‘Abdullah b. Mesud’
İslâm’ın ilk günleri… Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem ve sevgili arkadaşı Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu şehrin dışına çıkmışlar. İkisi de oldukça yorgun. Biraz ileride sürüsünün başında genç bir çoban görünüyor. İki arkadaş çobana yaklaşıp selam veriyorlar. Sonra Resuli Ekrem soruyor:
– Delikanlı, bize içirebileceğin sütün var mı? Çoban:
– Ben sütün sahibi değil, emanetçisiyim, diyor. Efendimiz:
– Öyleyse yavrusu olmayan, süt veremeyecek bir hayvanı göster bize, deyince çoban merak ediyor, sütü olmayan koyunu ne yapacaklar, diye. Ama yine de bir tanesini getirip önlerine koyuyor.
Allah Resulü Rabbine dua ediyor ve sonra hayvanın sütünü sağmaya başlıyor. Bir mucizeyi yaşayan genç çoban, peygamberin elinden süt içiyor. On yedi yaşındaki esmer, incecik delikanlı önce Müslüman oluyor sonra:
– Ya Resulallah, o okuduğun sözleri bana da öğretir misin? diye rica ediyor. Efendimiz delikanlının başını okşadıktan sonra şöyle buyuruyor:
– Sen mutlaka öğrenecek ve âlim olacaksın.(1)
Açıktan ilk o okudu
Peygamber Efendimizin yetiştirdiği en büyük âlimlerden birisi olan Abdullah b. Mesud radıyallahu anhu, işte böyle Müslüman oldu. Müslüman olduğunda, koca yeryüzünde sadece altı Müslüman vardı. Artık çobanlık yapmıyor, Allah Resulü’nün yanından ayrılmıyordu.
Zulmün bütün karanlığıyla hâkim olduğu günlerdi. Müşrikler, Allah diyen müminlere insaf etmiyor, zulmün bin bir çeşidini uyguluyorlardı. Fakat Müslümanlar vazgeçmiyordu.
Sahabeler bir gün aralarında dertleşiyorlar: “Şu müşrikler var ya, şunların karşısında Kur’ân okuyamadık, hakkı haykıramadık” diyorlardı. Rahman Suresi henüz nazil olmuştu. “Şöyle kabilesi güçlü, arkası kuvvetli biri çıksa da Kâbe’nin yanında halkın ortasında sesinin son gücüyle bu mübarek sureyi okusa!” Diye düşünüyorlardı.
Abdullah b. Mesud fırladı yerinden, “Kur’ân’ı, Kureyş’e ben duyuracağım” dedi. Arkadaşları: “Aman, bu senin işin değil. Senin kimin kimsen, hiçbir gücün yok, canından olursun” diye, mani olmaya çalışıyor ama Abdullah’ı durduramıyorlardı.
Mescidi Haram’ın tam ortasında, Kâbe’nin yanı başında, Hicr’de oturan Kureyş liderlerinin ve halkın gözü önünde bir yiğit meydana çıktı. Besmele çektikten sonra “er-Rahman!” diye haykırdı…
O okurken şehir susmuş, Kâbe’nin yüzü gülmüştü. İbrahim’in Beyt’inin önünde yeni bir destan yazılıyor, Kureyş’in Nemrutları, hayretler içerisinde birbirlerine bakıyorlardı. “Ümmü Abd’in oğlu neler söylüyor, yoksa Muhammed’in söylediği sözler mi bunlar?” Kureyş’in egemenleri hemen ayağa kalktılar, “Bu çocuk Kur’an okuyor” diye, Abdullah’ın üzerine saldırdılar.
Müşrikler Abdullah’ı yere düşürmüş döverken, Abdullah gücünün son noktasına kadar okumaya devam ediyordu. Kureyş’in öfkesi yatışıp Abdullah’ı bıraktığında, İbni Mesud’un yüzü gözü, tüm vücudu kanlar içinde kalmıştı. Arkadaşlarının yanına gitti.
Onu bu halde gören sahabeler hüzünle: “Biz senin başına bunun gelmesinden korkuyorduk” dediler. İbni Mesud ise: “Allah’ın düşmanları benim gözümde hiç bu kadar zavallı olmamışlardı. Vallahi, eğer isterseniz yarın yine gider, aynı şeyi tekrarlarım” diyerek, kararlılığını ortaya koydu. Allah Resulü’nden sonra yeryüzünde Kuran’ı açıkça ilk okuyan İbni Mesud olmuştu.(2)
En zor günler
Baskı ve şiddetin dayanılmaz bir hale geldiği günlerde Abdullah b. Mesud, bir grup arkadaşıyla birlikte Habeşistan’a hicret etti. Fakat kısa bir süre sonra Mekke’ye geri döndü. Zulmün şiddeti kat be kat artmıştı.
Artık müşrikler, Efendimiz aleyhisselama dahi en ağır işkenceleri reva görüyorlardı. Hele bir gün, Kâbe’nin yanında namaz kılmakta olan Peygamberimiz, secdeye vardığında başına deve işkembesi koymuşlardı. Allah Resulü başını kaldıramıyor; İbni Mesud çaresiz, elinden bir şey gelmiyordu. Müşrikler gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılırken, Abdullah’ın gözünden yaşlar süzülüyordu.(3)
Nihayet güneş doğup İslâm’ın nuru Medine ufuklarında parladığında, İbni Mesud Medine’ye hicret etti. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, ona ve annesine mescidin hemen yanında bir arsa verdi. Bazı müminlere de İbni Mesud ev yaparken ona yardım etmelerini emretti. Fakat o Müslümanlar, İbni Mesud’u hor görüp yardım etmeye yanaşmayınca, Allah Resulü çok öfkelendi: “Öyleyse Allah beni neden gönderdi? Allah içlerindeki zayıflara hakkını vermeyen bir toplumu yüceltmez” buyurdu.(4)
Efendimiz aleyhisselam, İbni Mesud’u muhacirlerden Zübeyr b. Avvam, ensardan ise Muaz b. Cebel ile kardeş ilan etti.(5)
Resul’ün yanı başında
Abdullah b. Mesud ve annesi, Resuli Ekrem’in aile fertleriydi sanki. Medine’ye yeni gelmiş olanlar onu ve annesini ehli beytten zannediyorlardı. Hiç kimse Allah Resulü’ne Abdullah b. Mesud kadar yakın değildi. O, Allah Resulü’ne hizmet ediyor, bir emri olur düşüncesiyle perdenin hemen gerisinde duruyordu.
Peygamberimiz bir yere gidip oturduğunda Abdullah b. Mesud, Efendimizin ayakkabılarını alıp koltuğunun altında tutuyor, kalkıp gideceğinde ise hemen koşup ayakkabılarını giydiriyordu. Efendimizin misvağını, yastığını İbni Mesud taşıyor; Allah Resulü yıkanırken havlusunu o tutuyordu. Efendimizin asası İbni Mesud’un elindeydi. Peygamber’in önünden yürüyüp odasına önce İbni Mesud giriyor, Resuli Ekrem’i uykusundan yine o uyandırıyordu. Abdullah b. Mesud, Son Peygamber’in en yakınındaki mesud bir kimseydi.
Abdullah b. Mesud, yüce Resulü hiçbir zaman terk etmedi. Efendimiz rahatsızlandığı zaman ziyaretine gidip durumunu gördüğünde, yüreğine derin bir acı düştü. Sonrasında, Allah Resulü’nün huzuruna arkadaşlarıyla birlikte vardığında, Resuli Ekrem onlara dua buyurdu. Abdullah ve arkadaşlarını karşısında gören Efendimiz, ağladı ve gözyaşları içerisinde dostlarına veda etti.(6)
Efendimizden sonra…
Allah Resulü’nün vefatından sonra İbni Mesud, İslâm’a hizmet etmeye devam etti. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu devrinde dinden dönenler, Medine’yi tehdit ettiğinde, şehrin savunmasında aktif görevler aldı. Hz. Ömer radıyallahu anhu döneminde, Suriye’nin fethine katılan İbni Mesud, Yermük Savaşı’nda artçı birlikleri komuta etti.
Hz. Ömer tarafından Kufe’ye hazinedar, kadı ve muallim olarak tayin edilen İbni Mesud, bu görevini uzun yıllar büyük bir başarıyla sürdürdü. Hz. Ömer, Kufe halkına gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: “Size; Ammar’ı vali, Abdullah’ı ise hem kadı hem de Ammar’ın yardımcısı olarak gönderiyorum. Onlar, Allah Resulü’nün seçkin sahabelerinden ve Bedir ashabındandır. Onlara itaat edin. Abdullah’ı size göndererek, sizi kendime tercih ediyorum.”
Bu ifadeler, Abdullah b. Mesud’un, Hz. Ömer’in nezdinde ne kadar kıymetli olduğunu göstermektedir.
Abdullah b. Mesud, Hz. Osman radıyallahu anhu döneminin sonlarında halife tarafından Medine’ye çağrılmış, dönüşte Ebu Zer Hazretleri’nin cenaze namazını kıldırmış, Medine’ye döndükten kısa bir süre sonra, hicretin otuz ikinci yılında vefat etmiştir. Abdullah b. Mesud’un cenaze namazını ,Hz. Osman’ın ya da Zübeyr b. Avvam’ın kıldırdığı rivayet edilmiştir.
Efendimizin yetiştirdiği âlim
Abdullah b. Mesud ahlakı ve yaşayışı ile Resulullah’a en çok benzeyen sahâbî idi. Onu bizzat Efendimiz yetiştirmişti. Resuli Ekrem bir defasında ondan bir hutbe vermesini istemiş, İbni Mesud da yaptığı konuşma ile Allah Resulü’nü memnun etmişti.
Resuli Ekrem, Abdullah b. Mesud’u pek severdi. “İstişare etmeden bir emir tayin etseydim İbni Ümmi Abd’i yani Abdullah b. Mesud’u tayin ederdim” der, kendisinden sonra İbni Mesud’un sözlerinin tutulmasını isterdi.
İbni Mesud, Efendimizden on ayet öğrenir, bu on ayeti iyice kavradıktan sonra hayata geçirir, ardından yeni bir on ayete geçerdi. O, benzeri bulunmayan bir âlimdi. Sahabenin ilmi onda toplanmış, ilmin doruğuna ulaşmıştı. Henüz Allah Resulü hayatta iken kadılık vazifesini yerine getirir, fetva verirdi.(7)
Efendimizin bir sözünü rivayet ettiği sırada yüzünün rengi değişir, vücudunu bir titreme alır, hata yaparım diye, derin bir endişe duyar, çok titiz davranırdı. Resulullah’ı hatırladığında yüreği titrer, talebelerine hadis rivayet ederken, dikkatli olmalarını tembih ederdi. O, insanlara perşembe günleri nasihat eder, daha fazla sohbet etmesini isteyenlere, Allah Resulü’nü örnek aldığını, halkı bıktırmak istemediğini söylerdi.
Kur’ân’ı en iyi
bilen sahâbî
İbni Mesud, Resuli Ekrem’in vefatından sonra, geride bıraktığı en büyük Kuran âlimiydi. Âdeta Kuran’ın tercümanıydı. Efendimiz aleyhisselam: “Kuran’ı şu dört kişiden öğreniniz” buyurmuş ve en başta İbni Mesud’un adını zikretmişti.(8)
Bir gece Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhum) ile birlikte yürürken, mescidde Kuran okuyan İbni Mesud’un sesini işitmiş, bir süre dinledikten sonra: “Her kim Kuran’ı nazil olduğu ilk tazeliği ile okumak isterse İbni Ümmi Abd (İbni Mesud) gibi okusun” buyurmuştu.(9)
Yetmiş sureyi bizzat Efendimizden öğrenen Abdullah b. Mesud şöyle derdi: “Yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nda nerede nazil olduğunu bilmediğim bir sure ve kimin hakkında indiğini bilmediğim bir ayet yoktur. Yine de Allah’ın Kitabı’nı benden daha iyi bilen birinin var olduğunu bilsem, hemen ayağına gider, ondan faydalanırdım.”(10)
Hanefi mezhebinin temeli
Dört halifeden sonra, ashabın en faziletlisi ve fakihi kabul edilen Abdullah b. Mesud, pek çok talebe yetiştirmiştir. Onun görüşleri, talebesi Alkame vasıtasıyla İbrahim en-Nehâî’ye, ondan Hammad b. Süleyman’a ve nihayet İmamı Azam Ebu Hanife’ye ulaşarak, Hanefi mezhebinin temelini oluşturmuştur.(13)
Geceleri ibadetle geçiren, arı vızıltısı gibi bir sesle sabahlara kadar dua eden, gözyaşları sebebiyle yüzünde iki siyah çizgi oluşan İbni Mesud, bembeyaz elbiseler giyer, saçlarını omuzlarına kadar uzatır, güzel kokular sürünür, geceleri dahi güzel kokusu sayesinde tanınırdı.
Notlar: 1-İbni Sa’d, Tabakât, III,150151; İbni Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 385. 2- İbni Hişam, Sîre, I, 336; İbni Hacer ,el-İsâbe, IV, 234. 3- Buhârî, Salât 109; Cihad 98; Müslim, Cihad 107. 4- İbni Sa’d, Tabakât, III, 152. 5- İbni Hişam, I, 504; İbni Sa’d, III, 152. 6-İbni Sa’d, Tabakât, II, 256257; Heysemi, IX, 25. 7- Kettani, Hz. Peygamberin Yönetimi, I, 196,418. 8- Buhârî, Fezailu Ashab 27; Ebu Nuaym, Hilye, I,176. 9-İbni Mace, Mukaddime 11; Amed, Müsned, I, 7, 26. 10-Buhârî, Fezâilu’l-Kuran 8; Müslim, Fezâilu’sSahabe, 115. 11-Buhârî, Fezâilu’l-Kuran, 334; Müslim, Müsafirîn, 247. 12-İbni Sa’d,Tabakât, III, 155; İbni Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 388. 13-Kettani, Hz. Peygamberin Yönetimi, II, 493.