ALLAH DOSTLARI / Muhammed bin İbrahim Fârisî -ks-
ALLAH DOSTLARI
Muhammed bin İbrahim Fârisî -ks-
Yusuf Şahin
Muhammed bin İbrahim Fârisî rahmetullahi aleyh tasavvuf büyüklerindendir. Aynı zamanda hadis ve fıkıh âlimidir. Hicri 528 (M. 1134) yılında doğdu. Şîrâz’da dünyaya gelip Mısır’a yerleşti. Fârisî nisbet edildi. Fahrüddîn lakabı verildi. Fahr-ül-Fârisî nâmıyla meşhûr oldu. 622 (m. 1225) yılında Mısır’da vefât etti. Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin türbesinin yanında yaptırdığı zaviyeye defnedildi.
Erken yaşta ilim tahsiline başlayan Muhammed bin İbrahim Fârisî hazretleri, önce zahiri ilimleri öğrendi. Şam, Hicaz, Bağdad gibi ilim merkezlerini dolaştı. Sonunda Mısır’a gidip yerleşti.
Hadîs-i şerîf ve fıkıh ilimlerinde âlim oldu. Şâfiî mezhebine göre fetvâ verirdi. Tasavvuf ilmini önce babası Ebû İshâk İbrâhim bin Ahmed Fârisî’den aldı. Zamânın büyüklerinden de feyz alıp, yüksek derecelere kavuştu. Kâhire’de Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin türbesi yanında bir zâviye yapıp yerleşti. Orada tâliblerine, isteyenlere ilim öğretmek ve ibâdet etmekle meşgûl oldu.
Tevbenin Önemi
Tevbeye çok ehemmiyet verirdi. Bir vaazında tevbe hakkında şöyle buyurdu:
“Allah-u Teâlâ, bir ayet-i kerimede buyuruyor ki;
“Ey müminler! Hepiniz, Allah-u Teâlâya tevbe ediniz. Tevbe etmekle kurtulabilirsiniz.” (Nûr; 31)
Resûlullah aleyhisselatu vesselam efendimiz de ashâbına;
“Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:
– Allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin Rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, Tevbe 7) buyurdu.
Allah-u Teâlâ’nın sevinmesi; tevbe eden kulunu af ve mağfiret ederek ihsanda bulunması, tevbesini kabul ederek ona ikram etmesidir.
Tevbenin üç şartı vardır: Yaptığı günahlara pişman olmak, o anda günahtan el çekmek, sonra bu günahları ve benzerlerini bir daha işlememeye karar verip azmetmektir.
Resûlullah efendimizin bir hadis-i şeriflerinde: “Nedamet, pişmanlık tevbedir.” buyurması, yapılan günaha pişmanlık duyulması, tevbenin en büyük şartı olduğundandır.
Tevbe, rücû etmek, dönmek demektir. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:
Dikkat ediniz! Âdemoğlunun cesedinde bir et parçası vardır ki, o iyi olunca, bütün beden iyi olur. O bozuk olunca, bütün beden bozuk olur. Dikkat ediniz! O et parçası kalptir.”
Kalp, işlenen günah ve kötülük sebebiyle pişmanlık duyup, gafletten uyanıp, Allah-u Teâlâ’nın yardımı ile onda, günahları terk ettirecek ve bir daha günahlara dönmeyecek bir kararlılık hâsıl olursa; insan, Hakka tâate, O’nun rızâsını kazanmaya dönme sebeplerine hazırlanmak için harekete geçer ki, bunun kapısı da tevbedir.
Tevbeye hazırlanmanın alâmetlerinden biri de, kötü arkadaşları terk etmektir. Çünkü, kötü arkadaşlardan uzaklaşmak, onlarla düşüp kalkmamak, kalpte Allah-u Teâlâ’nın emirlerine karşı gelme hâlini ortadan kaldırır. Kötü arkadaşların yanından ayrılınca, artık, iyi ve sâlih arkadaşlarla berâber oturup kalkmaya başlar.
Sâlih, iyi ve temiz arkadaşlar, onun cehâletten ilme, kibirden hilme ve cimrilikten cömertliğe, dünyâ hırsı ve ona düşkün olmaktan kanâate, uzun emel sâhibi olmaktan zühde ve dünyâya rağbet etmemeye, ayrılıktan birliğe, hep kendisini düşünüp, kendisi için istemekten başkalarını kendisine tercih etmeye, yâni îsâra, dünyâdan ahirete, gülmekten dolayı yaptığı kötülükler ve günahları için ağlamaya, onlar için pişmân olmaya, gaflet hâlinden uyanıklık hâline dönmesini temin ederler.
Tevbe, yapılış gâyesine göre üç çeşittir: Birincisi, herkesin bildiği tevbedir. O da günâhından dolayı cezâ görmekten kurtulmak için tevbe eden kimsenin tevbesidir. İkincisi; “inâbe” dir ki, bu da daha fazla sevâba ve yüksek derecelere kavuşmak isteyen kimsenin tevbesidir. Üçüncüsü de “evbe”dir ki, o da sevap arzusu veya azap korkusundan değil, yalnız Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için yapılan tevbedir.
HİKMETLİ SÖZLERİ
Fahr-ül-Fârisî hazretleri buyurdu ki:
“Şu üç şey takvânın, haramdan kaçmanın îcâbıdır: Birincisi; Allah-u Teâlâ’yı tanıyıp O’na şirk koşmamak. İkincisi; Allah-u Teâlâ’ya itâat edip, isyân etmemek. Üçüncüsü; Allah-u Teâlâ’yı anıp O’nu unutmamaktır.”
***
“Huşû; zâhiren ve bâtınen Hakk’a boyun eğmek. Tevâzu da; Hakk’a teslim olmak, boyun eğmek, Hakk’ın hükmüne îtirâzı terketmektir.”
***
Fahr-ül-Fârisî hazretleri, “Delâlet-ül-müstenhic” adlı eserinde, İslâm âlimlerinin söz ve sohbetlerinden nakiller yapmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Ebü’l-Abbâs Muhammed bin Selh bin Atâ Ademî rahmetullahi aleyh buyurdu ki:
“Kim sünnet-i seniyyeye yapışırsa, Allah-u Teâlâ onun kalbini ma’rifet nûruyla nurlandırır.”
***
“Âriflerin kalbi neye meyleder?” diye kendisine sorulduğunda:
“Bismillâhirrahmânirrahîm’e meyleder. Çünkü, “Bismillâh”da ârifler için heybet, “Errahmân”da yardım, “Errahîm”de onlar için muhabbet vardır” dedi.
***
“İstenmeyen haller kişinin başına gelince, kalbin buna rızâ göstermesi sâdık amelin alâmetidir” buyurdu.
***
Mimşâd Dîneverî rahmetullahi aleyh
“İnsanların hâl bakımından en iyisi; kendisini insanlara beğendirmek arzusundan kurtaran, yalnız iken hâlini muhafaza edebilen, bütün işlerinde Allah-u Teâlâ’ya tevekkül edendir,” buyurdu.
***
Ebû Abdullah Hüseyn bin Abdullah Subhî rahmetullahi aleyhiye:
“Bir kişinin dinde sağlam olduğu nasıl belli olur?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi:
“Allah-u Teâlâ’ya muhtaç olduğu inancında samîmî olduğunu isbât etmek ve Resûlullah aleyhisselatu vesselamın sünnet-i seniyyesine uymaktır. Bunların da mevcûdiyeti, şu dört şeyle bilinir:
1. Ahde vefa, 2. Haddîni bilip bunu muhafaza etmek, 3. Mevcûda rızâ gösterip kanâat etmek. 4. Olmayana sabretmek.”
***
Ebû Muhammed Abdullah bin Muhammed rahmetullahi aleyh buyurdu ki:
“Amellerin en üstünü: Allah-u Teâlâ’nın, lütuf ve ihsanlarını görebilmektir.”
***
“Kalbin Allah-u Teâlâ’dan başkasına meyletmesi, dünyadaki cezasının yaklaşmasının alâmetidir.”
***
Ebû Hasen Muhammed bin Sa’d Verrâk rahmetullahi aleyh:
“Allah-u Teâlâ’nın kuluna nasib eylediği şeylerin en üstünü takvâdır. Bütün hayırlar ve Allah-u Teâlâ’ya yakınlık sebebleri takvâdan doğar. Takvânın aslı, ihlâstır” buyurdu.
***
Ebû Hafs Ahmed bin Hamdân bin Ali Nişâbûrî hazretleri buyurdu ki:
“Kendisini gerçekten Allah-u Teâlâ’nın rızâsına vermiş olan kimsenin alâmeti; Allah-u Teâlâ’dan alıkoyacak şeyleri kendisine yüklememesidir.”
***
“Kişinin güzelliği, sözünün güzelliğindedir. Kişinin kemâli, işlerinin doğru ve samîmi olmasındadır.”
***
“Rabbini tanıyan kimse, O’na tazimde ve kullukta bulunur. Rabbine tazim edip kullukta bulunan kimseye, Allah-u Teâlâ’dan başka her şey küçük ve ehemmiyetsiz gelir.”
***
“Tevbeden gâfil olmak da günahtır.”
***
Ebû Ali Muhammed bin Abdülvehhâb Sekâfî, talebelerinden birisine nasihat edip;
“Doğru söz, doğru ve samimî amel, doğru ve samimî sevgi ve emânete sadâkatten ayrılma” buyurdu. Yine buyurdu ki:
“Allah-u Teâlâ, doğru ve şartlarına uygun yapılan amellerden, ihlâsla, sırf Allah rızâsı gözetilerek yapılanları ve sünnet-i seniyyeye uygun olanları kabûl eder.”
***
“Büyüklerin yanında hürmet ve edeb üzere bulunmayan, onların nazarlarının bereketinden ve onlardan elde edeceği fâidelerden mahrûm kalır. Ona, onların nûrlarından manevî güzelliklerinden hiçbir şey görünmez.”
***
“İlim, cehâletle ölmüş olan kalbi diriltici, zulmet ve karanlık sebebiyle göremez hâle gelmiş olan gözleri de nurlandırıcıdır.”
***
Ebû Muhammed Abdullah bin Muhammed Nişâbûrî buyurdu ki:
“Sen sözde kulluk iddiâsındasın, kul olduğunu söylüyorsun. Fakat hakîkatte, ilâhlık vasıflarını içinde gizliyorsun. Onlardan kurtulmadıkça hakîkî kul olamazsın.”
Yine, “Kim, kendi amelini insanların görmesini isterse, riyâkârın ta kendisidir” buyurdu.
***
Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed bin Sâlim Mısrî hazretleri buyurdu ki:
“Kişinin aklı, cömertliği ve hilmi (yumuşaklığı) ayıplarını örter.”
***
“İhlâs ile kalbden riyanın karanlığı, doğruluk ile yalanın karanlığı yok olur.”
***
“Nefsine muhalefet edip, onun Allah-u Teâlâ’nın rızâsına muhalif olan isteklerine uymayan kimseyi, Allah-u Teâlâ kendisine yakın olan kullarından yapar.”
***
Ebû Abdullah Muhammed bin Aliyyân Nesevî buyurdu ki:
“Dünyâya karşı zühd sahibi olmak, ahirete rağbetin anahtarıdır.”
***
“Evliyânın kerâmetlerinin ilki, takdîr-i ilâhî olarak insanların başına gelen belâ ve musibetlere rızâ göstermesidir.”
***
“Mürüvvet: dini muhafaza, nefsi korumak, mü’minlerin haklarını muhafaza edip, mevcûtla cömertlikte bulunmaktır.”
***
“Bir an bile, lütuf ve ihsânından ayrı kalmadığın, O Zât-ı vâcib-ül-vücûdü nasıl sevmezsin?”