Cevazı, vebali, ahlâkî ve sosyal yönleriyle ‘GIYBET!’
İnsan diliyle ya kazanır ya da kaybeder!
İnsanlığa indirilen emir ve yasaklar, kişinin kendisi, ailesi, yaşadığı çevresi ve devleti ile ve nihayetinde kişinin Rabbi ile olan ilişkilerini düzenlemektedir. İnsana gönderilen bu emirler özelde iyi bir kul olmayı hedeflerken, genelde toplumun düzen içerisinde, barış ve selamet içerisinde yaşamasını hedeflemektedir.
Cenâb-ı Hak, insana verdiği kabiliyetleri hem müspet yönde, hem de menfi yönde kullanabilme yeteneği vermiş ve bu kabiliyetlerini doğru yönde kullanmasını emretmiştir. İnsana verilen bu kabiliyetlerin en önemlilerinden birisi de konuşma kabiliyetidir. Bu kabiliyeti yerinde kullanır, ibadet, zikir, dua ve hayırlı yerlerde kullanırsa mükâfat olarak cenneti, bu imkânı Allah Teâlâ’nın yasak ettiği fiillerde kullanırsa da mücazat olarak cehennemi kazanmasına vasıta olmaktadır.
Bir toplumun fertleri arasında birlik, beraberlik duygularının bitmesine, fertler arasında haset ve düşmanlığın başlamasına sebep olan, bugün toplumun geneli tarafından işlenen bir hususa parmak basmak niyetindeyiz.
Bazen yol kenarlarında gezerken, iri yarı gövdesi ve heybeti ile arzı endam eden bazı ağaçları görürsünüz. Dışından baktığınızda sapasağlam görünen bu ağaçlar bir bakmışsınız hafif bir fırtına da devrilmiş gitmişlerdir. Böyle sağlam ağaçların nasıl olup da küçük bir fırtına da yıkıldığını merak edip yanına gittiğiniz de dışı sağlam olan bu ağaçların aslında içten içe çürüdüklerine, dallarına su taşıyan hayat damarlarının kuruduğuna ve bunun neticesi olarak yıkılıp gittiklerine şahit olursunuz.
Bugünkü toplumu bu ağaçlara benzetirsek, o ağaçları kemirerek hayat damarlarını kurutan tehlikeli bir hastalığın misali olarak “gıybet” hastalığına dikkat çekmek durumundayız. İşte bu yazımızda toplumun geneli olarak hiç dikkat etmediğimiz hatta önemsemediğimiz bu hususa dikkat çekmek ve tehlikelerini hatırlatmak ve kötü sonuçlarından korunmak amacı ile bu konuyu ele almış bulunuyoruz.
Peki, nedir gıybet, sınırları nelerdir?
Bir tehlikenin çerçevesini çizmek için evvela o tehlikenin ne olduğunu bilmek gerekir. Kaynak kitaplarımızda gıybetin tanımı yapılırken “Gıybet; bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir” denilmektedir. Bu tarifi hem biraz netleştirmek hem de örneklendirmek için şu Nebevi ikaza müracaat ediyoruz.
“Ebu Hureyre radıyallahu anhın rivayetine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ashabına şöyle sormuşlardır:
– Gıybet nedir bilir misiniz? Ashâb-ı kiram:
– Allah ve Rasulü daha iyi bilir! Dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü:
– Gıybet, Müslüman kardeşinin hoşlanmadığı şeylerle arkasından çekiştirmendir, buyurdular. Denildi ki:
– Ya Rasulallah! Arkasından söylediğim o fena şey, ya kardeşimde varsa… Cevaben:
– Söylediğin şey, onda varsa gıybet etmiş olursun; eğer yoksa ona iftira ve bühtanda bulunmuş olursun!” (Ebu Davud, Tirmizi, Müslim)
Cevaz verildiği durumlar
Hadis-i Şerif de yapılan tarif dikkatimizi daha fazla çekiyor, zira yanımızda bulunmayan biri hakkında söylediğimiz her fena şey bu ölçüye giriyor ve bizi bu nebevi ikaza muhatap kılıyor. Peki, “Bu hususta bir ölçü var mı? Bir sınır çizilmiş mi?” diye baktığımızda gıybet etmenin serbest olduğu alanların mevcut olduğu şu altı maddeyi görüyoruz.
1. Haksızlığa uğraması halinde kişinin yetkili mercilere durumunu anlatırken muhatap olduğu şahıs ile ilgili bilgi vermesi.
2. Kötülüğün giderilmesi ve günahkâr bir kimsenin doğru yola çevrilmesi için ehil bir kimseye bu şahsın hallerinin anlatılması.
3. Fetva sorarken, muhataplarının hallerinin ve durumunun anlatılması.
4. Müslümanları kötülükten sakındırmak ve onlara öğüt vermek amacı ile evlilik, iş ortaklığı, emanet, alışveriş veya komşuluk gibi bir konuda soru sorulduğu zaman bilgi vermek, ehil olmadığı halde ilimle iştigal edip insanları yanıltan birinin tanıtılması, ehliyeti olmamasına rağmen aldığı yetkileri kullanamayan idarecilerin değiştirilmesini istemek.
5. Açıkça günah işleyenlerin tanıtılması halinde.
6. Birisini tarif ederken, onun tanındığı lakabının veya fiziki özelliğinin (topal, kör vs.) söylenmesi. (Riyazü’s salihin Sf: 696-697, Keşif yayınları)
Tanımını ve sınırlarını çizdiğimize göre bir adım öteye yol alarak bu tehlikeli amelin boyutlarını incelemeye geçebiliriz.
Bu konuda Allah Te’alâ’nın Hucurat süresindeki buyruğuna kulak verelim: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz, diğerinizi arkasından çekiştirmesin (gıybetini etmesin). Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir; Rahim (sonsuz merhamet sahibi)dir.” (Hucurat; 11-12)
Ayet-i kerimede ince ve derin nükteler var. Evvela gıybeti edilen kişi yanımızda olmadığı için hakkında konuşulanları duymuyor ve kendisini müdafaa etme şansı olmadığı için bir ölüye benzetiliyor. Diğer taraftan mümin olması dolayısıyla da kardeşimiz olduğu hatırlatılıyor. Bildiğimiz kadarıyla insana, etlerinin yenilmesi haram kılındığı bazı hayvanların zaruri hallerde belli ölçülerde yenilmesi noktasında cevaz veriliyor. Ancak insan etinin yenilmesi noktasında herhangi bir hüküm yok. Ayette geçen “ölü eti” tabirini müşahhas hale getirmek için öldükten bir gün sonra toprağa verilmeyen bir insan cesedini zihnimizde canlandırmanın yeterli olacağı kanaatindeyim.
Genellikle karşılaştığımız bir durumdur, bir kişi hakkında bazı beyanlarda bulunulduğu zaman bir uyarı gelmesi halinde “Ne olmuş yani, nesi var söylediğimizin, ben olanı söylüyorum, yüzüne karşı da söylerim” gibi sözleri çok duymuşuzdur. Olayın vahametini kavramak için birkaç örnek ile yolumuza devam edelim.
Gıybetin vebali
“Selman-ı Farisi radıyallahu anh bir sefer esnasında yanlarında hizmetlerini görmek karşılığında iki şahısla yolculuk yapıyordu. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Bir gün insanlar yürüdüğünde Selman uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:
– Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor, diyerek Selman’ı hafife aldılar. Selman geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi veselleme gönderdiler…
Allah’ın Rasulü sallallahu aleyhi vesellem:
– Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler, buyurdu. O iki şahıs gelerek hiçbir şey yemediklerini beyan ettiler bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
– Konuşmalarınızla siz Selman’ı (gıybet ettiğiniz için) katık olarak yediniz, buyurdu. Hatalarını anlayan o şahıslar:
– Ya Rasûlâllah, bizim için istiğfar ediver! Dediler. Fahri-i Kâinat Efendimiz de:
– Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza rica edin sizin için o istiğfarda bulunsun, buyurdu.” (İbn-i Kesir, Tefsir, Beyrut 1988, IV, 231)
Söyledikleri söze bugünkü pencereden bakınca normal bir şey söylemişler diye bakılabilir ancak, eşref-i mahlûkat olan insanı rahmet halkalarıyla çevreleyen Allah Te’alâ kulunun mahcup olmaması için hassas bir ölçü ile biz kullarını ikaz ediyor.
Diğer örnek daha çarpıcı, hem muhatabı hem de konusu ile…
“Hazreti Aişe radıyallahu anha buyuruyor.
– Ey Allah’ın Resulü! Safiyye’nin kısa boylu oluşu sana yeter, diyerek onu küçümsedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber aleyhisselatu vesselam:
– Ey Aişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğe o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı. (Ebu Davud, Tirmizi)
Gıybet sadece dil ile mi yapılır?
Hayır! Yalnız dil ile yapılmaz gıybet… Yine Nübüvvet yuvasından bir örnek de ona verelim.
Müminlerin anneleri son hastalığında Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yatağının etrafında toplanmışlardı. Safiye validemiz
– Ey Allah’ın Resulü! Vallahi sana gelen bu sıkıntının bana gelmesini isterdim, dedi.
Diğer zevceler kaş ve göz işaretleri ile Hazreti Safiyye’ye tarizde bulundular. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:
– Ağızlarınızı yıkayınız, buyurdu. Onlar da şaşırarak:
– Niçin yıkayalım, diye sordular. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem):
– Safiyye’yi kaş ve göz işaretiyle çekiştirdiğinizden dolayı, dedi.(İbn Hacer, el- icabe, IV,348)
Gıybet nefse hoş gelen, aldatıcı ve masum görünümlü bir günahtır. Hem söyleyeni hem de dinleyeni kendisine ortak eder. Gıybet eden kişi unutmamalıdır ki bir şahsın ayıp ve kusurlarını kınarsa çok zaman geçmeden o işi kendisi yapmaya başlayacaktır. Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurmaktadır; “Bir kimse din kardeşini bir günahı dolayısıyla ayıplarsa, ölmeden evvel mutlaka o günahı işler. Yani kardeşini bir ayıpla kınayan, o ayıp işi işlemeden ölmez!” (Tirmizi)
Gıybet edersek ne oluyor?
Gıybet sadece ferdi ilgilendirmiyor; yapılan gıybet sebebiyle evlilikler bitiyor, ticari ilişkiler bozuluyor, düşmanlık ve kin artıyor. Toplumu ilgilendiren bu günahın işlenmemesi için özel çaba sarf etmek gerekiyor.
Gıybet etmemiz halinde;
1- Ölü eti yemekle eş değer bir günah işlemiz oluruz.
2- Kul hakkına girmiş oluruz.
3. Ayıpladığımız şahsın yaptığı hatayı yaparız.
4. Toplum tarafından güvenilmez bir insan oluruz.
5. Mahşer günü yaptığımız amelleri, sevapları gıybetini yaptığımız şahsın günahlarıyla yer değişmesine sebep olur, böylece ahiret de ziyan ederiz. (bkz. Müslim, Birr,59; Ahmed bin Hanbel, II,303.324.372)
Gıybetten korunmanın yolları
1. Salih kimselerle birlikte olmaya gayret etmek, sohbet halkalarına katılmak.
2. Gıybet yapılan yerde gıybeti yapılan şahsı savunmak.
3. Gıybet yapılan yeri terk etmek.
4. Hayır, konuşmak veya sükût etmek.
5. Başkalarının hatalarını, kusurlarını, açıklarını aramak yerine kendi kusurlarımızı görüp onların düzeltilmesi için uğraşmak…
Gıybet insanı hem dünya hem de ahiret hayatını berbat eden manevi bir hastalıktır. Muhabbeti, hürmeti ve kardeşlik duygularının yanında, birliği, beraberliği ve yardımlaşmayı ortadan kaldıran toplumsal bir problemdir. İnsanı hem dünyada rezil eder, hem de ahiret de işlemediği günahların altına girmesine sebep olur.
Mevlana hazretlerinin şu feyiz dolu nasihati ile yazımıza son verelim.
“Bu dünyanın dedikodusu, toz gibidir. Gönül aynasını örter. Sen aklını başına al da, bir zaman için susmayı huy edin.”