Allah-u Zülcelâl Her Şeyin Hakiki Sahibidir
Gönül Sohbetleri
Seyda Muhammed Konyevî -ks-
Allah-u Zülcelâl dünyada emir ve nehiylerini yerine getirenlere müjdeler veriyor. Bu müjdeleri duyduğumuz zaman daha da fazla Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirmeye gayret etmemiz lazımdır.
Bu ayet-i kerimeden birinde Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor:
“Rablerine karşı takvalı olup karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açılır ve onlara (cennetin) bekçileri der ki: ‘Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.’” (Zümer, 73)
Cennetin nöbetçileri ne diyorlar onlara; “Selam olsun size, ebedi kalmak üzere girin ona, orada huzur içinde kalın.”
Şimdi bu dünyada huzur ancak birkaç gündür, birkaç aydır yahut birkaç senedir, bitiyor. Dünya fanidir, geçicidir çünkü. Ne kadar zengin olursan ne kadar huzurlu olursan da fânîdir, geçecek. Ama bu ayetteki kimselere Allah’ın müjde verdiği o huzur, bitmeyecek şekildedir. Devamlıdır, ebed-ül ebeddir, bâkîdir, o. Onun için, o bâkî hayatı bu fânî hayat üzerine tercih etmemiz lazımdır.
Nasıl ki insan bir gece bir yere misafir olduğu zaman, orada geceyi geçirmesi, yatması ayrıdır; insanın kendi evine geldiği zaman devamlı kaldığı evi ayrıdır. Dünya ile ahiret de öyledir.
Dünyanın her şeyi geçicidir, insan burada misafirdir. Burada kendisine emanet olarak verilen her şey de Allah’ındır, onları asıl sahibine geri verecektir.
Bu dünyada bir araziye baktığınız zaman, onun ne kadar eski sahipleri varsa hepsi o toprağı bırakıp bu dünyadan göçmüş. O bir sonraki sahibine miras bırakıp gidiyor, o öbürüne bırakıyor, o öbürüne, son olarak her şey Allah’ındır. Yeryüzünde kimse kalmaz, ancak “Tek ve el Kahhar olan Allah,” kalır.
“Onların (mezarlarından) meydana fırlayacakları gün, kendilerinin yapmış olduğu hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. “Bugün mülk kimindir?” (buyurulur). “Bir olan, her şeyi kudreti altında tutan Allah’ındır.” (denir).”(Mümin, 16)
Demek ki her şey, mal mülk Allah’ındır. Onun için bizim elimizde olan şey emanettir, biz onu ona geri vereceğiz, elimiz boş olarak kabre gireceğiz. Bunu bildiğimiz için, böyle olduğuna inandığımız için ahiret için çalışalım.
Cennet de Cehennem de Çok Yakın
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Cennet size, ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” (Buhârî, Rikak, 29)
Bu hadis-i şerifin manası şudur; biz bu yeryüzündeyiz ya, sevap yaptığımız zaman cenneti kazanıyoruz, cennetin içinde gibiyiz. Günah yaptığımız zaman da cehennemin içinde gibiyiz.
Onun için bu tevbe çok büyük fırsattır. Çünkü hepimiz günah denizi içindeyiz. Bu dünya sanki bir günah denizi gibidir. Denize gir de ıslanma bakalım. Öyleyse hepimiz, Peygamber olmadığımıza göre az veya çok günah işliyoruz. Öyleyse tevbe bize imandan sonra en büyük bir nimettir. Bunun kıymetini çok iyi bilelim.
Çünkü tevbe cehenneme sebep olan günahları yok ediyor. Hatta o günahların yerine Allah sevap yazıyor. O kadar Allah’ın nimetidir tevbe, kıymetini bilelim.
Sadece “Bana nasip oldu,” demeyelim, başka dost ve ahbablarımıza da anlatalım, “Allah onlara da nasip etsin,” diye çalışalım, inşaAllah..
Sevaplar da çoktur, günahlar da çoktur. Allah-u Zülcelâl ikisini de müyesser kılmıştır. İnsan günah da yapabilir, sevap da yapabilir. Ama günahın akıbeti, günah bizi nereye götürüyor, bilmek lazım. Sevap da nereye götürüyor bilmek lazım.
Günah insanı Allah’ın gazabına götürüyor, cehennemin ateşine, azabına götürüyor. Sevap da Allah’ın rızasına, cennet-i âlânın nimetlerine götürüyor. Onun için daima elimizden geldiği kadar sevap işleyelim, nefsimize mağlup olup günah işlediğimiz zaman da tevbe edelim.
O zaman günahlar sıfır olacak, sevaplar da çoğalacak. Ama tevbe etmezsek, dünya günahlarla doludur, olabilir ki günahlar mizanda sevaplardan daha ağır geldiği zaman cehenneme müstahak olacağız, neuzubillah. Onun için, ona müstahak olmamamız için tevbeye sarılalım.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte buyuruyor ki:
“Gerçek şu ki, her insanın vücudunda üç yüz altmış eklem (ve kemik) bulunmaktadır, (her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir.) Kim bu eklem sayısı kadar Allah-u ekber, elhamdülillah, lâ ilâhe illallah der, Allah’tan bağışlanma diler, insanların yolu üzerinden taş, diken veya kemik gibi şeyleri kaldırır, iyiliği emreder veya kötülükten sakındırırsa, o günü kendisini cehennemden uzaklaştırmış olarak geçirir. Kulun duha namazı, (yani kuşluk vakti kılacağı) iki rek’at namaz bütün bunları karşılar.” (Müslim, Müsâfirîn 84, Zekât 56, Zekât 54)
Bakın, iki rekat kuşluk namazı kıldığı zaman, bütün azaların Fatiha okuyorlar, rükua gidiyorlar, secdeye gidiyorlar; bu azaların böyle amel yapması, bütün bu tekbirlere, tehlillere kafi gelir.
Sevaplar çoktur, ama yapabilirsek. Kolaydır da fazla zor değil ama yapmak mühimdir. Onu da nefsimizle yapamayız onu Allah’ın yardımıyla ve kuvvetiyle yapabiliriz. Onun için Allah’tan kuvvet isteyelim.
Muâz İbni Cebel radıyallanu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muâz’ın elini tutmuş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey Muâz, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum. Sonra da ey Muâz sana her namazın sonunda:
اَللّٰهُمَّ أَعِنّ۪ي عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
“Allahümme einnî ala zikrike ve şükrike ve hüsni ibadetik.”
“Allahım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!” duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.” (Ebû Dâvûd, Vitr 26; Nesâî, Sehv 60)
İşte böyle Peygamber aleyhisselatu vesselamın öğrettiği gibi dua edelim. Çünkü bu nefsimizle yapamayız, nefsimiz istemiyor. Ama Allah azze ve celle yardımcı olursa bakarsın ki senin kalbine aşk verir, muhabbet verir, yapmak için sana kuvvet verir, yardımcı olur. Onun için Allah’tan isteyelim, inşaAllah..
Niyetimiz Halis Olsun
Niyetimizi o mukaddes olan Rabbimize halis edelim. Çünkü her şey onun elindedir. Dünya, ahiret, kabir, sırat köprüsü, mizan terazisi ne dersen, hepsi onun elindedir.
Bak Hz. İbrahim aleyhisselam, onu attıkları ateşin alevleri göklere kadar yükseliyordu. Nemrut ona öyle bir ateş yaktı. İçine attılar. Ama Allah-u Zülcelâl ateşe buyurdu:
“İbrahim’e karşı serin ve selametli ol!”
Hz. İbrahim diyor ki, “O ateşin içinde kırk gün kaldım, öyle rahat bir yer daha önce görmedim.”
O ateşin içi onun için bahçe oldu. İşte Allah sana yardımcı olduğu zaman ateş de kabir de sırat köprüsü de hepsi senin lehine olacak, aleyhine olmayacak. Çünkü onların hepsi Allah’ındır, Allah onlara emredecek, “Kuluma karşı merhametli davranın,” diye.
İşte mühim nokta, Allah’ı razı etmektir. İbadetle, zikirle, taatle yani Allah’a meyilli olalım elimizden geldiği kadar. Bu tarafta şeytanın istediği şeyler var, bu tarafta da Allah’ın istediği şeyler var. Bakın, sizin kalbiniz Allah’ın istediği şeylerin tarafına meyilli olsun, elinizden geldiği kadar.
Allah senin kalbine baktığı zaman kalbini böyle gördüğü takdirde sen Allah içinsin o zaman. Şeytanın istediği şeylere kalbin meyletmesin. Meylettiği zaman Allah’a yalvaralım. Allah’a yalvardığın zaman Allah seni muhafaza edecek, inşaAllah..
Bakın ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl ne diyor:
“Ruh boğaza dayandığı zaman denilecek ki, “Kim onun ruhunu götürecek?”(Kıyamet, 26,27)
Azrail aleyhisselam insanın ruhunu aldığı zaman, onun ruhunu ya Rahmet Melekleri alıp, Allah’ın huzuruna götürecek veya Azab Melekleri alıp cezasını çekmek üzere götürecekler. Eğer o ruhu Azap Melekleri alırsa demek ki o azaba müstehaktır, eğer Rahmet Melekleri alırsa demek ki o cennet ehlidir.
Peki, onlara kim emir verecek? Hangi meleğin onun ruhunu alacağını kim emredecek? Elbette, Allah azze ve celle…
Allah-u Zülcelâl emir verecek, “Rahmet Melekleri o kulumun ruhunu alsınlar, benim huzuruma getirsinler.” Yahut da neuzubillah, azab meleklerine,“Azap Melekleri getirsinler onun ruhunu,” derse, demek ki o zaman o kul azaba uğrayacak.
İşte melekler böyle bir kişinin ruhu boğazına gelince Allah’ın emrini bekliyorlar. Peki, bizim ruhumuzu rahmet meleklerinin alıp Allah’ın huzuruna götürmesi için sebep nedir? Elbette Allah-u Zülcelâl’e ibadet etmektir.
Günah yapmamak için Allah’tan korkmak lazımdır. Amel-i salih yapmak için de Allah’tan yardım istemek lazımdır. Bunların hangisini yaparsak Allah-u Zülcelâl onun karşılığını verecektir.
Biz Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmak için taat yapmışsak, Allah’a karşı ümitli olursak Allah-u Zülcelâl de emredecek, “Rahmet melekleri getirsin huzuruma,” diye…
Eğer amel defterimizi hep günahlarla doldurmuşsak ve nefsimize uyarsak, neuzubillah o zaman Allah-u Zülcelâl emredecek azab melekleri onu yakalayacak, müstahak olduğu azaba götürecektir.
Allah-u Zülcelâl’den Hakkıyla Korkmalı
Allah-u Zülcelâl’den korkmak lazımdır. Allah’tan korktuğu zaman Allah emin kılar onu. Bakın Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor:
“Eski zamanda bir adam vardı, (günah işleyerek) nefsine zulmetmekte çok ileri idi. Ölüm gelip çatınca oğullarına dedi ki:
“Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve denizin kenarına gidin rüzgarlı bir günde rüzgarın önünde saçın. Allah’a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı verir!”
Ölünce, bu söylediği ona yapıldı. Allah-u Zülcelâl da denize ve arza emrederek:
“Sende ondan ne varsa bana toplayıver!” dedi. Arz da topladı ve adamın parçalarını bir araya getirdi. Allah-u Zülcelâl:
“Ya Kulum, sen böyle bir vasiyeti niye yaptın?” diye adama sordu. Adam;
“Senden korktuğum için ey Rabbim. Günahlarım sebebiyle çok korkuyordum!” cevabını verdi. Allah-u Teâlâ Hazretleri bu cevap üzerine merhamet etti ve ona merhametle muamele etti.” (Buhari, Tevhîd 35)
İşte korkarsak günah yapmayacağız. Ümit edersek de amel-i salih yapacağız. Korku ile ümit arasında olmamız lazım. Kuş nasıl iki kanatla uçuyorsa mümin de iki kanatlı olması lazım. Hem korkacak Allah-u Zülcelâl’den hem de ümit edecek. Böyle korku ve ümit kanatlarıyla kuş gibi yükselecek ve Allah’ın rızasını kazanacak, inşaAllah.
Bizim yolumuz, yani sâdâtlar hep güzel şeyler seçmişler. Mesela birbirimizi sevmek, birbirimize hürmetli ve güzel ahlaklı davranmak… Çünkü sâdâtlarımız diyor ki, “Nakşibendî yolu, muhabbet üzerine kurulmuştur.”
Sevmek, Allah-u Zülcelâl’i sevmek, Peygamber aleyhisselatu vesselamı sevmek, Evliyaullah’ı sevmek, birbirimizi mümin olarak sevmek, bunlar Allah-u Zülcelâl’in yanında çok makbuldür, sâdâtlar da “Yolumuzun temeli odur,” diyor.
Hatta diyorlar ki, insan rüyasında dağlar gibi nurlar görse muteber değildir, ama mürşidini, mümin kardeşlerini, ona mensup olan kişileri görürse muhabbete delalet ettiği için o muteber bir rüyadır. Onun için birbirimizi sevelim. Birbirimizin kalplerini kırmayalım. Birbirimizi Allah için sevelim…
Allah için sevdiğimiz zaman, “Mümin kardeşimin kalbinde iman vardır. O iman hatırı için onu seveceğim,” dediğimizde o sevgi Allah’ın yanında çok makbul olur.
Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki,
“Cennette üzerinde zebercetten köşklerin bulunduğu yakuttan direkler vardır. Bu köşklerin kapıları açıktır. Parlak yıldızın ışık saçtığı gibi ışık saçarlar. Buralarda Allah rızâsı için birbirini sevenler, Allah rızâsı için sohbet meclisi kuranlar ve Allah rızâsı için bir araya gelip yardımlaşanlar bulunacaklardır.” (Beyhaki, Şuab’ul- İman)
Hz. Ali radıyallahu anh’ın rivâyetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Cennet’te birtakım köşkler vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür.” buyurmuştu.
Bunu işiten bir bedevî ayağa kalkıp:
“Bu köşkler kimler içindir ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Sözünü güzel ve hoş söyleyen, tatlı dilli, yemek yediren, oruca devâm eden ve gece herkes uyurken kalkıp Allah için namaz kılan kimseler içindir!” buyurdu. (Tirmizî, Birr, 53/1984; Ahmed, I, 155)
Bazı hadis-i şeriflere göre de Allah-u Zülcelâl “Benim muhabbetim onların üzerine hak olmuştur,” buyuruyor. Allah bir kulunu sevdi mi, ona dost oldu mu artık ona zarar vermez.
O Gün Amel Defterleri Açılacak!
Hülasa olarak, kim ahirette yerinin cennet mi, cehennem mi olduğunu bilmek istiyorsa ameline baksın… Ameli cennet ehli ameliyse o zaman cennetliktir, ameli cehennem ehli ameliyse cehennemliktir. Çünkü herkes ameli üzere gidecek.
Sen amelini önden gönderiyorsun, onun peşine de sen gidiyorsun. Amelini sen unutsan bile o melekler yazmışlar, unutmuyorlar. Amel defterini açacaklar, önümüze getirecekler, hepsini göreceğiz.
Bak dikkat edersek, Allah-u Zülcelâl ne kadar affını, rahmetini, mükafatlarını vaad ederse hemen arkasından bir kayıt koyuyor:
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Muhakkak ki Ben, tevbe edenler, iman edenler, salih amel yapanlar ve sonra hidayete uyanlar için mutlaka Gaffar’ım (günahlarını bağışlarım).” (Taha; 82)
Demek ki Allah-u Zülcelâl, “tevbe etmese de affederim,” demiyor. “Tevbe ederse, amel-i salih yaparsa, hidayete uyarsa onları bağışlarım,” buyuruyor.
Öyleyse biz de elimizden geldiği kadar tevbe edelim, amel-i salih yapalım. Ameli-i salih Allah’ın rızasına sebeptir. Onun için tevbe ettikten sonra amel-i salih yapalım, kendimizi Allah’ın rahmetine teslim edelim. InşaAllah o zaman Allah-u Zülcelâl de bize rahmetiyle muamele edecektir.
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı şekilde amel-i salih nasip etsin, bizi nefsimize teslim etmesin, o nefsimizi hayırlarda kullansın, inşaAllah..