TARİHTE BU AY / Kudüs’ün Haçlı İşgalinden Kurtarılışı
TARİHTE BU AY
Kudüs’ün Haçlı İşgalinden Kurtarılışı
Gülistan Araştırma
2 Ekim tarihi, İslam tarihinin en önemli olaylarından birinin yıldönümüdür. 1187 yılının Ekim ayında Selâhaddin Eyyûbî’nin Kudüs’ü 88 yıllık Haçlı işgalinden kurtarması, unutmamamız gereken hadiselerden biridir. Bilhassa Mescid-i Aksa’nın düşman çizmeleri altında ezildiği bu günlerde İslam dünyasının bu hadiseyi gerektiği gibi gündemde tutmaması çok acıdır.
Bilindiği gibi Peygamberler şehri Kudüs’ün müslümanlar için önemi çok büyüktür. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin İsrâ ve Mirâc mucizelerinin gerçekleştiği Kudüs şehri, ilk defa Hz. Ömer radıyallahu anh döneminde fethedilmiş ve o günden 1099 yılına kadar Müslümanların elinde kalmıştır. Bu tarihte bölgeyi istila eden Haçlı orduları hem müslümanlara hem yahudilere yönelik günlerce süren katliamlar gerçekleştirmişler ve bölgede irili ufaklı Haçlı devletçikleri kurmuşlardı. Bunlardan biri de Kudüs’te kurulmuş olan Kudüs Haçlı Kontluğu’ydu.
İslâm dünyasını yasa boğan bu olay bütün şuurlu Müslümanlar gibi Büyük Selçuklular’ın Haleb Atabeyi Nûreddîn Zengî için de büyük bir üzüntü kaynağıydı. Hatta Kudüs’ün yeniden fethedilmesi onun hayatının gayesi olmuştu. Bunun için fethedildiği zaman Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere sanat değeri yüksek bir ahşap minber yaptırmıştı ve Halep’te yanında tutuyordu.
Musullu Molla Ömer rahmetullahi aleyh adlı bir şeyhe intisap etmiş olan Nûreddîn Zengî, onun dergâhından istifade eden zühd ve takva sahibi bir müslümandı. Selâhaddin Eyyûbî de onun komutan ve valilerinden biri olarak aynı idealleri taşıyan bir mücahitti.
“Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim?” diyen Selâhaddin Eyyûbî’nin, Haçlı işgaline son verip yeniden Kudüs semalarında ezan okununcaya kadar güldüğü görülmemiştir.
Selâhaddin Eyyûbî Kimdir?
Selâhaddin Eyyûbî rahmetullahi aleyh İslâm Tarihi’nin yetiştirdiği, insanlığın semasını süsleyen yıldız şahsiyetlerden biridir. Müslümanların gönüllerinde taht kurup, silinmez izler bırakan Selâhaddin Eyyûbî önde gelen bir ailenin çocuğu olarak Miladi 1138 yılında Tikrit’te doğdu. Ailesinin kökeninin Yemen Araplarına dayandığı, Basra’dan Azerbaycan’a göç eden bu ailenin önce Kürt aşiretleriyle kaynaşıp sonra Türkmenlerle evlilikler yaptığı bilinmektedir.
Babası Necmeddin Eyyub’un Selçuklu atabeyi, İmadeddin Zengî’nin çağrısına uyarak Suriye’ye göçmesinden sonra Selahaddin de buranın manevi atmosferinde yetişti. Babasının vali olarak atandığı Baalbek ve Şam’da büyüyen Selâhaddin, tam bir şehzade gibi yetiştirildi, iyi bir tahsil aldı.
Askeri eğitimin yanı sıra dini derslere meraklıydı. Sanatla ve mantık, felsefe, sosyoloji ve tarih ilimleri ile de meşgul oldu. Bilhassa Şam’daki Dar’ul-Hadis’den (Hadis Üniversitesi) mezun oldu. Arapça, Farsça, Kürtçe ve Türkçe dillerini biliyordu.
Selâhaddin Eyyûbî iyi bir komutan olan amcasının yanında haçlılara karşı yapılan savaşlara katıldı. Mısır seferlerinde başarı göstererek iyi bir komutan ve devlet adamı olarak ön plana çıktı.
O dönemde Mısır’da Fâtimî idaresi hüküm sürüyordu. Büyük Selçuklu Devletinin en büyük hedeflerinden biri İslam aleminde birliği sağlamaktı.
Nûreddîn Zengî, Müslümanları tek çatı altında toplayabilmek ve yine Haçlılara kalıcı darbeler indirebilmek için Mısır’daki Şiî-Fâtimî devletine son verilmesi gerektiğini düşünmekteydi. Çünkü Mısır’daki yönetim, içerde Ehli Sünnet mensuplarına göz açtırmadığı gibi dış siyasetini de Ehli Sünnet mensubu devlet ve beyliklere zarar vermek üzere kurmuştu. Gerektiğinde bu uğurda Haçlılarla iş birliği yapabilmekteydi.
Bu sıralarda I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Kudüs Krallığı gözünü Mısır’a dikmişti. O dönemin şartları Mısır’ın Haçlılar tarafından ele geçilmesi noktasında çok tehlikeliydi. Mısır’daki Fâtimîler devletinin iç siyaseti karışıklıklar içindeydi.
Fâtimî idaresinin veziri Şaver, bir saray darbesi sonucu rakibine yenilip vezirlikten olunca gizlice Şam’a, Nureddin Mahmud Zengî’nin yanına gitti ve ondan yardım istedi. Nureddin Zengî bu olayı fırsat bilerek İslam dünyasındaki iki başlılık problemini halledip Müslümanları yeniden tek çatı altında birleştirmeye karar verdi. Selâhaddin Eyyûbî’nin amcası Şirkuh’u komutan olarak bölgeye gönderdi.
İslam Birliğini Sağladı
Selâhaddin Eyyûbî bu sırada idarecilikten ziyade dini ilimler ve tasavvufla ilgilenmek istiyordu. Ancak kaderi onu vazife başına çağırıyordu.
Fâtimî idaresi, Selçuklu Sultanı’ndan çekinerek bölgeye gönderilmiş olan Şirkuh’u vezirliğe kabul etti ve böylece Şirkuh hem Fâtimî’lerin hem Selçukluların tayin ettiği bir devlet adamı olarak göreve başladı. Amcası Şirkuh’un ölümünün ardından aynı göreve Selâhaddin Eyyûbî tayin edildi. Bu dönemde naib sıfatıyla Mısır’ı müstakil bir hükümdar gibi yönetmeye başladı.
Haçlılar Mısır’ı ele geçirmek üzere Avrupa’dan ve Bizans’tan takviye kuvvet istediler. Selâhaddin Eyyûbî ise, Haçlılara karşı Selçuklulardan yardım istedi ve Mısır’a saldıran Haçlıları geri çekilmeye mecbur bıraktı.
Fâtimî Halifesi ölünce idareyi tamamen eline alan Selâhaddin Eyyûbî, tekrar harekete geçip İskenderiyye’ye çıkarma yapan haçlı ordularına karşı büyük zafer kazandı. Mısır’daki hakimiyetini güçlendiren Selâhaddin, orduyu yeniden teşkilatlandırdı; sünni medreseler ve kurumlar kurdu.
Tarih 1171 yılını gösterdiğinde ise Nureddin Zengî’nin emri ile Fâtimî hilafetine son vererek İslam birliğini sağladı. Selâhaddîn’in Haçlılara karşı başlattığı cihad hareketi bölgedeki bütün Müslüman halkların onun etrafında birleşmesine yardımcı oluyordu.
Bağdat’taki Abbasi halifeliğine bağlılığını ilan eden Selâhaddin Eyyûbî, Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Böylece İslam dünyasındaki iki başlılık son bulduğu gibi Haçlılara karşı savaşta müslümanlar birliğe kavuşmuş oldu.
Bu sırada Selçuklu atabeği vefat etmiş ve Suriye’de iç karışıklıklar başlamıştı. Kudüs’ü ellerinde tutan Haçlılar bundan yararlanarak Humus’u kuşatmıştı. Selâhaddin Eyyûbî Humus önlerine geldiği sırada Haçlılar şehri ele geçirmişti.
Selâhaddin, sağlığı boyunca Selçuklu atabeği Nureddin Mahmud Zengi’ye bağlı kaldı. Vefat etmesi üzerine dul eşi İsmedüddin Hatun ile evlenen Selâhaddin Eyyûbî bölgedeki düzensiz kuvvetleri birleştirerek disiplin altına aldı ve askeri güç dengesini kendi lehine çevirdi.
Onun cihat gayretini gören Abbasi Halifesi, 1175’te saltanatını tasdik etti. Bundan sonra Selâhaddin, halk arasına yayılmak istenen sapık itikat ve fırkalarla mücadele ederek ehl-i sünnet akidesini yerleştirdi. Kuvvetli bir yönetim kurunca, Haçlılara karşı, Filistin Seferine çıktı. Yaptığı askerî harekâtlarla pek çok Haçlı reisini esir aldı. Adım adım bölge kalelerini zaptetti.
Selâhaddin Eyyûbî, Ortadoğu’dan Haçlıları söküp atmak için, 1180’de büyük bir faaliyet içine girdi. Mısır’dan ve Suriye’den de asker toplamaya başladı.
1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye çalıştı ve müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelerine büyük katkı sağladı. Bundan sonra bütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına karşı cihada yöneldi.
Haçlılar da büyük bir ordu topladılar. Selâhaddin Eyyûbî, 1187’de Taberiye şehrini fethetti. Hattin’e gelen Haçlıları, büyük bir bozguna uğrattı.
Nihayet Selâhaddin Eyyûbî, Birinci Haçlı Seferinden beri Haçlıların işgali altında tutulan Kudüs şehrine doğru yola çıktı. Şehrin muhasarasında mancınık gibi savaş teknolojileri kullandı. Haçlılar, 1187 Ekim’inde teslim olmaya mecbur kaldı.
Bu askeri seferler sırasında yalnızca birkaç hafta içinde 52 şehri fethetti ve 20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşattı. Miraç mucizesinin yıl dönümü olan 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs fethedildi.
Selâhaddin Eyyûbî, Kudüs şehrini teslim alınca; Haçlıların yaptığı gibi katliam yapmadı. Zengin Haçlıları kurtuluş akçesiyle serbest bırakıp, fakirlerini affetti. Kudüs’te kalmak isteyenlere de, cizye ödemek şartıyla müsaade etti. Haçlı kral ve ileri gelen reislerinin çoğunu esir aldı. Yıllardan beri Müslümanlara çok zulüm eden Haçlı kumandanlarını cezalandırdı.
Kudüs’ün, 88 yıl sonra tekrar Müslümanların eline geçmesi, İslam alemini çok sevindirdi. Fethin ardından Kubbetü’s Sahra’daki haç indirildi ve 88 yıl okunmayan ezan, yeniden Kudüs semalarında yankılanmaya başladı.
Selâhaddin Eyyûbî, Haçlılarca tahrip edilen Mescid-i Aksa’yı kendi elleriyle süpürdü; gül yağı katılmış sularla yıkadı. Haçlıların tahrip ettiği şehri, yeniden imar etmeye başladı. Haçlı katliam ve tahribatının izlerini silmeye çalıştı.
Bölgenin Manevi İmarına Girişti
Kısa hayatına uzun ve faziletli faaliyetler sığdırarak insanlığın yüz akı olan Selâhaddin Eyyûbî her bakımdan fazilet timsali olan bu müstesna büyüklerden birisiydi. Yalnızca başarılı bir komutan değil aynı zamanda örnek bir devlet adamı olan Selâhaddin Eyyûbî, ilmin ve alimlerin, sanatın ve sanatkarların koruyucusuydu. Aynı zamanda düşmanına bile şefkatle davranacak kadar gönül ehliydi.
Selâhaddin Eyyûbî Hazretleri gerek Mısır’da gerek idaresi kendisine nasip olan diğer yerlerde Müslümanların zühdden, ibadetten uzaklaştıklarına şahitlik ediyordu. Bölgede zenginler ve üst düzey memurların Ramazan ayında geceleri Hıristiyanlarla içki içip gündüz yemek yediği, zina ve diğer günahlara daldığı biliniyordu.
Selâhaddin Eyyûbî bu manzara karşısında bölgenin yeniden manevi ihyası için babası ve ailesini yanına çağırdı. Halkı içine düştükleri bu halden kurtarmak için medreselerle donatıp, medreselerin yanı başına da sofiler için hankâhlar (dergahlar) inşa ederek bu yozlaşmaya karşı ilim ve maneviyat erlerinden oluşan bir yapıyla tedbir aldı.
Selâhaddin Eyyûbî rahmetullahi aleyh, Mısır’dan sonra Şam’ı da medrese ve hânkahlarla donatmış, Kudüs’ü fethettikten sonra Mescid-i Aksa’nın yanı başındaki Saint Anna Kilisesi’ni medrese yapmış, yanı başındaki patrik evini ise sofiler için dergâha çevirmişti.
Bununla birlikte Selâhaddin Eyyûbî Hazretleri, tasavvuf adına batıni sapmalara, tasavvufu karmaşık bir felsefe haline getirenlere alabildiğine karşıydı, onlar için alabildiğine tavizsizdi. Onun taraf olduğu tasavvuf toplumu ıslah eden, batinilikten uzak, ehl-i sünnet yolundaki tasavvuftu.
Hemen hemen bütün ömrü cihad meydanlarında geçen, Ortadoğu’dan Haçlıları söküp atan ve İslâm dünyâsının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren Mücâhid Sultan, ilk defa gideceği hac yolunda vefat etti. Şam’da vefât ettiğinde, arkasında kabrini yaptıracak bir servet bırakmamıştı.
Allah-u Zülcelâl şefaatine nail eylesin. Bu ümmetin başına yeniden Selâhaddinlerin geçmesini ve Mescid-i Aksa’nın yeniden hürriyetine kavuşmasını nasip eylesin. Amin.