Allahu Zülcelâl’in Rızasını Ve Muhabbetini İsteyelim

  • 17 Eylül 2015
  • 4.408 kez görüntülendi.
Allahu Zülcelâl’in Rızasını Ve Muhabbetini İsteyelim
REKLAM ALANI

“Tevbe edelim, şeytana aldanmayalım”

Zikirden mahrum kalan kalp kararır

“Artık namazı bitirdiğiniz vakit ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerindeyken Allah’ı anın…” (Nisâ; 103)

REKLAM ALANI

Allahu Zülcelâl’in zikri, bilhassa bu ahir zamanda insan için çok büyük bir fırsattır. Çünkü Allahu Zülcelâl’in zikri ile günahlar affolunmaktadır. Bu ahir zamanda günahlar çok fazla olduğu için, eski zamanlarda yaşayan kimselerden daha fazla Allah’ın zikrine sarılmamız lazımdır.

Zikir kalbin gıdasıdır. Zikirden mahrum kalarak gıdasını almayan kalp gün be gün hastalanarak zayıflar ve sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, ihya olur. Haramlar ve işlenen günahlarsa, şeytanın gıdasıdır. İnsanın kalbini karartarak zayıflatır. Öyle bir hale gelir ki kalp en sonunda hayrı ve şerri ayırt edemeyecek hale gelir ve nihayetinde düşman olan nefs ve şeytan kişiye galip gelerek güçlenir.

İmamı Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyhe bir kimse gelerek, “Ey Hasan, gönlüm kasvetle dolu. Ne yapayım?” Diye sordu. Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh o kimseye, “Allah’ın zikri ve Rabbine tevbe, istiğfar ile yumuşat” diye buyurdu.

Şu anda ben, elimi nasıl kaldırıyorsam ve benim bu elimi kaldırmam vücudumda ruh olduğunun alameti ise, insanda iman olduğunun alameti de Allah’ın zikri ile meşgul olmasıdır.

Zamanımızı boşuna geçirmeyelim. İnsanın, Allah’ın zikrini illa da bir yerde oturup yapması şart değildir. Yürüdüğü zaman, oturduğu zaman, kısaca her zaman Allah’u Zülcelâl’i zikredebilir. En azından, “Allah benimle beraberdir, beni görüyor” diye düşünse bile Allah’ın zikrini yapmış olur.

İnsan biraz derin olarak tefekkür ederse, gece-gündüz Allah’u Zülcelâl’in ibadetinde bulunsa, kendini bütün günahlardan muhafaza etse dahi yine de yaptıklarını az görerek, “Bu yaptıklarım, Allah’u Zülcelâl’in istediği gibi olmadı” demesi ve kendini hiç beğenmemesi, “Benim kurtuluşum bu yaptığım amelle değil, Allah’u Zülcelâl’in fazlıyla, keremi ve ihsanı ile olacaktır” demesi lazımdır.

Elimizden geldiği kadar Allahu Zülcelâl’in rızasını kazandıran salih amellerin üzerine titrememiz, fakat ne kadar yaparsak yapalım, yine hiç görmememiz, yaptıklarımıza güvenmememiz lazımdır.

Saadatı kiramlar niçin her yaptığımız amelin arkasından yirmi beş sefer “Estağfirullah” dememizi emretmişlerdir?

“Yarabbi! Bu yaptığım amel senin Zât’ına layık olmadı, gaflet ile bu ameli yaptım diyerek Allahu Zülcelâl’den özür diliyoruz. “Keşke ben daha iyisini yapsaydım” diye her amelin arkasından yirmi beş sefer ‘Estağfirullah’  dememizi saadatı kiramlar bize emretmişlerdir.

Şeyh Abdulkadir Geylani kuddise sirruhunun buyurduğu gibi; “İnsan neyi ile ucublanacak ki? İlmi ile ucublanacak olsa o ilmi ona kim verdi? Konuşması ile ucuplanacak olsa, o dili çeviren kimdir? Malı ile ucublanacak olsa, o malı ona veren kimdir? İnsan neyi öne sürerse, hepsi Allah’ındır.”

Onun için ne yaparsak yapalım, hepsi Allah’ın verdiği kuvvetle oldu dememiz ve “Yarabbi! Sana hamdü senalar olsun ki bu vücudumu yarattın ve ibadetinle, zikrinle, itaatinle meşgul ettin” diye şükretmemiz lazımdır.

İşte bu şekilde Allahu Zülcelâl’i tanımamız ve O’na ibadet yapmamız lazımdır. Ve ibadet yapamadığımız zaman da, “Rabbimin huzurundan kovuldum mu ki bana Allahu Zülcelal’in ibadet ve taati nasip olmuyor? Eyvah! Ben mahvoldum” diye hemen Allahu Zülcelâl’e yalvarmamız ve nefsimizi ibadetin üzerine çevirmemiz lazımdır.

Unutmayalım ki biz ne kadar çok ibadet yaparsak yapalım Allahu Zülcelâl’in ihtiyacı yoktur bizim ihtiyacımız var ve bizim menfaatimizedir. Ve biz ibadet yapmadığımız zamanda zararı da bizedir.

Biz kulluğumuzu yapar ibadetlerimizin üzerine samimi bir şekilde eğilir ve gayret edersek, Allahu Zülcelal’in af u mağfiretine ve cennet nimetlerine kavuşuruz, yok eğer aksini yaparsak da Allah muhafaza cehennem azabı ile karşılaşırız.

Onun için elimizden geldiği kadar, ibadet ve zikrimizi aksatmadan yapıp ve her gün biraz daha fazla yapmam lazım diye düşünmemiz lazımdır.

Dünyanın hayatı kısadır…

Dünya çok kısa bir zamandır. Onun rahatına bakmamamız lazımdır. Nefsimiz, bu dünya hayatını bize öyle uzun gösteriyor ki, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bizi aldatıyor. Hz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadetten daha efdaldir” buyurmuştur. Bunu birbirimize daima söylüyoruz. Peki, manası nedir?

Bu tefekkürü sebebiyle Allahu Zülcelal insana, ibadet yapmak ve günahlardan muhafaza olmak kuvveti veriyor. Şimdi iki tane insan düşünelim. Biri dünyanın en iyi insanıdır, biri de dünyanın en kötü insanıdır. Ve bu kötü kişi tâ on beş yaşından yüz yaşına kadar her türlü günahı yapmış; diğeri de daima mağaralarda aç, susuz ve fakirlik içinde Allahu Zülcelal’e ibadet etmiş. Şu anda bu ikisini de buraya getirirsek ve onlara, “Sizin ömrünüz böyle geçti. Ondan ne anladınız?” diye sorarsak; ikisi de diyeceklerdir ki, “Biz sanki hiçbir şey görmedik, ömrümüz bir saat gibi geçti, gitti.”

Peki, bizim durumumuzda böyle değil midir? Aynen böyledir. Zaman öyle hızlı geçiyor ki, insan sanki onu hiç yaşamamış gibi oluyor. Şu anda ben rahat isem rahatım, daha önce yaşadığım hiçbir rahatsızlığı görmemişim, yaşamamışım gibi… Rahatsız isem de sanki hep rahatsızdım gibi; insan daha önce yaşadığı rahatlıkları hiç görmemiş, yaşamamış gibi oluyor. Geçen zamanı sanki hiç görmemiş de sanki bir saatten beridir yaşıyormuşuz gibi… Kalan ömrümüzde aynı şekilde sanki ‘hiç yaşamamışız’ gibi geçecektir.

Onun için eziyet ve meşakkatlere sabır göstermemiz lazımdır. Herkes, Allahu Zülcelâl’in muhabbetini arasın, onun üzerinde meraklı olsun. Bir kişi kıymetli bir şeyini kaybettiği zaman, daima o kaybettiği yerden geçerken nasıl; “Bir daha bakayım, belki kaybettiğim şeyi görürüm” diyorsa; Mü’min olan kişi de Allahu Zülcelâl’in muhabbetini, rızasını ve ibadetini öyle aramalıdır.

Allahu Zülcelal kullarına karşı halimdir, ihsan sahibidir ve şefkatlidir. İnsanlar daima O’na asi geliyorlar. Ama Allahu Zülcelâl, kendisine karşı asi gelen kullarına halim davranıyor, belki kulları tevbe eder ve isyanlarından vazgeçerek, dönerler diye onlara mühlet veriyor. Çünkü Allahu Zülcelâl kullarına azap vermek istemiyor. Onun için insanın elini vicdanına koyup; “Benim Rabbim bana halimdir, ihsan ve merhamet sahibidir. Ben de O’na karşı biraz kendimi düzeltmeliyim” demesi lazımdır.

Bu şekilde derin olarak insan düşündüğü zaman, bülbül gibi daima Allahu Zülcelâl’den bahsetmek gerektiğini, O’nun zikrini, ibadetini yapmak gerektiğini ve O’nun muhabbetini, rızasını, kazanmak için gayret göstermenin her mü’minin üzerine bir hak olduğunu, farz olduğunu anlayacaktır.

Bir yerde oturduğumuz zaman en azından bir miktarda olsa Allahu Zülcelâl’den, O’nun peygamberinden, onların yolundan, Allahu Zülcelâl’e nasıl gidilebileceğinden ve O’nun rızasının nasıl kazanılacağından bahsetmemiz lazımdır. Çünkü insanlar bir yerde toplandıkları zaman eğer Allahu Zülcelâl’den bahsetmeden dağılırlarsa, nasıl köpekler bir leşin üzerine gelip her biri o leşten bir parça koparıp dağılırsa, o cemaatte öyle dağılır. -Neuzûbillah-

Ama Allahu Zülcelâl’den bahsedip de dağılırlarsa, Allahu Zülcelâl’de o cemaate; “Dağılın; sizi af ve mağfiret ettim” diye nida eder.

“Ya Rabbi, zayıf bir kulunum…” diyelim…

Allahu Zülcelâl’in rızasını, O’nun emir ve nehiylerini, nefsimizin arzularının üzerine tercih etmemiz lazımdır. Allahu Zülcelal’in dostlarından birisi rüyasında, öyle bir huri görmüş ki eğer dünyaya çıkarsa güneşi kaybeder, kendi yüzünün parlaklığı ile dünyayı aydınlatabilir.

O’na:
– Sen kimin içinsin? Diye sormuş. Huri:
– Ben, mehrimi veren kimse içinim, diye cevap vermiş.
– Peki, senin mehrin nedir, diye o huriye sorunca, şöyle cevap almış;
– Benim mehrim, , insanın kendi nefsinin arzularının üzerine Allahu Zülcelal’in rızasını tercih etmektir. Kim bunu yaparsa, benim mehrimi vermiş olur. Ben de kıyamet gününde onunla evlenirim.”

Tabi bu insan için zordur. Fakat dünyada bizi barındıracak bir bina yapabilmek için, masraf yapıyoruz, çalışıyoruz, terliyoruz. Allahu Zülcelal kıyamet gününde yüksek yüksek köşkler hazırlamıştır. Bunların bir taşı altından, bir taşı gümüştendir. İnsan ona bakınca gözleri açık kalır. İçlerinde birçok nimetler vardır.

Bütün bu nimetleri bedava olarak hiç çalışmadan istemek yanlıştır. Biraz Allahu Zülcelal’in rızasını kazanabilmek, isteklerini yerine getirebilmek için nefsimizi rahatsız etmemiz lazımdır. Niçin dünya nimetlerini elde edebilmek için çalışıyoruz, terliyoruz, meşakkat çekiyoruz da ahiret nimetlerini bedava almak istiyoruz?

Daima nefsin isteklerini yapıp, Allahu Zülcelâl’in emir ve nehiylerini bir kenara atmak doğru değildir. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama nefsin arzularına uyup hata yaptığımız zaman, hemen tevbe edip, “Ya Rabbi! Beni affet. Ben Senin zayıf bir kulunum” diye Allahu Zülcelâl’e yalvarıp, O’ndan özür dilememiz lazımdır.

Tabi dünyada ne yaparsak yapalım, bir şey görmüyoruz ama ahiret gelip gördüğümüz zaman, öyle pişman olacağız ki, “Keşke ben devamlı olarak Allah’u Zülcelal’in ibadetinde bulunsaydım” diyeceğiz. Önemli olan o gün gelmeden aklımızı başımıza alıp pişman olmaktır.

Tevbe edelim, şeytana aldanmayalım
Lain şeytan bazı zamanlarda insana;

“Sen daha ne yapacaksın, bu kadar günah yaptın” diyerek, umutsuz bırakıyor ve öyle bir hale getiriyor ki sanki artık müslüman değilmiş gibi bir düşüncenin içine sokuyor. Bu çok yanlıştır. Bir kimse ömrünün tamamını isyanla geçirdiği halde Allahu Zülcelal’e dönüp iman ederse, Allahu Zülcelal onu affediyor. Mü’min olan saçını, sakalını Allah yolunda beyazlatmış olan bir kimseyi niye affetmesin ki?

Allahu Zülcelal merhamet sahibidir. Samimi olarak pişman olup Allahu Zülcelal’e döndüğümüz zaman, geçmiş olan günahlarımızı affedecektir. Bizim için Allahu Zülcelal’in muhabbeti dünyadan, ahiretten hatta cennetten daha üstün olmalıdır. Çünkü bize yarayacak olan Allahu Zülcelal’in sevdasıdır, muhabbetidir. Allahu Zülcelâl, rızasını, muhabbetini kazanalım diye bizi yaratmış ve dünyaya göndermiştir.

Aynı bir dilenci gibi Allahu Zülcelal’e yalvarmak, Allahu Zülcelâl’den istemek lazımdır. Bizden önceki selefler de (geçmişte yaşamış olan Salihler, Allah dostları da), Allah’u Zülcelal’in kuluydular. Bir dilenci gibi Allahu Zülcelal’e yalvarıyorladı, Allahu Zülcelal’de onlara veriyordu. Bizde Allahu Zülcelâl’in kullarıyız. Biz de ağlayarak, Allahu Zülcelal’e yalvaralım ve isteyelim. Allahu Zücelâl, inşallah rızasını ve muhabbetini bizlere de nasip edecektir.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ