İRFAN SOHBETİ / Bize Emanet Edilen İslâm Kardeşliğine Sahip Çıkalım
İRFAN SOHBETİ
Bize Emanet Edilen İslâm Kardeşliğine Sahip Çıkalım
Seyda Feyzullah Konyevî -KS-
Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.” (Hucurât, 10)
Rabbimiz bu ayet-i kerime ile ümmet bilincimizi tesis ediyor, gönüllerimize kardeşlik şuurunu yerleştiriyor. Biz de bu hakikatle iç dünyamızı yeniden inşa etmeliyiz. Ne var ki bugün Müslümanlar arasındaki muhabbet, dayanışma ve merhametin zayıflaması bizi zayıflatıyor. Dağınıklığımızdan istifade eden kâfirler, bunu bir fırsat bilerek her yerde Müslümanlara saldırıyorlar.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyurur:
“İslâm kardeşliğine zarar verecek her duygudan sakınınız. Zira dinin kemali gönüllerin ittifakıyladır.”
Gönüller birbirini sevdiğinde, fikirde ve amelde bir araya geldiğinde İslâm yücelir. Demek ki İslâm’ın izzeti de zilleti de yine Müslümanların elindedir. Ya İslâm’ı aziz kılarak aziz oluruz, ya da ona sahip çıkmazsak –Allah korusun– zelil oluruz. Bu zillet sadece dünyada değil, ahirette de vebal olarak karşımıza çıkar.
Öyleyse Allah’ın birliğine iman eden müminler olarak kalplerimizi birleştirip yeryüzünü adalet, merhamet ve ihsanla donatmalıyız. Çünkü kardeşlik sadece bir duygu değil, Allah-u Zülcelâl’in bizlere emanet ettiği bir bağdır.
“Müminler ancak kardeştirler,” ayeti bir emanet hükmündedir. Bu emanete sahip çıkmak, onu korumak ve yaşatmak her birimizin vazifesidir.
Medine’de kurulan kardeşlik müessesesi, yani muâhât, İslâm tarihinde kardeşliğin en parlak örneklerinden biridir. Bu yaşanmış hadise, İslâm’daki kardeşliğin ne anlama geldiğini en güzel şekilde ortaya koyar.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke’den hicret eden muhacirlerle Medineli ensarı kardeş kıldı. Bu kardeşlik, sadece birbirini teselli etmekten ibaret değildi. Onlar, birbirlerinin her türlü ihtiyacını karşılamak için kenetlendiler; mallarını, evlerini, ekmeklerini paylaştılar.
İşte İslâm kardeşliği böylesine derin ve sahici bir bağdır. Bu kardeşlik, belli bir coğrafyayla sınırlı değildir; bütün ümmeti kapsar. Bugün Gazze’deki kardeşlerimiz, sadece ümmetin bir parçası değil, ümmetin onurunu omuzlayan, izzetini korumaya çalışan yiğitlerdir. Bizim rahatımız onların feryadı üzerine kurulamaz. O hâlde mümin kardeşimize yardım etmek, bizim en temel vazifelerimizden biridir.
Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:
“Bir mum, diğer mumu tutuştururken ışığından hiçbir şey kaybetmez.”
Kardeşine yardım etmek de tıpkı böyledir. Bir mum nasıl başka bir mumu tutuşturduğunda karanlık azalır ve etraf daha çok aydınlanırsa, sen de kardeşine el uzattığında hem onun hayatını hem de kendi gönlünü aydınlatırsın. Yardım ettikçe ışığın çoğalır, karanlıklar dağılır.
Kardeşine destek olduğunda sen eksilmezsin; aksine gönlün daha da nurlanır, insanların nazarında ışığın parlar, en önemlisi de Allah katında nurun artar. Çünkü veren el, alan elden daima üstündür ve Allah için yapılan her iyilik, sahibine hem dünyada hem ahirette nur olur.
Gazze Ümmetin İmtihanıdır
Gazze, ümmetin imtihanıdır. Onlar direniyor, biz ise sessiz kalıyorsak bu sessizlik zamanla zillete dönüşür. Unutmayalım; kardeşlik sadece gözyaşı dökmek değildir. O, duanın, fiilin, kalbin ve gayretin birleşimidir. Yani fikirde kardeşsek, fiilde de kardeş olmalıyız.
Bugün görüyoruz ki, Avrupa’daki bazı aktivistler –üstelik Müslüman olmadıkları hâlde– Gazze için seslerini yükseltiyor, “Kalbimiz sizinle” diyorlar. İman etmedikleri hâlde hakkı savunuyorlar. Biz Müslümanlar olarak bundan daha fazlasını yapmalıyız. Aksi hâlde bu bizim için bir utanç olur.
Kardeşlerimiz için her şeyimizi ortaya koymamız gerekir. Vallahi aksi hâlde yarın kıyamet günü Allah’ın huzurunda hiçbir mazeretimiz geçerli sayılmayacaktır.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyurur:
“Bir mümin açken sen tok yatıyorsan, senin imanın zaaf halindedir.”
Gerçek mümin kardeşinin açlığını kendi açlığı bilir. Gazze’nin yarası, ümmetin kalbinde açılmış bir yaradır. Oradaki annelerin feryadı, korkudan titreyen çocuklar, buradaki insanlığımızı titretmelidir. Onların hâlini gördüğümüzde, duyduğumuzda kalbimizin en derininde bir sızı hissetmeli, yüreğimizle birlikte bütün zerrelerimiz titremelidir.
Zira biz şu hadîs-i şerifin uyarısıyla karşı karşıyayız:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu yardımsız bırakmaz, düşmana teslim etmez.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
O hâlde hepimiz kendimizi sorgulamalıyız. Her birimiz nefsimizi hesaba çekip ümmet olmaya doğru adım atmalıyız. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelir. Allah-u Zülcelâl’in bize bahşettiği her imkânı kardeşlerimize yardım için seferber etmeliyiz. Eğer bu nimetleri Allah yolunda kullanmazsak, O’nun manevi ikramlarına da erişemeyiz.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
“Müminler, birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da uykusuzluğa ve ateşe tutulur.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
O hâlde biz de onlar için uykusuz kalmalıyız. Gazze için, Doğu Türkistan, Yemen, Sudan, Libya ve dünyanın neresinde mazlum Müslüman varsa hepsi için elimizden geleni yapmalıyız. Komşularımızdan başlayarak bütün müminlere karşı bu şefkat ve muhabbeti taşımak zorundayız. Ancak bu hâle ulaştığımızda, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin tarif ettiği gerçek müminlerin arasına dâhil olabiliriz.
Birlikte Açan Güller
Hazreti Mevlânâ rahmetullahi aleyh ne güzel buyurur:
“Bir tek gül baharı getirmez; ancak güller birlikte açtığında kokuları semaya ulaşır. Kardeşlerinle beraber aç ki, kokun âlemlere yayılsın.”
Her bir mümin bir gül gibidir. Fakat tek bir gül baharı müjdeleyemez. Baharın gelişi, güllerin birlikte açmasıyladır. Bu sebeple bir ümmet olarak düşünmeli, bir ümmet olarak dirilmeli ve bir ümmet olarak yeniden doğmalıyız. Ancak o zaman yeryüzüne hakikî bahar gelir.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurur:
“Hayır işlerinde yarışın…” (Bakara, 148)
Bu ayet, bahçedeki en güzel gül olma yarışına çağrı değildir. Asıl manası, bahçeyi hep birlikte güzelleştirmek için çabalamaktır. Çünkü bir mümin başkasına iyilik ettikçe, bahçenin tamamı filizlenir, bütün dünya o güzellikten nasibini alır.
Bir düşünün; herkes iyilikte yarışsa, netice ne olur? Bahçenin her yanı güllerle dolar, her taraf güzellik kokar.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri hikmet dolu bir sözüyle bu hakikati şöyle ifade eder:
“Ümmet bir gül bahçesidir. Her mümin bu bahçenin bekçisi olmalı; dikenleri temizlemeli, gülleri sulamalıdır.”
İşte yarış bu olmalıdır. Herkes bir bekçi, bir bahçıvan gibi davranmalı. Böyle olursa her yer güzellikle, rahmetle dolar.
Mevlânâ Hazretleri yine buyurur:
“Sen kardeşinin aynasısın. Onda bir kusur görürsen önce kendine bak; belki de o kusur sendedir.”
Zira kardeşlik, başkalarında kusur aramak değil, kendini arındırma yoludur. Bazen insanın başına gelen musibetler de aslında bir cezadan çok, bir terbiye vesilesidir. Her bela, sabırla karşılandığında bir makam kapısına dönüşür; müminin derecesini yükseltir, gönlünü olgunlaştırır.
Mümin müminin aynasıysa, o hâlde düşünelim: Kaç kez kardeşimizin hatasını büyütürken kendi kusurlarımızı unuttuk? Bunu iyi tefekkür edelim.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“Birbirinizin gizli hallerini, kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın.” (Hucurât, 12)
Birliğimizin zayıf oluşunun sebeplerinden biri, kardeşlik ruhunu tam anlamıyla kuşanamamamızdır. Çünkü kardeşliği kendi hayatımızda inşa edemiyoruz.
Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurmuş:
“Kardeşlik sadece ötekini düzeltmek değildir; beraber düzelmektir.”
Evet, beraber düzelirken önce sen düzelirsin.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte asıl onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104)
İyiliği emredip kötülükten sakındırdığında, o iyiliğin ilk meyvesi yine sana döner. Çünkü sen başkasına vesile olduğunda, aslında kendi kurtuluşuna vesile olmuş olursun.
Gerçekten de başkasına bir şey ikram ettiğinde önce senin gönlün ferahlar. Sohbetler de böyledir; anlattıkça senin kalbin olgunlaşır.
Hatta denilmiştir ki:
“Öğrenmenin en etkili yolu öğretmektir.”
Sen başkasına anlattığında, öğrendiğin şey sende kök salar, ilim kalbine yerleşir.
Kulluk hayatı da böyledir. Allah insanın fıtratını böyle yaratmıştır: Verdikçe kazanırsın.
İnfakta da böyledir; sen verdikçe önce sen bereket bulursun. Belalar senden uzaklaşır, malına bereket iner.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem eve geldiğinde, bir koyun eti getirilmişti. Sordu:
“Ya Âişe, o eti ne yaptın?”
Hz. Âişe validemiz cevap verdi:
“Ya Rasûlallah, bir kürek kemiği hariç hepsini dağıttım.”
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz buyurdu:
“Ey Âişe, kürek kemiği hariç hepsi bizim oldu.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 35)
Yani “Dağıttıkların ebedî olarak bizim oldu; yediğimiz ise fanidir, bitecektir.”
Demek ki biz kardeşlerimize ne kadar iyilik yaparsak, sahip çıkarsak, ümmet bilinciyle yaşarsak, aslında kendimize iyilik etmiş oluruz.
Resûlullah aleyhisselatu vesselam şöyle buyurur:
“Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı kaldırırsa, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
Peki, bütün bunları hayatımıza nasıl tatbik edebiliriz?
İnsan bazı güzellikleri, tekrarladıkça özümser; özümseyince de o hâl onun ahlâkı ve şahsiyeti olur. Kardeşlik duyguları da böyledir. Mesela dua ederken, “Kendime dua ettiğim gibi mümin kardeşime de dua edeyim,” diyebilirsin.
Bir kardeşini gördüğünde, Allah için içten bir tebessümle selam verebilirsin. Zaman zaman hâlini sorabilir, ziyaretine gidebilir, bir telefonla gönlünü alabilirsin.
Ne yaparsan yap, bunların hepsini Allah rızası için yap. İnsan bunları sürekli yaptıkça, Allah Azze ve Celle o kişinin kalbine mümin kardeşlerine karşı bir sevgi, bir muhabbet nuru koyar.
Mevlânâ’nın buyurduğu gibi:
“Bir mum, diğer mumu tutuştururken ışığından hiçbir şey kaybetmez.”
Sen de kardeşinin gönlünü ışığınla tutuşturdukça hem onun kalbi aydınlanır hem senin nurun artar.
Ve Allah-u Zülcelâl’in müminlere öğrettiği o güzel dua ile bitirelim:
يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde müminlere karşı kin bırakma. Şüphesiz Sen çok şefkatli ve merhametlisin.” (Haşr, 10)
Rabbimiz bu duayı bize öğretiyor ki, biz de aynı yakarışı içtenlikle tekrarlayalım.
Allah-u Zülcelâl hepimizi muhabbetle, şefkatle birbirine sahip çıkan mümin kardeşlerden eylesin.
Gazze’deki, dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimize yardım eylesin. Bizi de o yardıma vesile kılsın.
Bizi birlik, beraberlik ve kardeşlik nuruyla İslâm’ın izzetine vesile kılsın.
Sâdâtların yolunda, sırat-ı müstakimde sabit kılsın.
Âmin.