HİKMET PINARI / Peygamberimiz -asv-‘ın Ebedi Mucizesi Kur’ân-ı Kerim
HİKMET PINARI
Peygamberimiz -asv-‘ın Ebedi Mucizesi Kur’ân-ı Kerim
Hayrünnisa Hanım
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle içindir. Rabbimiz kendisine nasıl hamd edileceğini bize öğretendir, doğru yolu gösterendir. Resulallah Efendimiz aleyhisselatu vesselam hadis-i şerifinde Allah’a nasıl hamd edileceğini ne kadar güzel öğretmiş:
يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ya Rabbi, lekel hamdu kema yenbaği li celali vechike ve li azimi sultanike”
“Ey Rabbim! Senin razı olacağın şekilde, Zât’ının Celal’ine ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun.”
Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz’in ümmeti olduğumuz için o kadar nasipliyiz ki, O’na verilen nimetlerin, güzelliklerin hepsinden aslında biz de pay alıyoruz, nasipleniyoruz. En önemlisi, şimdiye kadar Allah-u Zülcelâl bizi herhangi bir azapla azaplandırmadıysa, diğer ümmetler gibi helak etmediyse bu, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hürmetinedir. Yoksa bizim bir kıymetimiz olduğu için değil, bir şey yaptığımız için değil; durumumuz ortada.
Resulallah Efendimiz salat ve selam olsun, O’nun isimlerinden biri Mustafa’dır. Mustafa isminin manası, seçilmiş demektir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam Taberani’ de nakledilen bir hadis-i şerifte:
“Allah mahlukatı/yaratıkları yarattı ve beni (yaratılmış) grupların en hayırlısına (insanlık camiasına) koydu. Sonra onları iki gruba ayırdı ve beni o iki gruptan en hayırlı olan gruba koydu. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni en hayırlı kabileye koydu. Sonra onları evlere/yuvalara ayırdı ve beni hem evce hem nefisce en hayırlı kıldı.” (Tirmizî,-hadis hasendir- Menakıb,1)
İşte bizler böyle bir Peygamberin ümmetiyiz, o yüzden ne kadar şükretsek azdır. Eğer herhangi bir güzellikle karşılaşmışsak, herhangi bir nimet varsa, üzerimizde Allah’ın nimeti daimi ise bunların hepsi Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemin ümmeti olmak hasebiyledir, bizim de O’nun hürmetine seçkin, seçilmiş olmamızdır.
En önemlisi Allah’ın üzerimizdeki merhametidir, Allah eksikliğini vermesin, her daim merhametine layık ameller yapmayı, o merhamete layık olmayı nasip etsin, İnşaAllah. Gadabına değil merhametine bizleri müstahak etsin daima.
Gönüllere ve Bedenlere Şifa
Allah-u Zülcelal Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi şerefli ve üstün kılmış ona Kur’an-ı kerim’i nazil etmiştir.
Allah-u Zülcelâl Kur’an-ı Kerim’i bizlere şifa olarak göndermiştir. Cehaletten, dalâletten, kalbi hastalıklardan sıyrılmak için hem dünyamıza hem ahiretimize rehber olması için, insandaki, nefisteki pis olan hastalıkların giderilmesi, haset, kibir gibi kötü ahlakları vb. giderilmesi için göndermiştir.
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimesinde buyuruyor ki:
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
“Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa, bir rahmettir.” (İsra, 82)
Kur’an-ı Kerim nasıl kalbi hastalıklara şifa ise bedene de aynı şekilde şifadır. Hepimizin bildiği gibi, Ashab-ı kiramdan biri yılan sokan bir kabile reisine Fatiha sûresini okuyunca, Allah-u Teâlâ’nın izniyle kabile reisi şifaya kavuştu ve ona 30 koyun hediye etti. Sahabi bu hediyeyi almanın caiz olup olmadığını bilmediği için Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e sordu.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de tebessüm etti ve şöyle buyurdu:
“Fatiha’nın rukye olduğunu (yani tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi? Verdikleri koyunları yiyin ve paylaşın ve bana da bir hisse ayırın! Kuşkusuz ki, karşılığında ücret aldığınız işlerin en haklı olanı, Allah’ın Kitabı mukabilindeki ücrettir.” (Buhârî; 11/5102, Müslim 2201/65, 66)
Kur’an alemlere rahmet olarak inmiş ve ayeti kerimede belirtildiği gibi müminler için bir şifadır, rahmettir. Aynı ayetin devamında şöyle buyrulmuştur.
وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَاراً
“Zalimler için ise ancak onların şakiliklerini artırır.” yani onu kalbi hasta olarak okuyanın, ondan şifa bulmayanın ise nefretini artırır.
O yüzden Kur’an okuduğumuz zaman O bize şifa oluyorsa, kalbimizi rahatlatıyorsa, sıkıntılarımızı gideriyorsa, Allah-u Zülcelal’in ayette buyurduğu gibi, Müminler sıfatındanız Allah’ın izniyle. Ama yok tam tersi ise o zaman kendimizi muhasebeye çekmemiz gerekiyor.
Kur’an bizlere bir rehber, bir yer göstericidir. Allah-u Zülcelal’in Kur’an’ı bizlere indirmesinin ve bizi muhatap almasının çok büyük bir inceliği vardır.
Haşr suresinin son ayetlerinde buyrulduğu gibi, “Biz Kur’an’ı bir dağa indirseydik dağ Allah’ın korkusundan titrerdi,” diye buyruluyor. Kur’an’ın içindeki hükümler çok derin, hikmetli olduğu için dağın bile bu yükümlülüğü kaldıramayacağı buyrulmuştur.
Allah-u Zülcelâl onu insanoğluna indirmiş ve bizi muhatap almıştır. Bir insan başka birini muhatap alıp konuştuğunda karşısındaki ona cevap vermezse, onu önemsemezse üzülür. Bize merhamet eden, bizleri şefkati, merhameti ve nimetleriyle kuşatmış olan Allah-u Zülcelâl bizi muhatap almışsa bizim de elbette O’na cevap vermemiz gerekiyor. O’nun emir ve nehiylerine uyumakla, kendimizi düzeltmekle, salih amelleri yapmakla ona cevap vermemiz gerekiyor.
Kehf suresinde Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“De ki; Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar mürekkep ilâve etseydik dahi Rabbimin sözleri bitmeden önce mutlaka deniz tükenirdi.” (Kehf, 18/109)
Allah’ın kelamı tükenmez, Allah’ın kelamı sonsuzdur. Bizim de o yüzden Kur’an’ı elimizden geldiği kadar okuyup ilk önce kalben sonra da bedenen şifa bulmamız için; zahiri ve batıni olan sıkıntılarımızın gitmesine vesile olması için elimizden düşürmememiz gerekir.
Önemsediğimiz birisi bizimle konuştuğu zaman nasıl pür dikkat onu dinliyorsak, bu hürmeti Rabbül Alemin olan Allah-u Zülcelâl’in kelamı okunurken de göstermemiz gerekir.
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede:
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا
“Kur’an’ı okuyup düşünmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 24) buyuruyor.
Allah-u Zülcelâl Kur’an’ın her kelamı üzerine bizim düşünmemizi istiyor. Çünkü her ayet-i kerime bize bir mesaj veriyor. Elimizden geldiği kadar bu mesajları anlamaya çalışarak ve feyz alarak okumamız gerekiyor.
Kur’ân-ı Kerim’i okumak, kolay ama çok sevaplı bir sâlih ameldir. Allah’ın Kelâm sıfatının tecellisi olan Kur’ân-ı Kerim’in her bir harfi Allah katında bir kıymet ifade eder ve mükafatı da ayrı ayrı verilecektir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu konuda şöyle buyuruyor:
“Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben ‘Elif Lâm Mîm’ bir harf demiyorum. Aksine ‘Elif’ bir harf, ‘Lâm’ bir harf, ‘Mîm’ de bir harftir.” (Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16)
Kur’ân-ı kerim’i tertil üzere yani tane tane ve güzel bir şekilde okumanın sevabı çok büyüktür. Rabbimiz’in; “…Kur’ân’ı tertîl ile oku.” (Müzzemmil, 4) emrinin yerine getirilmesi demektir.
Yeni öğrenen, akıcı bir şekilde okuyamayanların zorlanarak okuması da iki kat sevaptır. Allah Resûlü aleyhisselatu vesselamın bu husustaki müjdesi şöyledir:
“Kur’ân-ı Kerim’i maharetle okuyan bir insan, Kirâmen Kâtibin melekleri seviyesinde olur. Onu o seviyede beceremeyen, fakat halis bir niyet ile okumağa çalışan, okurken de kem küm edip dili dolaşan ve Kur’ân’ı okumak ona zor geldiği halde okuyan insana da iki sevap vardır.” (Buharî, Tevnid, 52; Müslim, Müsafirûn, 244)
Allah’ın bizden istediği samimiyet ve ihlastır. Kişinin kalbinin samimi ve ihlaslı olması Allah’ın yanında o kadar kıymetlidir.
Kur’ân-ı Kerim Kurtuluşumuzdur
Kur’an hak ve batılı birbirinden ayıran Furkan özelliğine sahiptir. O yüzden biz Kur’an’ı hayatımıza tatbik ettiğimiz zaman işte asıl o zaman onun bereketinden, feyzinden, güzelliğinden istifade etmiş oluruz. Yoksa Kur’an, sadece okunmak için değildir, amel edilmesi içindir. Allah-u Zülcelâl emir ve nehiylerini Kur’an’da belirttiği için onun anlaşılmasını istiyor.
Kur’ân-ı Kerim hem dünya hem de âhiretimiz açısından kurtuluş vesilemizdir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Kur’ân-ı Kerim hakkında şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz Allah-u Teâlâ bu Kitap sayesinde bazı toplulukları yüceltir, diğerlerini de alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn, 269)
Müminlerin dünyada aziz olması da ahirette kurtulması da Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılmaları ile mümkündür.
Kur’ân-ı Kerim’de emredilen, güzel ahlak olsun, Allah’ın yolunda infak ettiğimiz şeyler olsun, Allah’ın rızasına vesile olan bütün ameller bizimle ahirete gelecek olan yegâne şeydir. Şunu hiçbir zaman unutmayalım cismimiz elbette ki kaybolup gidecek. Bu bir hakikattir, bunu ne akıl ne kalp inkar edebilir. Allah-u Zülcelal’in buyurduğu gibi:
“Her nefis ölümü tadacaktır.”
Ölüp kabrin içine gireceğiz, yalnız kalacağız ve Allah’a hesap vereceğiz. Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh şöyle buyurmuş:
“Etrafındaki çokluk seni aldatmasın. Sen tek olarak öleceksin, tek olarak dirileceksin, tek olarak Allah’a hesaba vereceksin.”
Hasan-ı Basri hazretlerinin bu sözü insanı o kadar düşündürüyor ki. Evet etrafımızda bir kalabalık var. Aile efradımız, çoluk çocuğumuz var. Baktığımız zaman hiçbir yerde yalnız değiliz ama sen yalnızlığa ileride mahkumsun. Öyleyse ahiretimize bizimle gelecek olan neyse onu düşünmemiz gerekiyor.
Bir gün bedenimiz toprağın içinde kaybolup gittiği gibi ismimizin kaybolmaması için, Allah’ın katında sevabı devam eden eserler bırakmamız gerekiyor.
“Benim Allah için eserler bırakmam gerekiyor,” gayreti içinde olmamız gerekiyor. Bir insanın hidayetine vesile olmak, bir insana Kur’an’ı öğretmek, bir insanın tevbesine vesile olmak, bunların hepsi sadaka-ı cariyelerdir. Bir camiye katkıda bulunmak gibi eserlerimiz olması gerekiyor. Bizim için sevabı kesilmeyen sadakalar olması gerekiyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi sevmek asıl bu şekilde olur. O’nun dünyayı teşrif ettiği günün sene-i devriyesi vesilesiyle O’nun getirdiği kurtuluş vesilesine daha sıkı sarılalım.
Mevlit kandilinin bunlar üzerinde düşünmeye vesile olması niyazıyla…