Araştırmaları onu İslam’la kurtuluşa götürdü…

  • 05 Ocak 2018
  • 1.160 kez görüntülendi.
Araştırmaları onu İslam’la kurtuluşa götürdü…
REKLAM ALANI

Hıristiyanken
ateist olması

Ben, İngiltere’de Hıristiyan olarak doğdum. Vaftiz edildim ve bugün elimizde bulunan İncil’de yazılı olanları öğrenerek büyüdüm. Çocukken kiliseye gittiğim zaman, muhtelif ışıklar, minberde yanan mumlar, müzik, günnük kokuları ve muhteşem elbiseler giymiş rahipler, üzerimde büyük bir tesir yapıyordu.

 

REKLAM ALANI

Anlamını hiç anlayamadığım dualar okunurken, bunların ahengi beni ürpertiyordu. Sanırım, çocukluk zamanımda, ben koyu bir Hıristiyan’dım. Fakat zaman geçtikçe ve benim tahsil derecem yükseldikçe, kafamda bazı sorular ortaya çıkmaya başladı. O zamana kadar tam inandığım Hıristiyanlık dininde, bazı eksiklikler ve yanlışlar bulmağa başladım. Gün geçtikçe içimdeki şüphelerin arttığını görüyordum. Yavaş yavaş Hıristiyanlıktan uzaklaşmağa başladım. Öyle ki artık, hiç bir dine inanmıyordum.

 

Kilisenin çocukken beni kendisine hayrân eden o muhteşem manzarası, bir hayâl gibi gözümün önünden uçup gitmişti. Okuldan mezun olduğumuz sene, tam anlamıyla bir dinsiz (ateist) olmuştum. Fakat bir müddet sonra, farkına vardım ki hiç bir şeye inanmamak, insanın ruhunda derin bir ümitsizlik, zafiyet, boşluk bırakmaktadır. İnsanın muhakkak bir sığınacağı, bir dayanağa ihtiyacı vardır. Bunun üzerine, başka dinleri incelemeye başladım.

 

Önce Budizm’i araştırdım. Onların üzerinde durdukları esasları iyice tetkik ettim. Bu esaslarda çok derin felsefe ve çok güzel nasihatler vardı. Ama insana ne doğru bir yol gösteriyor ne de doğru yolu seçebilmek için lüzumlu bilgileri veriyordu.

 

Bu sefer Mecusîliği incelemeye başladım. Ben, üç tanrılı bir dinden kaçarken, bu dinde de karşıma birçok tanrı çıktığını gördüm. Sonra bu din, o kadar inanılmaz efsaneler, hurafelerle doldurulmuştu ki, böyle bir dini kabul etmenin imkânı yoktu.

 

Bundan sonra Yahudiliği incelemeğe başladım. Yahudilik benim için yeni bir din sayılmazdı. Çünkü Kitabı-ı Mukaddes’in “Ahd-i Atik” denilen eski kısmı, tamamen Yahudilerin Tevrat’ından alınmıştı. Fakat Yahudilik de beni tatmin edemedi. Evet, Yahudiler tek Allah’a inanıyorlardı ve ben bunu çok doğru buluyordum. Fakat ondan sonra, her şeyi inkâr ediyorlar ve Yahûdi dini, bir rehber olacak yerde, türlü karışık ibâdet şekilleri ve merâsimlerle dolu bir hâl alıyordu.

 

Dostlarımdan biri bana ruhçuluk ile meşgul olmamı tavsiye etti. “Ruhlarla konuşmak, din yerine geçer!” diyordu. Bu beni hiç tatmin etmedi. Çünkü ruhçuluğun insanın kendi kendini hipnotize etmesinden başka bir şey olmadığını, insan ruhunu hiç bir zaman tatmin edemeyeceğini çok kısa süre de anlamıştım.

 

İslâm’la tanışması

İkinci dünya savaşı sona ermişti. Ben bir ofiste çalışmaya başladım. Fakat hala ruhum bir din arıyordu. Bir gün gazetede bir ilan gördüm. İsa aleyhisselam ve teslis hakkında bir konferans verileceği ve bu konferansa her dinden adamların katılacağı yazıyordu. Konferansı çok merak ettim. Çünkü orada İsa aleyhisselamın Allah’ın oğlu olup olmadığı tartışılacaktı. Konferansa katıldım ve orada bir Müslümanla tanıştım.

 

Bu Müslüman, kendisine sorduğum sorulara o kadar güzel, o kadar mantıklı cevaplar verdi ki, o zamana kadar, hiç aklıma gelmediği halde, İslâmiyet’i araştırmaya karar verdim ve Müslümanların kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim’i okumağa başladım.

 

Bu kitapla beyan edilen hükümlerin, 20. asırdaki birçok tanınmış devlet adamının açıklamalarından çok daha yüksek olduğunu, büyük bir hayret ve takdir ile görüyordum. Bu sözleri hiç bir insan söyleyemezdi. Onun için vakti ile bize öğrettikleri gibi “İslâm dini yalandır. Kur’an uydurma bir kitaptır” sözüne artık inanmıyordum. Kur’an-ı Kerim uydurma bir kitap olamazdı. Bu kadar mükemmel sözleri, ancak insanüstü bir varlık söyleyebilirdi.

 

Ben, hala tereddüt ediyordum. İslâmiyet’i kabul etmiş İngiliz hanımlarla görüştüm. Onlardan yardım istedim. Bana kitaplar tavsiye ettiler. Bu kitaplar arasında Muhammed “sallallahu aleyhi ve sellem” ile İsa aleyhisselamı kıyaslayan “Mohammed and Christ” adlı kitapla, İslâm dinini izah eden “The Religion of İslam” adlı eserler vardı.

 

Hıristiyanlığın Kaynakları (The Sources of Christianity) isminde diğer bir kitapta ise Hıristiyanlıkta bulunan birçok ibadetlerin, ilkel insanların ibadet usullerinden alındığı ve hakikatte şimdiki Hıristiyanlığın bir puta tapmak dini olduğu çok açık bir tarzda anlatılıyordu.

 

Kur’an-ı Kerim’i ilk okuduğum zaman çok etkilendim ve içinde pek çok tekrarlar olduğunu gördüm. Şunu bilinmelidir ki, Kur’an-ı Kerim insana yavaş yavaş tesir ve etki eden bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim’i iyi anlamak ve ona bağlanmak için onu birçok defalar okumak lazımdır.

Ben de okudukça bu mukaddes kitaba bağlandım.

 

O kadar ki, her gece, onu okumadan uyuyamıyordum. Benim üzerimde en büyük tesir yapan hususlardan birisi de Kur’an-ı Kerim’in insanlara mükemmel bir rehber oluşuydu. Kur’an-ı Kerim’de bir insanın anlayamayacağı tek şey yoktu.

Müslümanlar Peygamberlerini bir beşer olarak kabul ediyorlardı. Peygamberlerin diğer insanlardan farkı, bunların çok yüksek akıl ve ahlâk sâhibi, günahsız ve kusursuz olmaları idi. Onları Allah’a ortak koşmuyorlardı. Hz. Muhammed aleyhisselamdan sonra, artık hiçbir Peygamber gelmeyeceği bildiriliyordu. Ben buna itiraz ettim:

– Niçin başka bir Peygamber gelmeyecek? diye sordum. O zaman, Müslüman kadınlardan birisi bana bu konuyu şöyle açıkladı: “Müslümanların kutsî kitabı olan Kur’an-ı Kerim, bir insana lâzım olan bütün iyi ahlâkı, dini esasları, Allahu Teâlâ’nın rızasına kavuşturan yolu, dünyada ve ahirette huzur ve selâmete vasıl olmak için lâzım olan bilgileri insanlara öğretmektedir. Artık insanların başka bir rehbere, başka bir Peygambere ihtiyaçları kalmamıştır.”

 

İslâm’da çok
eşlilik meselesi

Bu sözlerin çok doğru olduğu şundan bellidir ki, aradan on dört asır geçtiği halde, Kuran-ı Kerim’in esasları hiç değişmeden, bugünkü hayat tarzına ve bugünkü ilim seviyesine hitap etmektedir. Fakat ben hâlâ kararsızdım. Çünkü aradan 14 asır geçmişti ve biz 1954 senesinde bulunuyorduk. Acaba 571 senesinde doğmuş olan Muhammed aleyhisselamın bildirdiği İslâmiyet’in içinde bugünkü şartlara uymayan tek bir nokta yok muydu?

 

Büyük bir titizlikle, İslâmiyet’te kusurlar aramağa başladım. Ruhumun İslâmiyet’e tamamen inanmış olmasına ve bu dinin hak din olduğu gözümün önünde canlanmasına rağmen, onda hala kusur arayışım, muhakkak çocukken bize papazlar tarafından hâşâ İslâmiyet’in çok kusurlu, adî, bâtıl bir din olduğu hakkında yapılan telkinlerden ileri geliyordu.

 

Evvelâ poligami (birkaç kadınla evlenme) bahsini buldum. İşte, mühim bir kusuru yakalamıştım. Nasıl olur da bir erkek dört kadın ile evlenebilirdi?…

 

Yukarıda kendisinden bahsettiğim Müslüman arkadaşım, bunu kendisine sorunca, bana izah etti ki, İslâmiyet ilk yayıldığı zaman, Arabistan’da her erkek, istediği kadar kadınla birlikte yaşıyor ve onlara karşı hiç bir mesuliyeti bulunmuyordu. İslâm dini, kadının sosyal mevkisini ıslah etmek için bir erkeğin alabileceği kadın miktarını çok azaltmış ve ona bu kadınlara bakmayı, aralarında adaleti temin etmeyi, onlardan ayrılırsa kendilerine tazminat vermeği emretmişti. Sonra, kimsesiz kalan kadınlar, bu sayede bir aileye, o ailenin bir ferdi gibi katılabiliyor, bir esir muamelesi görmüyorlardı.

 

Ayrıca, bir erkek için dört kadın almak bir emir değildi. Şartlarını yerine getirebilecekler için bir izindi. Bu şartları yapamayacaklar için birden fazla evliliğe izin yoktu. Ayrıca tek eşli evlilik tavsiye ediliyordu. Bunun içindir ki, birçok erkeğin ancak bir zevcesi vardı. Dörde kadar kadın almağa ancak müsamaha ediliyor, yani izin veriliyordu.

 

Hâlbuki Amerika’daki Mormonlar, her erkeği birkaç kadın almak için zorluyorlardı. Müslüman arkadaşım, “Acaba İngiltere’de, İngiliz erkekleri tek kadınla mı yaşarlar?” diye sordu. Yüzüm kızararak itiraf ettim ki, bugün Batılı erkekler, evlenmeden evvel, hatta evlendikten sonra bile, birçok kadınla düşüp kalkmaya devam ederler.

 

Sonra, Müslüman arkadaşımın söylediği sözler, kocasını iş kazalarında, savaşta kaybetmiş ve kimsesiz kalmış zavallı bir genç kadının, bir erkeğin himayesine girme ihtiyacını hatırlattı. 2. Dünya savaşı bittiği zaman, İngiliz radyosunda (Dear Sir) adlı programda, bir zavallı İngiliz kadının şöyle feryat ettiği aklıma geldi.

 

Zavallı genç kadın şöyle yalvarıyordu: “Genç bir kadınım. Kocamı savaşta kaybettim. Şimdi kimsesiz kaldım. Korunmaya ihtiyacım var. İyi huylu bir adamın ikinci karısı olmağa ve birinci karısını başımda taşımağa razıyım. Yeter ki, bu yalnızlıktan kurtulayım.”

 

Bu da gösteriyor ki, İslâm’da çok eşlilik, yani poligami bir ihtiyacı karşılamak içindir. Bu bir emir değil, ancak bir izindir. Bu gün, esasen işsizlikten, fakirlikten, çok yeri kalmamış gibidir. O hâlde, bunu İslâm’ın bir kusuru olarak kabul etmeme imkân kalmamıştı.

 

Neden namaz
beş vakit?

Sonra başka bir kusur daha bulduğumu zannettim. Müslüman kadına,

– Günde beş defa ibadet etmek, bugünkü hayat tarzımıza nasıl uyar? Bu kadar ibadet, fazla gelmez mi? diye sordum. O gülümseyerek, bana şu suali sordu;
– Sizin piyano çaldığınızı duyuyorum. Musikiye meraklı mısınız?
– Hem de çok, diye cevap verdim.

– Pekâlâ, her gün egzersiz yapar mısınız?
– Tabi, işten eve gelir gelmez her gün, hiç olmazsa iki saat piyano çalarım, diye cevap verdim. Bunun üzerine, Müslüman kadın,

– Beşi bir arada, nihâyet yarım sâat veyâ 45 dakika sürecek olan bir ibâdet, size niçin çok geliyor? Siz nasıl piyano egzersizlerini yapmazsanız, piyano çalmak kudretiniz azalırsa, Allahu Teâlâ’yı düşünmek, Ona secde ederek lütuflarına şükür etmek azaldıkça, Ona giden yol uzaklaşır. Hâlbuki her gün yapılan ibâdet, Allahu Teâlâ’nın doğru yolunda adım adım ilerlemek demektir, diye cevap verdi.

 

Ne kadar haklıydı! Her Müslüman’ın, Allahu Teâlâ’yı çok hatırlaması, kalbine Allah sevgisini yerleştirmesi lâzımdır. Kalp, Beytullah’dır. Bir eve sahibi sokulmazsa eve de sahibine de düşmanlık olur. Beş vakit namaz, insanı bu felâketden kurtarmaktadır. Dünya işlerine, dünyanın geçici zevklerine dalarak, Allah’ı unutan insana, namaz, Rabbini hatırlatmaktadır.

 

Artık Müslümanlığı kabul etmeme bir engel kalmamıştı. Ben İslâm dinini bütün ruhum, bütün maneviyatım ile kabul ettim. Gördüğünüz gibi, onu öyle ilk bakışta ve hiç düşünmeksizin seçmemiş, aksine, onu ancak iyice tetkikten, hatta içinde kusurları arayıp bunların cevabını bulduktan ve bu dinin her bakımdan tam ve mükemmel olduğunu anladıktan sonra Müslüman olmuştum. Şimdi, Müslüman olmakla iftihâr ediyorum.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ