İRFAN SOHBETİ / Müslümanlar Uyanık Olmalı!
İRFAN SOHBETİ
Müslümanlar Uyanık Olmalı!
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعاً وَلَا تَفَرَّقُواࣕ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهٖٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاؕ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-I İmran, 103)
Medine’de iki büyük kabile vardı. Bu kabilelerin her ikisi de Arap kabilesiydi ve birbirlerine yakın idiler. Ancak sürekli birbirlerine düşmanlık yapıyorlardı. Yıllarca birbirleriyle savaştılar. Bunlar Evs ve Hazreç kabileleriydi. Bu kabileler özellikle yine Medine’de bulunan Yahudilerin kışkırtmasıyla hiçbir zaman dost olamıyorlardı. Hiçbir zaman barışı sağlayamıyorlardı. Orada ne kadar barışa yakınlaşsalar, ne zaman ki bir olaylar yatışsa hemen Yahudiler onların arasını bozacak bir fitne çıkarırlardı. Çünkü ikisi birleşirse, dost olursa Yahudiler için bir tehdit oluşturacaklar. Ama ikisi ayrı ayrı, parça parça kaldığı zaman Yahudiler için bir tehdit olmuyor, Yahudiler onları çok rahat sömürebiliyordu. İşte bunun için sürekli onları düşman olarak orada tutmaya çalışırlardı o Yahudiler. Ta ki orada İslam sancağı dalgalanana kadar.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem oraya daha henüz kendisi gitmeden Musab bin Umeyr radıyallahu anh’ı göndermişti. Öğretmen olarak gönderilince hem Evs kabilesinden hem Hazreç kabilesinden birçok kişinin Müslüman olmasına vesile oldu. Müthiş, muazzam, tarihi bir olay yaşanıyordu. Çünkü yıllardan beri kimsenin barıştıramadığı o iki kabileyi İslam kardeş yapmıştı.
Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem oraya hicret ettiği zaman da artık Medine’li o Evs ve Hazreç kabilesi birbirleriyle sürekli düşmanlık yapan, sürekli birbirlerini öldüren o insanlar adeta birer melek gibi olmuşlar. Medine halkı hem kendi aralarında dost hem de Mekke’den gelen muhacirlere Ensar olmuşlardı.
Mekke’den Medine’ye hicret eden mümin kardeşlerine de hepsi yardım ediyordu. Ama muazzam bir yardım. Bizim şu anda Suriye’den oradan buradan mülteci olarak gelenlere yaptığımız yardım onların yaptığı yanında hiçbir şeydir. Yani o kadar ki kendi tarlasını onunla bölüştürürdü. Evi iki tane ise bir tane evini onlardan birisine verirdi. O derece muazzam bir diğergamlık vardı. Bir tercih vardı.
“Ben burada rahat uyurken benim Müslüman kardeşim rahatsız bir şekilde yaşayamaz,” diyordu. Ama Yahudiler yine de hiçbir zaman boş durmadı orada. Yine de sürekli kışkırttı. Bu sefer artık hep birlikte ilk Müslüman topluluğu oldu onlar.
Yahudilerin Hasedi
Yahudiler İslam’a daha çok düşman oldular. Niçin? Haset ediyorlardı. Çünkü onların zaten Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e de iman etmemelerinin en büyük sebeplerinden bir tanesi son Peygamberin kendilerinden çıkmamasıydı. Dolayısıyla Hz. Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme ve Müslümanlara çok büyük bir düşmanlıkları vardı onların. Ama yine de Müslümanlar onlara aldırmıyordu. Kendi içlerinde kardeş olarak yaşıyorlardı.
Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerimede Medinelilerin halini anlatıyor. Böyle bir haldeydiler bunlar. Evs ve Hazreç kabileleri adeta her zaman bir ateş çukurunun kenarındaydılar. Allah-u Zülcelâl onları İslam ile oradan çekip kurtardı.
Ayet-i Kerimede Allah-u Zülcelâl Müslümanların önceki halleri ile İslam ile şereflendikten sonraki hallerini anlatıyor. Me’alen buyuruyor ki; “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın…”
İslam en büyük nimettir. İman en büyük nimettir. Bugün biz de aynı şekilde, eğer nefsimize aldanırsak, Allah korusun, bizi de birbirimize düşürmeye çalışmıyorlar mı sürekli?
Sadece şu anki kendi toplumumuza bakacak olursak bir Suriyelileri bahane ederler. Farklı bir ırktan olduğu için ve İslam olduğu için. Bunu yapanlar İslam düşmanı olduğundan yapar bunu. Müslümana karşı bir garezi vardır. Çünkü kendisinin damarı İslam’dan gelmiyor. Eğer Ukrayna’dan gelen bir mülteci olsa ses çıkarmaz. Ki o kadar geldi hiçbirisinden ses çıkmadı. Şimdi Yahudilerden geldiler hiçbirisinden ses çıkmadı. Onların derdi zaten İslam ile. Oralı buralı olması onlar için önemli değil.
Bunlar hep bulundukları toplumu, ekmeğini yediği hatta sığındığı toplumu bir şekilde sürekli kışkırtmakla karakterize edilmiş. Böyle kendisini eğitmiş ve böyle inanmış. Bu böyledir değiştiremezsin onu. Dolayısıyla siz ne kadar birlik olursanız onlar için bir tehlikedir.
Onlara iyilik yapmışsınız yapmamışsınız, hayatını kurtarmışsınız, hiç önemli değil. Onlar sizi hep düşman olarak görecek ve görüyorlar. Ve dolayısıyla sizi sürekli tefrika halinde tutmaya çalışacak, aranıza fitne tohumları ekmeye çalışacaklar. Ve bu uyarıyı da unutmayın; tüm Müslüman kardeşlerime söylüyorum, yarın öbür gün Gazze’deki savaş biterse İslam aleminde Türkiye’de başta olmak üzere Allah korusun, o Yahudiler Müslümanların arasına fitne tohumu ekmeye başlayacaklar. Müslümanların onlara karşı uyanık olması lazım.
Fitnenin Elebaşları
Tarihte bu kavim nereye sığındıysa orayı nasıl karıştırdığını şimdi göreceğiz. Bakın nereye sığınıyorsa o evin ahalisini öldürüyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Ev sahibi onlara acıyor, evini açıyor, düşmanlarından kurtarıyor. Eve gelip oturuyorlar. Geceleyin hepsi uyuduğunda uyanıp evin sahibini ailesini çoluk çocuğunu öldürüyorlar. Böyle bir kavimler. Ve o eve konuyorlar “Bu ev bizimdir,” diyorlar.
Evs ve Hazreç kabileleri işte İslam nimetiyle böyle birleştiler. Bizim demek ki onlara karşı en büyük gücümüz İslam kardeşliğidir.
Birileri Müslüman kardeşlerimize karşı suçlayıcı, dışlayıcı bir şeyler söylüyorsa uyanık olun. Onu dinlemeyin. Adı Müslüman adı olabilir. Ahmet, Mehmet olabilir. Buna aldanmayın. Çünkü öyle münafıklar var, öyle Yahudiler var, dönüyorlar. İsimlerini de değiştiriyorlar ama aslında Müslüman değiller.
Ayeti Kerimeler, Hadisi Şeriflerde bu kavim çok anlatılmış. Beni İsrail’i anlatan çok ayetler var. İslam kardeşliğini bozmak için aralarında ırkçı, dini, milli şeyler karıştırıp onları bahane ederek Müslümanları birbirine düşürmeye çalışırlar. Ve bu şekilde yıllarca onları birbiriyle kavga ettirip kendileri arka planda güç kazanmaya çalışırlar.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin dönemine çok kısa bir şekilde böyle değindik. Bir de şimdi sahabe dönemine geliyoruz. Hz. Osman döneminde Abdullah bin Sebe isimli bir Yahudi vardı. İsmi Abdullah; manası Allah’ın kulu. Yemenli bir Yahudi. Güya dönüyor, Müslüman olmuş gibi görünüyor. Bu kişi Basra’ya geliyor. Orada halkı kışkırtıyor. Halkın arasında Müslüman olarak görünüyor. Basra’da fitne çıkarıyor ama halk belli bir yerden sonra ona tepki göstermeye başlıyor. Diyor ki:
“İsa aleyhisselam tekrar dünyaya dönecek. Peki Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem neden dönmesin? O da dönecek,” diyor. “O da dönecek ve Hz. Ali radıyallahu anh ile beraber bütün dünyayı küffardan kurtaracak,” diyor.
Maksadı o toplumu kışkırtmak. Bir nevi Müslümanları zayıflatmak. Parçalara bölmek. Sahabelere karşı bir düşmanlık tohumunu ekmeye çalışıyor. Güya Hz. Ali radıyallahu anha karşı büyük bir sevgi oluşturmaya çalışırken, diğer sahabe-i kirama karşı da bir düşmanlık besletiyordu. Ve bu şekilde bir kutuplaşma ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Maksat bölmek ve parçalamak. Üç halifenin Hz. Ali’nin düşmanı olduğunu, Hz. Ali’den halifeliği zorla aldığını, aslında halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu, bunların ise ondan o halifeliği gasp ettiğini.
“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem aslında Hz. Ali’ye halifelik vermişti,” diyor. “Ve sahabe-i kiram Hz. Resulullah’ı dinlemediler,” diyor. “Dinlerinden döndüler,” diyor. Haşa. İftiralarında bile o kadar vahşiler. O kişiye inananlara Sebeiler diyorlar. Abdullah bin Sebe’ye mensup ederek. Daha sonra onların ismi Hurufiler olarak değişiyor.
Bu kişi Basra’da yer edinemiyor. Kufe’ye gidiyor. Kufe’de de onu kovuyorlar. Şam’a kaçıyor. Şam’dan Mısır’a kaçıyor. Her yerde kovuluyor. En son Mısır’da etrafına kendi gibi birilerini toplayarak Hz. Ali’yi güya savunuyor. Onu seviyor güya ama diğer sahabelere hep düşmanlık ilan ediyor. Halkı o kadar kışkırtıyor, öyle fitneler çıkıyor ki fitne fitneyi doğuruyor. Bu fitneler, Hz. Osman’ın radıyallahu anh şehit edilmesine sebep oluyor. Toplumu o kadar kin ve düşmanlığa sevk ediyor ki halk kendi halifesini öldürüyor.
Sonra ne yapıyor bu? Hz. Ali ile ilgili büyük şeyler konuşuyor. Onun kerametleri olduğunu, onun İlahi bir güce sahip olduğunu söyleyerek farklı bir yerlere oturtmaya çalışıyor. Yani doymuyor, o intikam alma peşinde sanki.
Nasıl intikam? Bazı insanlar vardır, sen ona kötülük yapmasan, en büyük iyilikleri de yapsan senden iyiliğin intikamını alır. Böyle bir kavimdir bunlar.
Medine’de çok güzel yaşıyorlardı. Barış içerisinde Müslümanlara dokunmadıkları zaman Müslümanlarla birlikte barış içinde yaşıyorlardı. Ne zaman ihanet etseler ki hep yapıyorlardı, cezasını çekiyorlardı. Hep bir daha yapıyorlardı, bir daha cezasını çekiyorlardı. Ta ki Medine’den hepsi kovulana kadar. Karakterlerinde bu var, değiştiremezsin sen.
Bu kişi ta nereye kadar varıyor? Haşa haşa “Hazreti Ali İlahtır,” diyor. O dereceye kadar insanların arasında bir fitne sokuyor. Hazreti Ali, bunu duyunca “Ben bunları yakacağım,” diyor. Hazreti Ali meşgul olduğu için bunlarla uğraşacak zamanı yoktu. Bunları sürgün ediyor. Sonradan Azerbaycan ve Irak topraklarında adamlarını oralara gönderip oralarda propaganda yapıyorlar. Ve şu anki İran sınırlarına yayılıyor. Azerbaycan’da, Irak’ta Şiilik yaygındır. İran hemen hemen hepsi Şii. Güya Hazreti Ali radıyallahu anh’a karşı aşırı derecede bir sevgi var. Ama asıl tehlike diğer sahabe-i kiramlara düşmanlık var. Maksat o zaten. Maksat onları bölüp parçalamak ve birbirine düşman etmek. O kardeşliği yok etmek.
İran’a bakın, Allah ıslah etsin, hep söyleniyor bu zaten, tarih boyunca kafirlerle savaşmamış. Ne zaman bir savaş çıkartırsa Müslümanlarla savaşmış. Allah hidayet etsin onları da. İşte bu zihniyetin kurucusu Abdullah bin Sebe de bir Yahudi dönmesi.
Osmanlıyı Yıktılar
Şimdi geçelim, 1490’a gelelim. İspanya’ya gidelim. Endülüs yıkılmış. Endülüs biliyorsunuz maalesef yıkıldı. Orası bir medeniyetin beşiğiydi. Avrupa ilmini o Endülüs’ün kitaplarından aldı. Endülüs’ün kitaplarını nehirlere döktüler, yaktılar, yıktılar. 600 küsür kadar kitap bıraktılar.
Bir Fransız bilim adamı diyor ki, “Biz Avrupa diyor, Endülüs’ün o 600 tane kitabıyla uzaya çıktık. Eğer o diğer kitapları yakmasaydık, onları nehirlere dökmeseydik biz şu anda gezegenler arasında seyahat ediyor olacaktık.”
Bu kadar gelişmiş bir yerdi, bir medeniyetti Endülüs. Peki nasıl yıkıldı? Çok kısa ve özet olarak söylerim. Nefis ve hevayla yıkıldı. Ne zaman ki halk nefsine düşkün oldu ve rehavet başladı, yavaş yavaş yıkılmaya başladı.
O zamanın İspanya’sında Yahudiler de yaşıyor. Oradaki hükümetle anlaşamıyorlar. Sürekli sıkıntılar çıkıyor ve hükümete artık bunlardan gına gelmiş. Dolayısıyla bir kararname çıkarıyorlar; Elhamra kararnamesi. 1492’de bu kararnameye göre Yahudiler İspanya’yı terk edecek. Eğer terk etmezlerse büyük cezalara çarptırılacaklar, gerekirse öldürülecekler.
Hangi ülkeye müracaat ediyorlarsa herkes “Aman ha aman bize gelmeyin,” diyorlar. Tanıyorlar onları demek ki. Kimse kabul etmiyor. Kim kabul ediyor? Sultan II. Beyazıt. Osmanlı’nın halifesi. Diyor ki “Gelin, biz ölümden kaçanları kabul ederiz.”
Selanik biliyorsunuz bugün Yunanistan sınırları içindedir. Bir kısmı Selanik’e, bir kısmı İzmir’e kabul ediliyor. Bir kısmı da İstanbul’a getiriliyor. Osmanlı’nın böyle büyük şehirlerine yerleştiriliyorlar. Mülteci olarak, sığınmacı olarak ama 300 bin. Dile kolay. O zamanın nüfusuna göre çok fazla. Zaten 1900’lü yılların başında şu anki mevcut Türkiye’nin nüfusu 13-14 milyondu.
Bunlar bir süre sessiz sedasız yaşıyorlar. Güya bir sıkıntı çıkarmıyorlar. Fakat 1665’de bir olay yaşanıyor. Sabatay Sevi diye birisi İzmir’e yerleşen Yahudilerin arasından çıkıyor. Bu adam ruhani bir lider olarak görülüyor Yahudiler arasında. Bu kalkıyor kendisinde İlahi bir güç olduğunu ilan ediyor. İzmir’den İstanbul’a hareket ediyor. Niçin? Kendisini kurtaran devleti ele geçirmek için. Müritleriyle beraber devletin merkezine doğru hareket ediyor. Fakat hemen yakalanıyor, hapse atılıyor. Cezası veriliyor, idam. Fakat zamanın sultanı diyor ki “Eğer sen Müslüman olursan seni affederim.”
Hemen Müslüman oluyor. Ama Sebatay Sevi aslında Müslüman olmuyor. İsmen Müslüman olmuş gibi görünüyor ama müritleriyle ilişkisini sürdürüyor. Müritlerinden de bazıları Müslüman gibi görünüyor. Artık bunlar daha çok gizli Yahudi olarak faaliyetlerini sürdürmeye başlıyorlar. Sebataycılar dedikleri bunlardır işte. İnsanların isimlerine aldanmayın, yaptıkları şeylere bakın. İddia ettikleri şeylere bakın. İnsanları nereye doğru sürüklediklerine bakın.
Eğer Allah’ın istemediği bir yaşam yaşıyorsa zaten ondan uzak durun. Tamamen, ne diyorsa boş verin. Ondan daha güzelini söyleyen Müslümanlar var, müminler var. Ne yapacaksınız siz onları? Onların ne siyasetinde olun, ne televizyonlarını izleyin, ne gazetelerini okuyun, ne internet sitelerine girin. Onlardan uzak durmalısınız.
Zehir her yerde zehirdir. Siz bugün bunu eğer yapmazsanız yarın çocuklarınızı kurtaramazsınız Allah korusun. Kendinizi de çocuklarınızı da o ateşten kurtarmanız lazım, uzak tutmanız lazım.
Şimdi bu adam ve bunun gibileri Selanik’ten, İzmir’den, İstanbul’dan tüm Türkiye’ye bu şekilde yayıldılar ve devletin belli kademelerine sürekli yükseldiler. Ama çok önemli ve ciddi kademelerine. 1800’lü yıllarına kadar. 1807’den sonra zaten Osmanlı’da ciddi isyanlar başladı, ayaklanmalar başladı. Sadrazamlar, vezirler öldürüldü. Hepsinin arkasında bu Sabatacılar vardı.
Necip Fazıl rahmetli diyor ki, “Abdülhamid Han’ı özellikle -Rahmetullahi Aleyhi-, onu küçülten, onu böyle hakir gösteren gücün ön planında her kimler varsa da arka planda hep bir Yahudi’yi aramak lazım,” diyor. Ve kanser gibi Osmanlı’nın içerisinde büyüdü bu tümör. Tümör büyüdükçe Osmanlı zayıfladı, fitneler arttı. Ta ki Osmanlı’yı tarihten silene kadar. Osmanlı var mı şimdi? Yok. Osmanlı’yı onlar yıktı çünkü.
Osmanlı onlara kucak açmıştı, onların hayatını kurtarmıştı. Onlar kalktılar, arkadan, önden, sağdan, soldan her taraftan hançerlediler. Kendi kurtarıcılarını.
Onlar Peygamberlerini öldürmemiş miydi? Allah Azze ve Celle buyurmuyor mu? Onlar Peygamberlerini öldürmediler mi?
Onların neyine güveniyorsun? Ve şimdi aynı şekilde bunlar, dikkat edin, geldiler, Türkiye’ye yerleştiler. Türkiye’dekilere dediler ki; “Yallah Arabistan’a.”
Onlar bize bunu söylüyor. Çünkü onların huyu bu. Nereye giderlerse gittikleri yerdeki yerlileri başka yere kovarlar. Böyledir bunların karakteri.
Kimse de onlara demiyor; “Sen yallah Yunanistan’a” veya “Yallah İspanya’ya.”
Biz misafir değiliz bu topraklarda. Bizim topraklarımız. Bunlar gelmişler bizi buradan kovmaya çalışıyorlar.
Kaldı ki Arabistan’dan maksatları Mekke Medine ise bizim için bir şereftir. Fakat biz bu toprakları da kirletecek birilerine de emanet edip gidemeyiz oraya. Burayı da korumak lazım. Eğer yine güzel insanlar varsa onlara teslim edip gidelim.
Orası güzel. Resulullah’ın dibinde, Ravza-i Mutahhara’da, Mekke-i Mükerreme’de yaşamak büyük bir şeref. Fakat yeryüzünün hepsi Allah-u Zülcelâl’in olduğu için sana bir yerde yaşamayı nasip etmişse orayı da koruyacaksın. Orada da İslam’ı yayacaksın. O çiçekleri, tohumları ekmek zorundasın her yerde. Neredeyse o fidanı ekeceksin. O huzur ve saadet fidanını ekmen lazım.
Yahudiler, Almanya’dan kendilerini sürdürdükleri zaman, Hitler’e bazı Yahudileri katlettirdiler ki herkes İsrail’e koşsun. Bir devlet kurulmalıydı ya. Eğer onlar katledilmeseydiler hepsinin hayatı orada güzeldi, gelmeyeceklerdi İsrail gibi bir yere. Dolayısıyla hepsini, o kadar insanı öldürdüler, kendileri öldürdü ve oraya gittiler.
Ama halktan tabi bunu bilmeyenler de vardı. Halk ne yaptı? Gemilerle Filistin topraklarına geldikleri zaman Filistinlilere pankart açıyorlardı:
“Onlar bizi ve çocuklarımızı öldürdüler, siz ümitlerimizi yıkmayın, bizi kabul edin buraya, Filistin’e.”
İsrail diye bir devlet yoktu o zaman. Onlar Filistin’e geldiler, her taraf Filistin toprakları. Geldiler, bize dediler ki “Bize kucak açın.” Sonra İsrail diye bir devlet kurdular. Burada da niyetleri var, Allah korusun. Biliyorsunuz hepiniz, değil mi? Arz-ı Mevûd hezeyan’larını…
Filistinliler onları kabul etti, evini açtı. Sonra onları kurtaran o Filistinlilere karşı katliam yapmaya başladılar.
Hiçbir Avrupa ülkesi, bakın İsraillileri kabul eden yok. Zaten bir kere kovmuşlar bir daha kabul ederler mi?
Allah-u Zülcelâl hepimizi, tüm müminleri, tüm Müslümanları onların şerrinden muhafaza etsin. Allah azze ve celle Gazze’deki, Filistin’deki kardeşlerimize yardım etsin. Bizleri de sizleri de her zaman birlik içerisinde yaşamayı, İslam için çalışıp çabalamayı, İslam’ın sancağının dalgalanması için dertlenmeyi ve bu derdi çocuklarımıza aşılamayı, onlara öğretmeyi ve bu dertle, Mekke’nin derdiyle, Medine’nin derdiyle, Kudüs’ün derdiyle hepimize büyümeyi ve yaşamayı nasip etsin.
Allah Azze ve Celle hepimize uyanış nasip etsin. İnşaAllah bu olaylar da hepimiz için bir uyanış oldu. Bir farkındalık oluştu hepimizde. Uyandık Elhamdülillah.
Kafir ülkelerde bile bakın, gayrimüslim ülkelerde dahi insanlar İslam’ı araştırmaya başladı. “Bu nasıl bir din ki bu insanlarda böyle bir teslimiyet, böyle bir tevekkül vardır,” diyorlar. Ki hakikaten de Allah-u Zülcelâl ‘in kelamını araştıran, Kur’an-ı Kerim’i, Hadis-i Şerif’leri araştıran bir insan, araştırıyorsa mutlaka bulacak. Mutlaka o hidayet güneşi onun kalbinde doğacaktır.
Allah-u Zülcelâl hepimizi insanların kalbinde o hidayet güneşinin doğmasına vesile kılsın. Ve bize mücadele ruhu bahşetsin. Mücadelesiz bir ruh, ölü bir ruhtur. Onun için biz hep mücadele etmekle kendimizi şartlandırmamız ve bununla ancak bu şekilde yaşayabileceğimizi düşünmemiz gerekir.
Allah-u Zülcelâl bizi o mücadele nimetinden mahrum bırakmasın. Allah-u Zülcelâl hepinizin sıkıntılarını gidersin. Sizlere, hastalarınıza şifalar ihsan eylesin. Dünya ve ahirette hepinizi mesud ve bahtiyar kılsın.
Allah-u Zülcelâl rızkınıza, ticaretinize bereket koysun. Sırat-ı müstakimden, Resulullah’ın yolundan, sahabenin yolundan, Evliyaullah’ın yolundan ayırmasın hepimizi.
Ve sallAllahu ala Seyyidina Muhammedin Nebi’l-Ummi ve ala alihi ve sahbihi ve sellem.