Şahsiyet Ve Kötü Çevreden Hicret Emri
Kıyafet ruh ilişkisi
“İnsan, tabiatının ve mizacının değil, kendisini saran muhitin ve bu muhitten kazandığı alışkanlıkların (ve kültürün) çocuğudur.” der İbnu Haldun…
Küre-i arz seyyaresi, hayatın beşiği yani “Dünya” olabilmek için yedi kat atmosfer veya yedi kat sema ile çevrilmiştir. Bu katlardan birinin eksikliği, ondaki hayat dengesini bozacaktır. Âdemoğlu da böyle…
Sıradan bir canlı olmaktan çıkıp belli bir dini, belli bir milliyeti, belli bir içtimaî mevkii ve belli bir adı olan ‘şahsiyet’ olabilmek için, maddî-manevî pek çok muhitler, çevreler ve sargılarla kuşatılmıştır. Bu da onlarsız olmaz.
Açıklayalım! İnsan özde ruhtur, ama bedensiz düşünebilir miyiz? Beden onun ilk sargısı, birinci muhiti değil midir? Bu öz ve sargı, samimi ve hayatlar bir birlik ve terkîb arzederler; birinin diğerine tesiri ve bağımlılığı vardır. Nitekim elçilerin güzel yüzlü olması hususunda, Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin gösterdiği titizliği, İslâm âlimleri, “Çünkü yüz güzelliği, ruh ve huy güzelliğine delildir” diye yorumlarlar.
Ruh’a, birinci muhiti olan beden tesir ettiği gibi, ikinci muhit ve sargı olan elbise de tesir eder. Bundandır ki, abidin bedeni kadar elbisesi de temiz olacak, İslâmî olacak.
Fiiliyatta da öyle değil mi? Her medeniyetin, her kültürün kendine has bir kıyafeti yok mu? Hatta aynı cemiyet içerisinde dindarların, fasıkların, kopuk takımlarının bile kıyafetleri farklıdır. Kıyafet, bir kısım değerleri koruduğu içindir ki, birçok cemiyetlerde kanun konusu bile olmuştur, korunmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de, İslâmî kıyafetin ana hatlarını tespit eden ayetleri, hadis kitaplarında “kitabu’l-libas” adı ile müstakil bölümler teşkil edecek kadar çok sayıda gelen hadisler tamamlar. Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem: “(Kılık kıyafette) kim bir kavme benzerse onlardandır” buyurmak veya saçı sakalı karışık olan bir kimseyi ‘şeytan’a benzetmek suretiyle kıyafet muhitinin, ruh üzerindeki tesirine dikkat çekmiş olmaktadır.
Mekân ruh ilişkisi
Ruhumuzu, sadece ‘bedenî’ ve ‘libasî (elbise)’ muhitlerin nezahetiyle koruma altına almış olmuyoruz. Yaşadığımız mekânın da temiz olması gerekir. Pis mekânda ibadet yapılamaz, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem pis yerlerde rahmet meleklerinin bulunmayacağını ifade buyururlar.
Mekân deyince, ilk önce, ömrümüzün çoğunun içinde geçtiği meskenlerimiz, evlerimiz akla gelir. Mesken, sükûnet yani, huzur bulunan yer demektir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem meskenlerin “salih (elverişli yakışır)” olmasını tavsiye eder. Yani sükûnet bulmaya salih, İslâmî hayatı yaşamaya salih, çocuklara İslâmî terbiyeyi vermeye, manevî değerleri korumaya vs. salih!
Salahetin içine neler girmez ki! Her medeniyetin, her hayat nizamının meskeni, maddesiyle, planıyla, tezyinatiyle, tefrişatiyle farklıdır. Meskendeki her bir unsur, içinde yaşayanın bir inancını, bir zevkini, bir hayat görüşünü aksettirir. Sözgelimi, üç kişilik bir aile için yeterli sayılacak bir evde, yedi-sekiz kişi yaşamak zorunda bırakılsa, pek çok sıkıntı ve huzursuzluklardan başka, mahremiyet duygusu, utanma duygusu, haremlik-selamlık tatbikatının koruduğu pek çok telakkiler, edebler, adablar kaybolup gidecektir.
Nitekim tarihten intikal eden her çeşit inanç ve ananeyi (geleneği) yıkarak, yerine, kendi ideolojik sistemini yerleştirmek azminde olan Komünist Rusya, vatandaşlarını, son derece dar meskenlerde yaşatma siyasetini, ta bidayetten beri, hiç taviz vermeden, uygulamaktadır. Burada, ekonomik endişe değil, ideolojik hesap hâkimdir.
Mühendis ve mimarlar muhitinde yaygın olan: “Meskenlerimizi biz inşa ettiğimizi zannederiz. Hâlbuki bizi meskenlerimiz inşa etmektedir” sözü mesken (ikamet edilen) muhîtinin ruha, şahsiyete olan etkisini açıklar.
Arkadaşların kişilik üzerinde tesiri
Daha uzak bir muhit olan arkadaş muhîtinin şahsiyete tesiri, herkesçe bilinen bir husus. Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin: “Kişi, dostunun dini üzeredir. Öyle ise, her biriniz, dost edindiği kimselere dikkat etsin” hadisleri ile Kur’an-ı Kerim’in: “Müminler, müminlerden ayrılıp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa Allah’la ilişiği kesilmiş olur” (Âl-i İmrân; 28) ayeti, başka söze hacet bırakmaz.
Arkadaş çevresini de içine alan ve çok daha geniş olan “İçtimaî (sosyal) muhit’in şahsiyet üzerindeki müspet (iyi) veya menfi (kötü) etkisi, kaçınılması imkânsız derecede kesindir. Fert, bu noktada, adeta emrivakilerle karşılaşır. Dilini, dinini, milliyetini ve karakterini teşkil eden sabit huylarını burada kazanır. İçtimaî muhit’in, şahsiyetin inşasında, ferdî tedbirleri son derece kısıtlayan, bazen hiçe indiren emrivakilerini teyid eden Kur’ani örnekler var: Kur’an-ı Kerim’deki Ashab-ı Kehf kıssası, dinî ve ahlakî yönden bozulmuş içtimaî çevreden kaçışın eskiliğine örnek olduğu gibi, günümüz insanına da bir irşattır.
Keza, İsrailoğullarının, bin bir tehlikeyi göze alarak Mısır’dan, Firavun’un zulüm ve küfründen kaçmaları, daha çarpıcı bir örnektir:
Filistin’e geldikleri zaman, Hz. Musa aleyhisselamın cihad çağrısını: “… Ey Musa… Sen ve Rabbin beraber gidin, ikiniz harbedin, biz kesinlikle burada oturucularız” şeklinde cevaplamaları üzerine, ilahî bir ceza olarak, kırk yıl çölde başıboş dolaştırılmalarını bir İslam düşünürü mevzuumuz, yani içtimaî çevrenin insan şahsiyetine tesiri açısından yorumlayarak, ezcümle, şöyle der:
“Bu şaşkın dolaşmanın hikmeti ve maksadı, uzun müddet Mısır’da zillet, zulüm ve eziklik içinde yaşadığı için hamiyeti gitmiş, tezellül ve meskeneti kendine huy haline gelmiş olan eski neslin yok olup onun yerine; çölün hür havasında yetişen tahakküm ve kahır çekmemiş, izzet-i nefis ve hamiyet sahibi yeni bir nesil yetişmesidir. Bundan anlarsın ki kırk yıl, bir neslin gidip yeni bir neslin gelmesi için zaruri olan asgarî müddettir.”
Bu meseleye hadislerde çok daha çarpıcı örnekler var. Burada sunacağımız, yüz kişiyi öldürdükten sonra tevbe yolu arayan azgın bir katilin affıyla ilgili. Uzunca olan hikâyenin bizi ilgilendiren kısmında Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, eskiden yaşamış bir nasihatçi âlimin dilinden şunları söyler:
“Seninle tevben arasına kim girebilir! Ancak, yaşamakta olduğun o habîs köyden çıkacaksın… Falanca köye gideceksin… Orada Allah’a ibadet eden insanlar var. Onlarla sen de ibadet et. Artık bir daha kendi beldene dönme, zira orası kötü bir yerdir.”
İnsanı saran, insanlık dairesi, coğrafî muhît, iklim şartları gibi daha başka müessir kuşaklar, muhitler de var, ancak, onlara işaretle yetiniyoruz.
Kötü çevreden hicret emri
Sözümüzü bitirirken, başa dönüp diyoruz ki: Evet insan da dünya gibi mütedahil daire ve muhitlerle sarılmıştır. Her ikisinde de “hayatî” denge bunlarla sağlanır. Ancak arada mühim bir fark var: Dünya bunlara kesinlikle mahkûmdur. İnsan ise iradesiyle onlara hâkim olabilir: Elbisemize, evimize, irademizle farklı şekiller verebileceğimiz gibi, arkadaş çevremizi, içtimaî çevremizi de değiştirebiliriz ve esasen müminde buna mahkûmdur, bunu yapmanın imtihanını vermektedir.
İradesini kullanmaya, yani muhitini, Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyenin emirlerine uygun şekilde iradî olarak inşaya mahkûmdur. Hadisler bunu “hakiki hicret” olarak ifade eder. Öyle ise Kur’an ve hadislerde ısrarla ifade edilen “kötü çevreden hicret” emri, bu manada kıyamete kadar hükümfermadır.
Ebu Musa’l-Eş’arî radıyallahu anhu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “İyi ile oturup kalkan ve kötü ile oturup kalkanın benzeri, ancak koku taşıyanla körük çeken gibidir. Misk taşıyan, ya sana bir koku verir, ya sen ondan satın alırsın yahut hiç olmazsa ondan iyi koku koklamak imkânı bulursun. Körük çekene gelince, ya elbiseni yakacak veya çirkin koku bulur koklarsın.” (Buhari, Müslim)
İyi insanla sohbet de böyledir. Ya sana hayırlı bir şey öğretir, ya sen sorar, öğrenirsin. Hiç biri olmazsa bile, iyilikten başka bir şeyle karşılaşmazsın. Kötü kimse de kendi günahıyla seni de nara yakar, kötüyle arkadaş olmanın zararlarını çekersin.