Aşk ve Vuslat

  • 07 Eylül 2018
  • 2.766 kez görüntülendi.
Aşk ve Vuslat
REKLAM ALANI

Aşk, ruhun coşkusudur.

Aşk, sevgi çağlayanının coşarak sevgiliye doğru akmasıdır.

Aşk; sevginin ruhta yerleşip meleke haline gelmesidir.

REKLAM ALANI

Aşk; Muhabbetullahı, meslek/meşreb edinmektir.

 

Nebevî haberde, “Size deli denilinceye kadar zikrediniz” denildi. (Ahmed b. Hanbel, 3/68-71) Aşkı besleyen ana unsur maşukun zikridir. Yârin yâdını çıkarmamaktır hatır’dan. Meşrebine göre; bazen bağıra çağıra, bazen sayıklayarak…

 

Kimi zaman melekleri bile kıskandıracak gizlilikte; Batıni nakış’la…

Kimi zaman da şeytanları çıldırtacak gürültüde; “Lailahe ilellahu (va’llahu ekber, Allahu ekber velillahi’l hamd!”)

 

Gâh zikir erir dudaklarda

Gâh sofi erir zikirlerde…

 

Lal-u şarab dolar gönlü zakirin, “Ol mahiler ki derya içredir, derya nedir bilmezler” sözü, aşk sarhoşluğuna düşmüş âşıklar için söylenmiştir.

 

Zikrin lafızdan sıyrılmış hali, maşukun nurlarına kavuşmakla başlar. Zakirin zikri, gayri ihtiyari hale ulaşıp vücut ülkesi daimi zikre geçince, kısa zamanda ateş bacayı sarar… Fakat henüz aşk’tan bahsedilmez; ateş başka… aşk başka…

 

Aşk iklimlerine doğru yolculuk başlar, bâtınî âlemde. Her biri zikir ocağı haline gelmiş latifeler, şimşek misali Arş’a kanat vurur…

 

Bundan sonradır ki, “seyir yerlerinden” seyre dalınır, Maşuk’un baş döndürücü, hatta âşıkı yakıp kül edici nurları…

 

Artık zikir, sevgiliyi anmaksızın unutmamaktır; onun yâdıyla, hayal ve hatırasıyla…

 

Seven, sevgisi arttıkça sevdiğine benzemeye başlar. Huyu suyu, maşukunun tadına, kokusuna dönüşmeye başlar. Onun sevdiğini sevmek ve onun nefret ettiğinden nefret etmek, sevenin en bariz vasfıdır.

 

Sevgilinin nurları, sevenin nefsini dönüştürür; kendi sıfatlarını ona giydirir maşuk. Beşeri sıfatlar, meleki sıfatlara dönüşmeye başlar. Yanlış anlaşılmasın, insan melek olmaz ama nefsani sıfatları melekileşir. Seven, sevdiğinin ahlakına bürünür.

 

Havas/hisler boyutundaysa, Hakkın nurlarıyla beraber olmaktır;  nuru ilahiye müstağrak olmaktır. Bu beraberlik, yakıcı ve iç gıcıklayıcı bir yakınlıktır. Bulmuştur âşık bulacağını:

 

Ballar balını buldum

            Kovanım yağma olsun (Y. Emre )

 

sadece beraber olmaktır… Şekilsiz ve boyutsuz… Nur olarak, Maşukun nurlarına gark olmak. Ancak, bu ‘bulmak’ henüz ‘ham’ olanların buluşması, kavuşmasıdır. ‘Yalancı vuslat’…

 

Asıl hedefe varmaya daha çok yol vardır. Bu ilk ‘bulma’dan sonra, âşık, bir de bakar ki yine kaybetmiş sevdiğini. Hallerden hallere, makamlardan makamlara geçer. Düşe kalka, rehberinin gösterdiği ufuklarda yol alır. Maşuğun adı da sanı da kalmamıştır ortalıkta.

 

Âşık, hayretler vadisindedir. Tam buldum derken; bulamamanın ‘bulmak’ olduğuna inanmaya başlar. Şu aciz ve fani insan nasıl bulsun Ebedi, Sermedi olanı…

 

Derken, âşık, maşukun inayetiyle tevhid denizinin sahillerinde bulur kendini. Tevhidin hakikat halini tefekkür ederken, bir de bakar ki bir kendi var; bir de Maşuk’u. Bu ikilik çok ağrına gider aşığın. Hani? Nerde kaldı tevhid ve birlik?…

 

Maşuğuna varamadığı gün gibi aşikardır. Gördüğü ve yaşadığı onca maceradan sonra, şaşkın, bedbin, çaresiz, kalakalır…

 

İşte, asıl vuslat; aşığın yüce ‘kulluk’ makamına kabul edilmesinden sonra olur. Ve aşık, vuslatın da çalışmakla değil, ilahi lütufla olduğunu bir kere daha anlar.

 

Kesb, sadece vehb’e hazırlıktır. Zahiri ve Batıni sebeplere sarılan âşık, bir an bile onlara değer vermezse ihlası ortaya çıkar. Yani, samimiyeti. Bu samimiyet de kesbidir. İhlas ise vehbidir, Allah vergisi.

 

Ve o asıl maksat olan vuslatta, kavuşmak duygusu olmaz, yakınlık duygusu da…

Bir yön de olmaz onda… Yönsüz, şekilsiz ve hissiz bir yakınlık! Burası susulması gereken yerdir…

 

Fenanın fenasına eren âşık, bir ‘şey’ değildir ki başka bir ‘şey’e erişsin… Bu yüzden, ‘ulaşmak’, ‘kavuşmak’ denmez buna. Buna ‘vuslat’ denir. Hikemi Ataiyye’de buyurulduğu gibi: “Senin Allah Teâlâ’ya vasıl olman demek; O’nun ilmine, O’nu bilmeye vasıl olman demektir.”

 

Belki de Büyük İmam’ın da, kelimelerin kifayetsizliğinden yakınarak; “O (celle celaluhu) ötelerin ötesinde, ötelerin de ötesinde… Ne ki O sanılır, O’na perdedir.” (Mektubat-ı Rabbani) sözleriyle bu hakikate işaret ediyordu.

 

İşte, âşık ‘vasıl’ olunca; Hakk ile bilir, görür, duyar, yapar, eder…

Göğsü genişler, basireti açılır, eşya ve hadiselerin derununa nüfuz etmeye başlar.

 

Binlerce zulmani perdeden ve binlerce rahmani perdeden geçtikten sonra;

Hakiki âşık, saf aşkı bile engel görür maşukuna. Aşk da bir perdedir onun önünde.

 

Asıl olan Zât’tır. Aşk da kimmiş?…

Yani, aşk da bir araçtır; amaç Allah’tır.

Allah pes! Baki heves.

 

O’nun Zat’ından başka her şey oyun, oyuncak. Hakikat eri âşık için oyuncak ancak çocuklar içindir. Er’ler, Kuran’ın tabiriyle ‘Allah adamı’ olmak azmindedirler.

 

Yolculuğun sonu, işte bu Allah adamlığıdır. Yolculuğun sonu dediysek, varılacak menzil manasında söyledik. Yoksa yolculuk, sonsuza yürümektir.

 

Gerçek kulluk da budur. Allah için olmak; Allah için yaşamak…

 

Kaynakça: İmam-ı Rabbani; Mektubat-ı Rabbani, Berekat. Mevlana Celaleddin-i Rumi; Mesnevi. Seyda Muhammed Konyevi; Muhabbetullah, Kalplerin Şifası Sohbetler, Cennet Yolunun Rehberi. S. Abdülkadir-i Geylani; Sohbetler, Futuhu’l Gayb. Şehabüddin Sühreverdi; Avarifu’l Mearif. İsmail Çetin; Edeble Varış Lütufla Dönüş. El-Hac Mehmed Nuri Şemsüddin el-Nakşibendi; Miftahu’l Kulub.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ