Ahirete, Dünyadan Daha Fazla Yönelelim
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve Resul’e itaat edin ki, merhamet edilenlerden olasınız.” (Âl-i İmrân; 132)
Bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki Allah’a ibadet ve Allah-u Zülcelal’e itaat, O’nun rahmetine vesiledir. O’nun için insanın, elinden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal’in ibadetine sarılması gerekir.
Allah-u Zülcelâl, Peygamberleri o kadar büyük ve mükerrem (yüce) yarattığı halde, onlar nasıl idiler? Zekeriya aleyhisselam, vaaz etmek için kürsüye oturduğu zaman, sağına ve soluna bakardı. Eğer oğlu Yahya’yı göremez ise azap ayetlerini okurdu, onu görünce azap ayetlerinden bir şey okumazdı. Oğluna şefkati vardı. Çünkü onun, cehennem ateşini dinlemeye tahammülü yoktu.
Zekeriya aleyhisselam, yine bir gün vaaz etmek üzere kürsüye oturdu. O gün cemaat çok fazla idi. Topluluğu gözden geçirdi ve oğlunu göremedi. Yahya aleyhisselam başını gömleğinin içine sokmuş, cemaat arasına karışmıştı.
Zekeriya aleyhisselam oğlunu göremeyince, cehennem ateşine dair ayetleri okumaya başladı ve ağlaya ağlaya şöyle anlattı: “Cebrail aleyhisselam bana dedi ki; cehennemde bir dağ var onun ismi Sekran’dır, bunun dibinde bir vadi vardır ki, onun ismi de Gadban’dır. Bu Gadban, Yüce Allah’ın gazabından yaratılmıştır. Bu vadide ateşten kuyular vardır ki, her birinin derinliği iki yüz senelik yoldur. Bu kuyuların içinde ateşten tabutlar vardır. Tabutların içinde ise ateşten zincirler, bukağılar vardır.”
Bunları duyan Yahya aleyhisselam hemen kalktı ve dışarı çıktı. Dışarı çıkarken: “Vay Sekran’ın elinden başıma gelenlere! Vay Gadban’ın elinden başıma gelenlere!” diyordu. Bunu gören Zekeriya aleyhisselam hanımı ile onun peşinden koştular fakat onu bulamadılar. Giderken bir çobanı gördüler ve:
– Sen, şu boyda, bir genci gördün mü? Diye sordular. Çoban ise:
– Galiba siz, Yahya’yı arıyorsunuz? Dedi. Onlar:
– Evet, O’nu arıyoruz, dediler. Çoban:
– Ben onu bir yamaçta bıraktım. O: “Yerim cennet midir, cehennemde midir bilmedikçe, ne bir şey yiyeceğim, ne de bir şey içeceğim” diyordu, dedi. Gittiler, Yahya aleyhisselam’ı bağırırken buldular. Annesi:
– Ey yavrucuğum, seni karnımda şu kadar ay taşımam hakkı için, seni göğsümde şu kadar ay emzirdiğim hakkı için, yanımıza gel de birlikte eve dönelim, dedi. Babası Zekeriya aleyhisselam da:
– Senden bir dileğim var, üzerindeki bu gömleği çıkar, şu cübbeyi giy, dedi. Yahya aleyhisselam geldi ve birlikte eve döndüler. Anası, Yahya aleyhisselamın yemesi için bir şeyler hazırladı. Onları yedikten sonra, kendisini uyku bastırdı. Uyuyunca rüya gördü. Bu rüyasında: “Ey Yahya, evimden hayırlı bir ev, yakınlığımdan hayırlı bir yakınlık mı buldun?” diye ses geldi. Hemen irkilerek, ağlayarak uyandı ve:
– Tez benim gömleğimi verin, cübbenizi alın. Anladım ki, siz benim helak olmamı istiyorsunuz, dedi. Bunu duyan Zekeriyya aleyhisselam:
– Oğlumu bırakın, kendi nefsi için amel etsin, böylelikle cehennem ateşinden kurtulabilir, dedi.
İşte, onlar öyle idiler. Allah-u Zülcelâl, onların makamlarını yücelttiği için, o derecede de onlara korku veriyordu. İşte sözü, bunun üzerine getirdim. Bu ahir zamanda, ortamın nasıl olduğu herkesçe malumdur. Günahlar sanki bir deniz gibidir. Bizler korkmaya, ağlamaya ve Allah’a yalvarmaya daha ziyade muhtacız.
Kimin derdi sadece dünya olursa…
Ebu Derda radıyallahu anhudan rivayetle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayınız. Biraz da ibadet için vakit ayırınız. Zira kimin gailesi (derdi, tasası) sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği iki gözünün arasına getirir. Hep fakir olduğunu sanır. Kimin de gailesi daha çok ahiret olursa, Allah işlerini toparlar, huzurunu arttırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Gönül zenginliğinde huzur bulur. Kim; kalbini Allah’a bağlarsa Allah müminlerin kalbinde ona sevgi ve merhamet yaratır, meydana getirir. Herkes onu sever. Hakkında hayırlı olan her şeyi ona hızla yaklaştırır.” (Taberani, Beyhaki)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz şöyle buyurur: Ey Âdemoğlu! (Kulum) Kendini ibadetime ver ki, kalbini kanaatle, elini malla doldurayım. Ey Âdemoğlu! Benden uzaklaşırsan (ibadeti terk edersen) kalbini fakirlikle (aç gözlülükle) doldurur, elini de faydasız şeylerle oyalarım.” (Hâkim)
Bunun için bizler de devamlı olarak Allah-u Zülcelal’in zikri ile meşgul olmaya çalışırsak ve Allah-u Zülcelal’in istediği, emrettiği şekilde kulluk vazifelerimizi yapmaya gayret edersek, kabre girdiğimizde ve mahşer yerine vardığımızda Allah-u Zülcelâl de bize rahmeti ile muamele edecektir inşaallah.
Unutmayalım, Allah-u Zülcelâl bizden hakiki ve samimi bir şekilde kulluk istemektedir. Bunun yolu da O’nun emrettiği, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin gösterdiği ve Peygamber varisi âlimlerin, Sâdât-ı Kiram’ın yaşadığı yoldan gitmekle mümkündür.
Geçip gidilecek bir yerdir dünya!
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, ümmetine çok acıyıp ahiretin sonsuz, dünyanın aldatıcı ve gaddar olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Abdullah bin Ömer radıyallahu anhu şöyle demiştir: “Resulullah sallallahu aleyhi vesellem omuzumuzu tutarak: “Dünyada, garipmişsin gibi yahut yolcuymuşsun gibi ol!” dedi. (Buhari, Tirmizi)
Dünya hayatının halleri, rüya ve gölgeye benzer, dünya hayatı geçici, sıkıntı ve zorluk yeridir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bunun gibi birçok hadis-i şeriflerinde, dünyanın faniliğinden bahsediyordu. Mesela; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, dünyaya meyletmeme hususunda, şöyle dua ediyordu: “Ya Rabbi! Muhammed’in rızkını kâfi gelecek kadar ver.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Zikrin hayırlısı hafi (gizli) olanıdır. Rızkın ve malın da hayırlısı yeteri kadar olanıdır.” (İbn Hibban, Beyhaki)
Zebid radıyallahu anhunun anlattığına göre, Hz. Ali radıyallahu anhu şöyle demiştir: “Sizin hakkınızda korktuğum iki şey vardır, bunlar; uzun vadeli emeller ile nefsin arzularına kapılmaktır. Çünkü uzun vadeli emeller, ahireti unutturur. Nefsin arzularına kapılmak da insanı hak yoldan saptırır. Her an, dünya biraz daha arkamızda kalmakta, buna karşılık ahiret, bize biraz daha yaklaşmaktadır. Hem dünyanın hem de ahiretin oğulları (bağlıları) vardır. Sizler, ahiretin oğullarından olunuz. Dünyanın oğullarından olmayınız. Bu gün amel var ve hesap yok, fakat yarın hesap olacak, amel olmayacaktır. Yani, bugün çok amel işleyiniz çünkü yarın amel yapamayacaksınız.”
Anlatıldığına göre, Sehl bin Abdullah Tüsteri rahmetullâhi aleyhi, malını Allah’a ibadet yolunda harcıyordu. Bu yüzden, annesi ve kardeşleri, Abdullah bin Mübarek’e varıp onu şikâyet ettiler ve dediler ki: “Bu adam elinde hiç bir şey tutmuyor, günün birinde fakirliğe düşeceğinden korkuyoruz.”
Tüsteri’nin annesi ile kardeşlerinin endişelerine katılıp onlara yardımcı olmak isteyen Abdullah’a, Sehl şöyle cevap verdi: “Ya Abdullah, şehirde oturan bir adam, köyde yer alıpta oraya yerleşmeye karar verirse şehirde mal bırakır mı?”
Tüsteri’nin bu sözleri üzerine, Abdullah bin Mübarek, Tüsteri’nin annesi ile kardeşlerine şunları söyledi: “Karşınızda ki adam demek istiyor ki, şehirden göçüp köye yerleşmek isteyen kimse şehir de hiç bir şey bırakmaz. Buna göre, dünyadan göçüp ahirete yerleşmek isteyen kimse, dünyada nasıl mal bırakabilir?”
Öyleyse aklı başında olan kimse, dünyada asgari geçim düzeyi ile yetinerek, servet biriktirmekle oyalanmamalı. Tersine, olanca gücü ile kendisini ahiret amellerine vermelidir. Çünkü ahiret, yerleşme ve saadet yurdudur. Buna karşılık dünya, kalleş, fitneci ve geçici bir barınaktır.
Uykusundan feda etmeyen yol alamaz!
Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden de anlaşılıyor ki, dünya muhabbeti insanın helâkına sebep oluyor. Allah onlardan razı olsun. Hakikaten bizden öncekiler; yaz olsun, kış olsun, gece namazına devam ederlerdi. Hatta bazı Evliyalar şöyle demiştir: “Allah yolunda ilerleyen bir kimse, bütün gecelerini uyku ile geçirecek olursa, hiç bir feyz alamaz.”
Hâlbuki birçok tasavvuf erbabı geçinen insan, bundan gaflete düşmektedir. Avamın ve dünya adamlarının yaptıkları gibi, bütün geceyi rahat döşekleri üzerinde uyumakla geçiriyorlar. Hatta bazıları, bir zaruret bulunmadığı halde, sırf gafletle uyuyup çok zaman cemaate gitmedikleri gibi, üzerlerine gün dahi doğup ziyana ve büyük azaba müstahak oluyorlar. Hâlbuki Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Size, geceleri ibadetle meşgul olmayı tavsiye ederim. Gece namazı, sizden önceki iyi ve dindar kişilerin adet ve edebi, Rabbinize yaklaştırıcı, hatalarınızı affettirici, günahlardan alıkoyucu, aynı zamanda, bedeni rahatsızlıklardan da tedavi edicidir.” (Tirmizi)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “İnsan uyuduğu zaman, şeytan kişinin ensesine üç düğüm atarak; her birinde sana, ‘uzun uykular’ der. Kişi uyanıp Allah’ın ismini anarsa bir düğüm, abdest aldığında ikinci düğüm, namaza durduğunda üçüncü düğüm çözülür. Böylelikle huzurlu ve temiz olarak sabahlar. Bunları yapmadığı zaman da tembel ve pis olarak sabahlar.” (Buhari, Müslim, İmam Malik, Ebu Davud, Nesai)
Ahiretin korkusu iliklerine işlemişti
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanında, gece uyanmadan sabahlayan birinden bahsettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Şeytan onun kulağına bevletmiştir.” buyurdu. (Buhari, Müslim, Nesai)
Ömer bin Abdulaziz İslam halifesi idi. Aynı zamanda, zahidler arasında sayılırdı. Cariyesi bir gün kendisine:
– Ey Emire’l-Mü’minin ben şaşırtıcı bir rüya gördüm, dedi. Ömer bin Abdulaziz:
– Nasıl bir rüya gördün? Diye sordu. Cariye şöyle anlattı:
– Gördüm ki, kıyamet kopmuş, insanlar da mahşer meydanında toplanmışlar. Terazi kurulmuş ve sırat köprüsü uzatılmış. Önce Abdülmelik bin Mervan’ı getirdiler ve kendisine: “Şu sırat köprüsünün üzerinden geç!” dediler. Ayağını Sırat köprüsünün üzerine koydu, yürümek istedi ve bir iki adım atmadan cehenneme düştü. Bundan sonra Velid bin Abdülmelik’i getirdiler ve kendisine: “Şu sırat köprüsünün üzerinden geç!” dediler. Ayağını Sırat köprüsünün üzerine koyar koymaz, cehennem ateşine düştü. Diğer halifelerin hepsi de böyle oldu. Ya Emire’l-Mü’minin, sonunda seni getirdiler.”
Cariye böyle der demez, Ömer bin Abdulaziz, şiddetli bir şekilde bağırarak, çırpınmaya başladı. Tıpkı ağa giren bir canlı balık gibi, başını yere vurup duvara çarpıyordu. Diğer tarafta Cariye:
– Vallahi, seni cennette gördüm. Sen Sırat köprüsünü selametle geçtin, diye bağırıp duruyordu. Ne var ki, Ömer bin Abdulaziz, çırpınmasından vakit bulup onun anlattıklarını anlayamıyordu! …
Bizden öncekiler, o kadar amellerine ve ilimlerine rağmen, bir an olsun gaflete düşmekten ve ahireti unutmaktan hep korkmuş, bütün çabalarını ahiret için harcamışlar. Bizimde hiç değilse onları kendimize rehber edinerek, deryada bir damla kadar da olsa onlara mutaabat etmemiz lazımdır.