İRFAN SOHBETİ / Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur mu?
İRFAN SOHBETİ
Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur mu?
Seyda Feyzullah Konyevî -KS-
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ
“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer; 9)
Bu ayet-i kerime bize ilmin ne kadar üstün olduğunu ve bunu elde etmenin ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Allah-u Zülcelâl bilen ve bilmeyenlerin arasına bir set çekerek birbirinden ayırıyor.
Bilenle bilmeyen arasındaki fark gece ile gündüz gibidir. Zira bu dünya hayatında bilmek bir ışıktır, bir kılavuzdur, rehberdir. İnsan bilmediği zaman yolunu kaybeder. Düşmanın hilelerine karşı gaflet içinde olur ve o tuzaklara düşebilir, Allah korusun.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
“İlim talep etmek her Müslüman erkek ve kadına farzdır.” (İbn-i Mace, Mukaddime, 17)
Nasıl ki namaz kılmak farz ise; ilim öğrenmek de farzdır. Bizim de çocuklarımızın da İslâmî bilgileri, günlük hayatında sahip olması gereken ilmi bilmesi farzdır.
Yaz aylarında çocuklarımız günlerini televizyon önünde, tabletlerin başında, bilgisayarın başında, sokakta, parkta, oyunla geçirmektedirler. Dinlenmek, oyun oynamak fıtrî bir ihtiyaçtır. Ancak bu çocukların boş zamanlarını kimlerin doldurduğunu, onları hangi zihniyetin şekillendirdiğini ve onlara hangi fikirlerin aşılandığını düşünmemiz lazım. Bu konuda tedbirli olmamız lazımdır.
İslâm dini sadece ibadet dini değildir. Aynı zamanda ilim dinidir. İlim hem dünya işlerinde hem de âhiret işlerinde insanı yüceltir. İnsan doğru yolu ancak ilimle bulabilir. İlimsizlik kalbi karartır, yolunu kaybettirir, karanlıkta bırakır.
Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:
“Cahil insan karanlık gecede elinde kandil olmayan yolcuya benzer. Ne kendine faydası vardır ne de başkasına.”
Hepimiz karanlık bir yoldayız. Ya elinde ışık olan birinin rehberliğinde bu yolculuğu yapmalıyız ya da elimize ışık almalıyız. O ışık da ilimdir. İşte çocuklarımızın ellerine de bu kandili vermemiz lazım. Bu ilmi onlara öğretmemiz gerekir. Onları ilme teşvik etmeliyiz, ilmi sevdirmeliyiz. İlmin faziletini, gerekliliğini onlara anlatmalıyız. Onları medreselerde, Kur’an kurslarında eğitime vermeliyiz. Hem öğretim hem eğitim olmalı.
Bu çocuklarımız bizim geleceğimizin yolcularıdır. Öğretme imkânı olduğu halde bu çocuklarımızın eline o ışığı vermeden gece yolculuğa uğurlarsak bu ne kadar akıllıca olur, siz düşünün.
Hem dünyamızı hem âhiretimizi düzeltmek için bu ilim şarttır. Namazınızı, orucunuzu, zekâtınızı, diğer ibadetlerinizi nasıl yapacağınızı biliyor olmanız lazım. Ticaret yapıyorsan ticaretin helâl ve haramlarını biliyor olmanız lazım. Ticaret ahlâkımız çok önemlidir. Allah-u Zülcelâl Kuran-ı Kerim’de bahsediyor; ticarette hile yapan bir kavim helâk olmuştur. Haksız yere cebine bir kuruş dahi atsan kıyamet gününde onu amellerinle ödemen gerekecek. Bu da Allah korusun senin ebedî hayatına mal olabilir. Bunlar basit şeyler değildir.
İmam-ı Gazâlî rahmetullahi aleyhi buyuruyor:
“Çocuk temiz bir toprak gibidir. Ne ekersen o biter. Eğer onda hayır ekersen, hayır öğretirsen dünya ve âhiret saadetine kavuşur. Onda şer ekersen, şer öğretirsen bu da onun helakine sebep olur.”
Çocuğuna âhiret kazancını öğretmeyen bir ebeveyn merhametli değildir. Çocuğunu yedi yaşından sonra sabah namazına kaldırmayan ebeveyn merhametli de akıllı da değildir. Zannediyor ki uykusu kaçacak. Güya acıyor ona. Ancak o bir fidan yetiştiriyor. Onu o yaşında yetiştirmek ve alıştırmak lazım. O zaman öğrenmeye başlayacak.
Bu yüzden çocuklarımıza Kur’an-ı Kerim’i, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hayatını, İslâm ahlâkını ve güzel davranışları öğretmek çocuğa yapılacak en büyük yatırımdır.
Kökleri derine inmemiş bir ağaç en küçük bir fırtınada devrilir. Toprağı kuruysa kurur, güneş görmezse meyve vermez. İşte çocuklarımız da böyledir. Onlara ilmi, Kur’an-ı Kerimi ve Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayatını öğretmezsek; Şeytanın ve dünyevî arzuların fırtınasında savrulurlar, Allah korusun.
Büyüdüklerinde artık onları kontrol edemezsiniz, Allah muhafaza etsin. Çünkü artık onlar hakikatten uzak kaldıkları için sahte olana meyletmeye başlarlar.
İlim derken hem dünya hem âhiret işlerini ayakta tutan ilimden bahsediyoruz. İnsanı gerçek manada ayakta tutan ilim. Allah ile irtibatlı olan bir ilim. Dünyanı da bileceksin, âhiretini de bileceksin ve senin yaşamın, ölümün her şeyin Allah için olacak.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede Hz. İbrahim aleyhisselamın duasını bize örnek gösteriyor:
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Benim namazım, hayatım, ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am; 161)
Her şeyimiz Allah için olmalı. Dünya işlerimiz de âhiret işlerimiz de Allah’ın rızası için olmalı. İlim talep ederken de niyetimiz Allah’ın rızası olmalı.
Çocuklara Sabır Aşılayalım
İlim öğrenmek yetişkinler için de zor olabilir, meşgaleleri çok olabilir. Ancak zaman ayırdıklarında, programlı olduklarında her şey kolaylaşır.
Çocuklar için de ilim talep etmek zor gibi, sıkıcı gibi görünebilir. Ama değildir aslında. Bu hakikatin sonu tatlıdır. Bu hakikatin sonu şifadır.
Bu merhem ilk sürüldüğü zaman cehalet yarasını yakacağı için biraz acı gelebilir. Ama o yaraya şifa olacaktır. Bu nedenle çocuklarımıza sabrı da aşılamamız gerekiyor.
Hatırlıyorum, babam Seydâ Muhammed Konevî Hazretleri rahmetullahi aleyh, ben daha talebeyken, bana nasihat ederdi. Belki 10 yaşlarındaydım, onun nasihati aklıma nakşolmuş. Dersimi ezberleyemediğim durumlar olduğu zaman, bana bir arkadaş gibi oturur konuşurdu, nasihat ederdi. Beni motive ederdi. Çok iyi hatırlıyorum değişik örnekler getirirdi. Mesela derdi ki:
“Bak oğlum bir âlim vardı. Hafızası kuvvetli değildi, hiçbir şeyi ezberleyemiyordu. O kadar zorlandı ki; ‘Bu iş bana göre değil. Ben ilmi bırakacağım, gideceğim başka işlerle meşgul olacağım,” dedi. Sonra evine dönerken yolunun üzerindeki bir mağaraya girmesi gerekti. Girince baktı ki orada kayadan su damlıyor. Suyun damladığı yerde taş delinmiş, çukur olmuş. Orada oturdu tefekkür etti. Sonra dedi ki; ‘Subhanallah, su gibi yumuşak olan bir şey, sert olan kayayı deldiğine göre benim hafızam neden o kelimeleri, o cümleleri ezberlemesin? Zamanla benim de kafama Allah’ın nuru olan bu ilim girer.’ Sonra medresesine geri döndü. Kelime kelime, harf harf ezberlemeye başladı. Bu zat büyük bir muhaddis oldu.” İbn Hacer el-Askalânî hazretlerinin bu hikayesini anlatarak bana ders verirdi.
Bana nefisle ilgili de şunu söylerdi:
“Nefis insana ilim öğrenmek için gayret etmeyi o kadar zor gösteriyor ki, sen bir sayfayı ezberlemeyi adeta iğne ile dağı eşmek gibi zor zannedersin. Aslında hiç de öyle değildir. Sen ezberlemen gereken dersi tekrar ettikçe o zorluk yumuşayacaktır. Engeller senin önünden çekilecek ve Allah’ın izniyle sen rahat bir şekilde hepsini ezberleyeceksin.”
Hakikaten de öyledir. İnsanın devamlı tekrar etmesi lazım, bunun yolu budur. Tekrar ederken ezberleyemezse moralini bozmayacak.
“Ben sonra tekrar ederim,” desin. “Bugün ezberleyemedim, yarın ezberlerim,” diyebilir. “Bugün öğrenemedim, yarın bu işi çözerim,” diyebilir. Mutlaka Allah-u Zülcelal onun yolunu açacaktır.
Niçin bu kafirler başarılı olmuş ve zulümle hüküm ediyorlar? Niçin? Çünkü çok çalışıyor ve tekrar ediyorlar.
Bir bilim adamı için diyorlar ki, elektrikli ampulü bulmak için bir deneyi bin defa tekrar etmiş. Bin defa! Nasıl bir sabırdır? Biz yapıyor muyuz bunu? Biz yapsaydık biz kazanırdık.
Allah-u Zülcelâl ilim elde etmek için gayret etmek konusunda mümin ve kafiri eşit tutuyor. Bu dünya böyle bir hayattır. Kim çalışırsa ona veriyor. Yani biz onlar kadar çalışsak bizim iman avantajımız olduğu için onlara galip oluruz. Ama biz az çalışıyoruz, hatta yok denecek kadar çalışıyoruz. Sabırlı değiliz, çok acele ediyoruz. Acele ettiğimiz için de o güce ulaşamadan pes ediyoruz, Allah korusun. Bunlar bize ders olsun. Acele etmeden, sabırla, uğraşa uğraşa o işi halletmemiz lazım.
Mevlâna Hazretleri de buyuruyor:
“Toprağa gömülen tohum yok olmaz. Aksine yüz kat artar.”
Tohum dile gelseydi, derdi ki, “Beni neden bu karanlık yere koyuyorsun?” Oysa orası onun doğum yeridir. Sabretmesi lazım. Sabrettikçe filizlenecektir. Zorluklarımız da böyledir. İlim de böyledir.
Nefsine ağır gelir. Ama sabredersen içinden hayat fışkırır. O sabrın içinden mutlaka bir hayat neşvünemâ bulacaktır. Hatta bir değil binlerce olacaktır. Çünkü bir âlim binlerce insana ışık tutar.
Yine Mevlâna Hazretleri bir başka beytinde diyor ki:
“Bilgisiz insan ekilmemiş toprağa benzer. İlim tohumu ekilmezse orada diken biter.”
Eğer ilim tohumu ekilmezse insanın kalbinde diken biter. Çünkü cehalet sebebiyle yanlış yollara gideceği için kendine ve başkalarına zararlı bir insan haline gelir. Onun için insan âlimlerle, bilenlerle bir arada olacak. Ta ki kendisi de ona lazım olanı öğrenene kadar. Bir bilen olana kadar.
Çocuklarımızın da gönlü böyledir. Toprak gibidir. Hatta İmâm-ı Gazâlî rahmetullahi aleyh tertemiz bir toprağa benzetiyor onların kalbini. Çocuklarımızın kalbine ne ekilirse o bitecektir.
Eğer onların kalbine temiz şeyler ekersek, Allah-u Zülcelâl’e giden yolun ilmini ekersek, bu ileride hepimizin gölgeleneceği bir ağaç olur.
İnsanı İlim Korur
Bir gün kör bir adam gece vakti eline lamba alıp yola çıktı. Onu görenler güldüler. Dediler ki:
“Bu lambanın elinde ne işi var? Sen görmüyorsun, ışığın sana faydası olmaz ki.” Kör adam dedi ki:
“Ben bunu kendim için taşımıyorum. Sizin için taşıyorum. Siz bu ışık sayesinde bana çarpmayın diye taşıyorum.”
Bu misaldeki lamba ilimdir. Körlük ise cehalettir. O lamba o kişiyi kurtarmazsa bile, başkasına faydalı olur. Yani burada en kötü ihtimal örnek veriliyor. Birincisi bu lambayla başkasının yolunu aydınlatmış olacak. Kendisi o ilimden faydalanmasa bile başkası o ilimden faydalanabilir. İkincisi de o ilimle başkasının zararından korunabilir. İlim yol gösterdiği gibi tuzaklara, hilelere karşı insanı korur. Onun için bizim hem ilmi hem de ameli kendimize dost edinmemiz lazım.
İlimle amel ettiğimiz zaman, bizimle beraber kabre gelecek olan gerçek dostumuz da bu ikisidir. Çünkü mal mülk hepsi dünyada kalacak. Kabre gelecek olanlar ise ilim öğrenip yaptığımız amellerdir.
İnsan öldükten sonra çocuklarına miras olarak bir şey bırakmak ister. Dünya malı bırakmak güzel gelse de asıl en güzel miras ilim ve ameldir, edeptir. Çünkü malı sen korumaya çalışırsın, sen ona bekçilik edersin ama ilim ve edep seni korur.
Peki çocuklarımıza ne öğretmemiz lazım? Rabbimizi ve içinde bizimle konuştuğu kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i okumayı ve anlamayı öğretmemiz lazım.
Hazreti Peygamber Efendimiz’in hayatını ve ahlâkını öğretmemiz gerekir. Dinin direği olan namazı öğretmemiz gerekir, ona alıştırmamız gerekir, daha küçükken ona kıldırmamız gerekir. Helâl ve haramı, yalanın, gıybetin, kibrin, hilenin kötülüğünü öğretmemiz gerekir.
İlim öğrenmenin faziletini Müslümanın ilimle yüceleceğini öğretmemiz lazım. Dini ilimlerin yanında dünyevî ilimleri de öğrenip, onlarla dünyaya hakimiyet kurabileceğini öğretmemiz lazım. Anne babaya, büyüklere, küçüklere, hayvanlara, tabiata karşı şefkatli ve saygılı olması gerektiğini öğretmemiz lazım.
Tabiatı korumak da İslâm ahlâkıdır. Dikkat edin, ihramdayken sen bir hayvan öldüremezsin. Bir ağaç kesemezsin. Haramdır.
Hac ibadeti, hayatın küçük bir zamana ve mekâna sığdırılmış bir eğitimidir. Hayatımızda daha şuurlu, bilinçli bir şekilde davranmamız için Müslümana hassasiyet kazandıran bir eğitimdir.
Elbette çocuklarımıza dünya işlerinden de yaşadığı zamanın en iyi mesleklerini öğretmeliyiz. Gıdadan tutun savunmaya kadar her alanda çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Zira Allah-u Zülcelâl bizi mücadele etmemiz için bu dünyaya göndermiş.
Bu dünya iyiler ve kötülerin mücadele sahasıdır. İyiler yerinde oturur bir şey yapmazsa meydan kötülere kalır. Siz onlardan ne bekliyorsunuz?
Dünyanın en iyi üniversiteleri Yahudilerdedir. Onunla insan olacaklarını mı zannediyordunuz? Bakın Gazze’ye ne hale getirdiler? Onlar budur işte. Onların diplomaları budur: Vahşettir.
Bu sebeple mutlaka dünyevî ilimlerin yanında Allah’a hesap verme şuurunu da kazandırmak lazımdır. Mahlûkâta merhameti de öğretmek lazım.
Biz bir yahudinin çocuğu da olsa bir çocuğu öldürebilir miyiz? Ama onlar bir Müslümanın çocuğunu öldürürken, kafasını ezerken bundan zevk alıyorlar. Nasıl bir his, düşünebiliyor musunuz?
Bunlar nasıl bir eğitim alıyorlar?
Allah-u Zülcelâl başta bizi sonra çocuklarımızı Allah-u Zülcelâl’in azametini idrak edenlerden eylesin. O’nun yoluna giden, O’nun yolunu aziz kılan, yücelten ilmi öğrenmelerini ve o ilimle amel etmelerini nasip eylesin. Sadece Kur’an-ı Kerim’i ezberlemeyi değil, onun manasını, onun sahibinin bize ne anlattığını anlamayı ve amel etmeyi nasip eylesin.
Allah-u Zülcelâl başta Gazze’deki kardeşlerimize, Doğu Türkistan, dünyanın her yerindeki kardeşlerimize yardım etsin. Bizlere de onlara gerçek manada her zaman yardım etme kudretini nasip eylesin. Bunun için her zaman hazırlanmayı nasip eylesin. Hazırlıklı olmak için çabalamayı nasip eylesin. O dertle, hazırlık derdiyle bizi dertlendirsin ve bizi bu konuda da muzaffer kılsın. Bizi bu zafere de lâyık kılsın. Âmin.