını görüyoruz. O zaman anlıyoruz değil mi, neden bu kadar Osmanlı’yla uğraştılar? Neden Osmanlı’yı yıktılar? Aslında onun sebebini bir şekilde görmüş de oluyoruz.
Her yerde nüfuzu vardı Osmanlı’nın. Her yerde o İslam’ın güzelliklerini yansıtıyordu. Ve her yerde İslam’ın gücünü aynı zamanda adaletiyle ve merhametiyle gösteriyordu. Allah razı olsun onlardan. Allah-u Zülcelâl hepsine rahmet etsin. Onların makamını âli kılsın.
Müslümanların başsız kaldığı böyle dönemlerde tekrar bize merhamet ederek Allah-u Zülcelâl başımızda her zaman tüm müminleri kapsayacak bir önder göndersin ve rehber göndersin. Merhametiyle, şefkatiyle, adaletiyle bütün insanlığı yönetsin. Allah-u Zülcelâl o günleri tüm müminlere göstersin.
Şunu da hemen belirtelim, Kudüs dediğimiz zaman Kudüs ve civarı kastedilir. Ayeti kerimede Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“O Allah ki kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. O Mescid-i Aksa ki etrafını mübarek kılmışız,” (İsra, 1) buyuruyor.
Onun etrafı hemen hemen bütün alimlerin ittifakıyla Suriye, Ürdün, Irak, Mısır’ın Ariş bölgesine kadar Tur-i Sina’yı da içinde sayanlar var. O bölgenin hepsi Kudüs civarıdır. Allah-u Zülcelâl’in mübarek kıldığı, bereketlendirdiği topraklardır. Dolayısıyla Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu civarda Allah yolunda sürekli cihad edenleri övmüştür.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
“Ümmetimden bir topluluk daima hak üzere olacak ve düşmanlarına kesin bir şekilde üstün gelecektir. Allah’ın emri gelinceye dek şiddetli geçim sıkıntısına düşmeleri durumu hariç muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir.” “Ya Rasûlallah! Onlar nerededirler?” dediler. O sallallahu aleyhi ve sellem, “Onlar, Beyti’l Makdis’te ve Beyti’l Makdis’in etrafındadırlar” buyurdu.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 36/657, no: 22320)
Yani başlarına geçim sıkıntısı imtihanı gelecektir. Bu sıkıntıyla imtihan olunacaklardır. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem özellikle vurgu yapmış yani bu başlarına gelebilir sadece. Ama bunun dışında onlara muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir buyuruyor.
Kudüs’de ve civarındaki memleketlerde mutlaka o topluluktan birileri olacak. Bu bölge dediğimiz gibi çok geniş bir alandır. Hatta Türkiye’nin de belli bir kısmı içine girebilir. Dolayısıyla bu bölgede hep Elhamdülillah, Allah-u Zülcelâl’in her zaman istemiş olduğu, sevmiş olduğu, hoşnut olduğu bir topluluk olacak. Ve bu topluluk her zaman o küffarla mücadele edecek.
Mücahidlere Yardım Edelim
Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem yine bir hadisi şerifinde buyuruyor.
“Her kim Allah yolunda savaşacak olan bir mücahidi gerekli silah, binit ve malzeme ile donatacak olursa bizzat kendisi savaş yapmış gibi sevap kazanır. Her kim de savaşa çıkan bir mücahidin çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını karşılarsa yine o da savaş yapmış gibi sevap kazanır.” (Nesâî, Cihâd: 44; İbn Mâce, Cihâd: 14)
Bir mümin eğer bir cihada çıkamıyorsa ona yardım ederek cihada çıkmış gibi sevap kazanır. Biz de o hadisin sırrına mazhar olmak istiyoruz. Biz o müjdeyi içimizde hissetmek, o müjdenin sahipleri olmak istiyoruz. Öyle ise biz oradakilere yardım edersek o müjdeye nail oluruz.
Yardım nasıl olur? Çeşit çeşit yardım var. Herkesin kendi kabiliyetine göre, kendi gücüne göre yardım etme imkânı vardır. Bazı insanlar sözleriyle bazıları klavyeyle, kalemleriyle, bazıları ilmiyle, bazıları malıyla yardım eder. Malıyla zaten mutlaka yapmak gerekir.
Bir şekilde oraya yardım ulaştırabilecek insanları bulmakla gerek bürokraside gerekse siyasette, nerede oralara yardım ulaştırabiliyorsa bir şekilde hep elini oraya uzatmak zorundadır. O hadisin sırrına, onun müjdesine mazhar olabilmek için bu çabayı her zaman sarf etmemiz lazım. O duygu kalbimizde hiçbir zaman eskimesin. Biz eskisek de o duygularımızla her zaman yenileniriz. Her zaman canlı kalırız.
İşte bizim buradaki durumumuz budur. Yani biz gidemiyorsak da Allah yolunda savaşan birinin hayırlı halefi olursak yani onun ardında ona yardımcı olan, onu destekleyen, adeta onu temsil eden birisi olursa o kişi de Allah yolunda gaza etmiş gibidir. Burada sen onların gerek her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya gücün yettiği kadar çalışırsan sen o Yahudilerle, o barbarlarla, o vahşilerle cihad etmiş gibi sevap kazanırsın. Yani sen mücahidsin böyle bir durumda. Bunu Allah Resulü söylüyor.
Öyle ise bizler de hakkı savunmaktan, insanlığı savunmaktan, merhameti savunmaktan çekinmeyeceğiz, korkmayacağız. Biz hiçbir zaman bıkmayacağız, ümitsiz olmayacağız. Hakkı haykıracağız. Gerekirse cihadsa cihad yapacağız. Cihad edenlere yardım edeceğiz. Hak böyle ayakta kalacak.
Sen sancağı düşürürsen yerde kalır, ezilir. Ama sen ayakta tutarsan onu sürekli senden sonra sana yardım edecek birilerini bulamazsan bile o esnada senden sonra onu ayakta tutmaya devam edecek birileri doğacaktır. O konuda hiçbir zaman ümitsiz olmayın.
Allah-u Zülcelâl’in müjdesi vardır. Resulullah’ın müjdesi vardır. Sadece bize düşen bir görev var ama biz o görevimizi harfiyen yerine getirecek ve korkmayacağız. Biz o görevlerimizi yerine getirerek ümitsiz olmayacağız. Akıllıca yani.
Allah-u Zülcelâl müminleri galip kılacaktır. Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemese bile. Bak nur diyor nur. Nur şu demektir; nur karanlığın zıddıdır, karanlığı bertaraf edendir. Karanlık ne kadar şiddetli olursa olsun ışığın yanında yıkılmaya, yok olmaya mahkumdur ve ayakta durmaya gücü yetmez. Yokluğa mahkumdur. Yeter ki biz iman bağıyla birbirimize bağlanalım, birlik olalım. Kafirleri dost edinmeyelim, mümin kardeşlerimizle birlik beraberlik içinde olalım.
Kafirleri Dost Edinmeyin
Allah Azze ve Celle bu manada bir ayeti kerimede buyuruyor ki:
“Ey iman ederler sizden olmayanları dost ve sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır. Kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır eğer düşünüyorsanız.” (Al-i İmran; 118)
Allah-u Zülcelâl bize delil olarak bu hakikatleri gösteriyor. Bütün hayata bakalım yaşadığımız olaylar başımıza gelen şeyler hep bu İlahi emir ve nehiyleri uygulamayışımızdandır. Dolayısıyla bu hadiselerin her birisi birer delildir.
Allah-u Zülcelâl uyarıyor. Ve bu uyarı kıyamete kadar devam ediyor. Hepimizedir bu uyarı. Bakın buyuruyor:
“Size gelince bakın siz onları seviyorsunuz ama onlar sizi sevmiyorlar. Siz kitabın tamamına inanıyorsunuz. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman inandık derler. Yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar. O kadar size karşı kin besliyorlar. De ki öfkenizden çatlayın, geberin. Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilmektedir.
Size bir iyilik gelirse bu onları üzer. Ama başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Al-i İmran, 119-120)
Sabredin ve çalışın demek istiyor. Allah-u Zülcelâl sabredin dediği zaman hiçbir zaman yani yerinizde oturun olarak anlamayalım bunu. Sabretmek o bulunduğun istikamette yürümektir, pes etmemektir yani. Sabır odur. Sabır pes etmemektir.
Devam et yoluna, gayret et. Hemen pes etme, hemen durma, hemen sağa sola savrulma. İşte biz ne kadar çok çalışırsak o kadar sabretmiş oluruz. O kadar sabırla yürümüş oluruz. Ve Allah-u Zülcelâl’in inayeti de bizimle beraber olur o zaman. İnşallah-u Teala.
Söylenecek çok söz var. Ancak en azından duyduklarımızı uygulasak Allah’ın izniyle birçok mesafe kat ederiz.
Allah-u Zülcelâl bizi her zaman duyduğunda, duyduğunun en güzelini uygulayanlardan eylesin hepimizi. Hepimizi sırat-ı müstakimden ayırmasın. Bizi kardeşlerimizi unutanlardan eylemesin.
Yardım Eden Yardım Görür
Biz mümin kardeşlerimize yardım ederiz, İnşallahu Teâlâ. Allah-u Zülcelâl bize kıyamete kadar mümin kardeşlerimize yardım etmeyi nasip eylesin. Ve bunu hep gönlümüze koysun. Gönlümüzde hoş eylesin. Aşkını, muhabbetini böyle bu yardımın aşkını, muhabbetini kalbimize koysun. Tüm mümin kardeşlerimizi ve bizi hep yardım edenlerden eylesin. Bu Allah-u Zülcelâl’in bir lütfudur aynı zamanda.
Bakın Allah-u Zülcelâl hicret eden, cihad edenlerle onlara yardım edenleri mükafat olarak birlikte anmıştır:
“İman edip hicret eden ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihâd edenlerle, onlara kucak açıp yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve kesintisi olmayan güzel ve bol bir rızık vardır.” (Enfal; 74)
“Onlar için bir bağışlanma vardır. Ve kesintisi olmayan güzel ve bol bir rızık vardır,” buyuruyor. Yardım edersen yardım edilirsin. Nasıl ki merhamet edersen merhamet edilirsin. Bu kaide gibidir.
Allah Azze ve Celle hepinizden razı olsun. Hepimizi bütün mümin kardeşlerimizle bizi her zaman kardeş gibi yaşamayı nasip eylesin. Ve bizi birbirimize karşı merhametli kılsın.
Bizi kafirlerin, münafıkların yardım etmeye engel olmak isteyenlerin tuzaklarına düşürmesin. Onların sözleriyle aldananlardan eylemesin bizi. Bizi onların peşinden götürmesin, koşturmasın. O bize sahip çıksın, bize engel olsun.
Biz kendi nefsimize kalırsak onların peşinden koşabiliriz, gidebiliriz. Çünkü neuzü billah hepimizin evimizde televizyon var değil mi? Çoğumuzun evinde var. Benim yok elhamdülillah. Onların dizilerini izliyoruz. Onların programlarını izliyoruz. Onların haberlerini izliyoruz. Onların yazılarını okuyoruz. En azından bazıları bunu yapıyor. Ve onlar buralarda hep zehir saçıyorlar. Hem bize hem çocuklarımıza.
O evde her zaman zehir var. Eğer illa ki evinizde bir televizyon olacaksa o kanalların hepsini silin. Sadece faydalı olabilecekleri bırakın.
Gavurun kanalı sana doğru söylemez. Gavurun kanalı sana doğruyu niye söylesin? Sen Müslümansın. Sana niye doğruyu söylesin? Hem doğruyu söylese kendi doğrusunu söylüyor o.
İsrail şu anda Gazze’yi yerle bir etti. Hepsi asker miydi? O bir yaşındaki bebek asker miydi? O anneler asker miydi? O ihtiyarlar asker miydi? Öldürülenlerin yüzde doksanı hepsi de sivil. Askerleri öldüremiyorlar ki. Güçleri yetmiyor onlara. Sivillere gücü yetiyor.
Allah-u Zülcelâl o Yahudileri kahr-u perişan etsin. Onlara fırsat vermesin. Allah Azze ve Celle her zaman müminleri galip eylesin.
Allah-u Zülcelâl hepinizin sıkıntılarınızı gidersin. Sizlere hastalarınıza şifalar ihsan eylesin. Dünya ahiret hepinizi mesut, bahtiyar kılsın. Allah Azze ve Celle yuvanıza huzur, saadet, muhabbet koysun. Allah Azze ve Celle bizi de sizi de kendi yolundan Resulullah’ın yolundan sadatların yolundan ayırmasın.
Ve sallallahu ala seyyidinâ Muhammedin Nebi’yil-Ummiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellem.