Âşıkların Hikâyesi, Muhabbetin Belgesidir!

  • 05 Nisan 2015
  • 1.373 kez görüntülendi.
Âşıkların Hikâyesi, Muhabbetin Belgesidir!
REKLAM ALANI

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem daha önceki peygamberlere verilmemiş beş şeyin, yalnızca kendisine verildiğinden haber vermiş, “Her peygamber kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise kızıl ve siyah bütün insanlara gönderildim.”(Buhari, Nesâî, Ahmed b. Hanbel-Müsned) buyurarak tüm zaman ve mekânların efendisi olduğunu bildirmişti.

Aleyhissâlâtü vesselam Efendimiz, peygamberlik ile vazifeli kılındığı zaman Arabistan yarımadasında türlü ahlaksızlıklar, haksızlıklar, canilikler kol geziyordu. Vakit hiç olmadığı gibi o zaman da durmamış, 23 yıllık peygamberlik vazifesinde de zaman geçmiş, ömrünün sonlarına yaklaştığı bir dönemde 120 bine yakın ashabına bir hutbe irad ederek, vazifesini ifa ettiğine dair onlardan şehadet almış idi. (Bkz: Veda Hutbesi)

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ahirete irtihali ile arkasında binlerce yıl devam edecek, koca bir ümmet bırakmıştı. Ümmet-i Davet ve Ümmet-i İcabet tanımlarıyla taksime tabi tutulan Ümmet-i Muhammed’den vicdan sahibi herkes, O’nun insanlık tarihinde eşsiz bir konumda olduğunu kabul ve tasdik etmek zorunda kalmıştı. Ümmet-i Muhammed’den İslam ile şereflenmek payesine erişenler ona olan muhabbetlerini dile getirmekte kifayetsiz kalmışlar, İslâm ile şereflenmeyenlerden vicdan sahibi kimseler ise onu methetmek, hakkını teslim etmek zorunda kalmışlardı.

REKLAM ALANI

Peki, insanlık tarihi için eşsiz bir kıymet-i haiz Allah Rasulüne olan muhabbet nasıl idi? Ona olan muhabbetin sebebi ne idi? Asırlar sonrasında, Efendimiz aleyhissalatu vesselama gönülden sevdalı olan, “muhibbânın hikayesi” bize ne anlatır? Bizler asırlar sonra o yüce Peygamberin ümmeti olarak muhabbetimizi nasıl muhafaza eder, nasıl ispat ederiz? O’na muhabbet ve ona olan sevda neden önemlidir?

Hz. Ömer kıssasından
imanî bir vecibeye

Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh, Hazreti Peygamberin huzurunda idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme onu çok sevdiğini söylemişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin, “Annenden, babandan, evladından, eşinden, malından ve mülkünden de mi çok?”sorularına hep, “Evet” diyerek cevap vermişti. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem, bu defa “Nefsinden de çok seviyor musun?”sorusuna evet diyememişti. “Hayır Ya Rasulallah, seni nefsimden daha çok sevmiyorum” diyerek mukabele etmişti. Bunun üzerine Allah Rasülü’nün, “Eğer ben sana nefsinden bile daha sevimli olmazsam kâmil bir imana ermiş olamazsın” cevabı, Hz. Ömer radıyallahu anhı derin hüzne gark etmişti. O kimseyi kandırmazdı zira. Karşısındaki de yüce peygamberdi. Bu vakte kadar hayatının birçok parçası ile kıyaslamış, O’nun için nelerden vazgeçebileceğinin cevabını vermişti kendisine. Ancak nefsini hiç o kıyasa dâhil etmemiş, bunun cevabını o vakte kadar almamıştı. Bu defa bu soruyu Allah Rasulü sormuş, bunun üzerine sorunun cevabı için gerekli muhasebeyi yapmış ve karar vermişti. Allah Rasülü’ne cevabını, “Ya Rasulallah, şimdi seni nefsimden de çok seviyorum” diyerek yenilemişti.

Şimdi belki hepimizin daha önce duymuş olduğu bu olay üzerine biraz düşünelim. Bir peygamber ki, Âlemlere Rahmet olmasına rağmen hayatının her anı tevazuu örnekleri ile dolu. Bir peygamber ki, dünyalık adına hiçbir şey istememiş ama kendisinin her şeyden çok sevilmesini istiyor. Öyle ki, “Canından bile çok seveceksin” diyor. Birisi, kendisini sevmemeniz karşılığında sizi en kıymet verdiğiniz şeylerden mahrum olmakla ikaz ediyor. Ne düşünürdünüz? Bunu, Allah Rasülünün yapmış olmasını okurken tek bir yanıt olduğunu görüyoruz: Onu her şeyden çok sevmek, imanî bir vecibedir ve o Allah’ın elçisi olmak vazifesinde bunu tebliğ etmekle mükelleftir.

Hayatî bir ölçü

Oysa modern zamanlar onun kıymetini küçültmeye çalışırken Onu sevdiğimizi, Onu ahlakı ile dünyaya getirdiği saadet ile insanlığın terakkisindeki payı ile savunur olduk. Evet, Efendimiz çok yüce bir ahlak sahibi idi, Onu bunun için sevelim; bize bu dini getirdi, onun için sevelim; tüm insanî vasıflarında pek yüce bir makamda idi Onu, bunun için sevelim… Ama unutmayalım ki onu sevmek, evvela bizim iman ediyor oluşumuzun bir gereği!

Öyle çok sevdiler ki…

 

Abdullah İbni Zeyd veya bir başka sahabî, bir gün Efendimizin meclisine gelip oturdu. Onun hüzünlü hali Peygamber Efendimizin dikkatini çekti.

– Hayrola, niçin bu kadar üzgünsün? Diye sordu. Abdullah İbni Zeyd:

– Bir mesele zihnimi meşgul etti de onun için, diye cevap verdi.

– Nedir seni bu kadar düşündüren mesele? Diye sordu. Sahabi dedi ki:

– Ya Resûlullah! Canımız isteyince kalkıp yanına geliyoruz. Mübarek yüzüne bakıp ferahlıyoruz. Yarın ahirette Sen peygamberlerin meclisine yükselecek, onlarla beraber olacaksın. Biz ise Senden, senin sohbetinden mahrum kalacağız!

 

Peygamber Efendimiz mübarek başını eğip bekledi. Cebrail aleyhisselam bu defa, sadece o âşık sahabinin yanık yüreğine değil daha sonraki çağlarda gelecek müminlerin gönüllerini bir bahar yağmuru gibi yaşama arzusu serpeleyen şu âyet-i kerîmeyi getirdi: “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet ihsan ettiği peygamberler, dosdoğru kişiler, şehidler ve iyi mü’minlerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ; 69)

 

Ashab-ı Kiram, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi öylesine çok, öylesine candan sevmişlerdi ki yalnızca dünyada değil, ahirette de Ondan ayrı kalmanın korkusuyla düşünür hale gelmişlerdi. Bu düşünceleri sebebiyle Ashab-ı Kiram, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanına geliyor ve ahirette de Onunla birlikte olabilmek için dua talep ediyorlardı.

 

Onu sevmenin şartı, O’na tabi olmaktır

 

Allah Tealâ, ona ittibayı zorunlu kılmış idi. Onu sevmek ona teslim olmaktı. Bir gün bir anlaşmazlık için Allah Rasülünü hakem kılan ve Allah Rasülünün kararından memnun kalmayarak işi bir de Hz. Ömer’e götürerek, onun hakemlik etmesini isteyen bir olay cereyan etmişti. Allah Rasulünün hakemliğinden razı olmayanlara dair ikaz, Allah Teâla’dan bir Kur’an ayeti ile inmişti: “Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”(Nisâ; 65)

Onun yokluğunda
varlık anlamsızdır !

 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme muhabbeti ile asırlardır bize örneklik teşkil edenler oldu. Hayatının her anını, adım adım onun vafıslarını nakşetmeye çalıştı nice ulvi ruhlar!…

 

Âlemlerin Efendisi, dar-ı bekaya irtihalinden sonra nice gözü yaşlı bırakmıştı ardında. Celadet sahibi Hz. Ömer radıyallahu anh, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin vefat haberini işittiğinde, kendisini onun üzüntüsünden ve haberin dehşetinden kurtaramamış ve “Resûlullah ölmemiştir ve sağdır! Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!” demişti.

 

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem rahatsızlığında, imamlık vazifesinin kendisine verildiği o dirayetli büyük sahabi Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, bu şok anından ashabı kurtaran isim olmuş onlara, “Kim ki Muhammed’e (sallallahu aleyhi vesellem) tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah Hayy’dır, ölümsüzdür” demiş ve “Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza dönüverecek misiniz? (Dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?) Kim ardına dönerse, elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil; fakat şükredip sabredenlere, Allah muhakkak mükâfat verecektir!” (Âl-i İmrân; 144.) ayetini hatırlatmıştır. Yürekler ancak o vakit teskin olmuştu.

 

Onlar, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemi öylesine bir sevgiyle seviyorlardı ki, onsuz hayat tahayyül edilemiyordu. Onlardan birisiydi Bilal-i Habeşî radıyallahu anh.

Muhabbeti öylesine derindi ki Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin müezzini olan Bilal-i Habeşî, Efendimizin ahirete irtihaliyle bir daha ezan okuyamaz hale gelmişti. Hüzünlere bürünmüş, ne zaman “Muhammedurrasulullah” diyecek olsa devamını getiremez hale düşmüştü. Bu durum onu, zamanın halifesi Hz. Ebubekir radıyallahu anhtan izin isteyerek Şam’a gitmeye mecbur etmişti. Aradan yıllar geçmiş, gördüğü bir rüya üzerine tekrar Medine’ye gelmişti. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin rüyadaki daveti ile geldiği Medine’de kendisinden ezan okuması istenmiş, hıçkırıklar içinde kabul ettiği bu teklif okuduğu son ezan olmuştu. Tekrar Şam’a dönmüş orada vefat etmişti.

 

Sevmek, sevilen gibi olmaya
gayret etmektir

Allah Rasulünün ashabı, tabiin, selef uleması ve asırlardır ona olan hasretle yüreği yanan mü’minler O’na olan muhabbetlerini ispat ettiler. O’na benzemeye çalışmak vesilesiyle, Allah’ın rızasını kazanmayı ümit ettiler. O’nun mirasına, O’nun ardında bıraktıklarına sıkı sıkı sarılmak, O’nun gibi yaşamak gayretine büründüler…

 

İbni Ömer radıyallahu anh, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin Kâbe içerisinde nerede namaz kıldığını Bilal radıyallahu anhtan öğrendi ve orada namaz kıldı. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, Zu-Tuva denilen yerde geceleyip, sabah olunca namazını kıldığını, guslettiğini ve Seniyyetü’l-Ulya’dan Mekke’ye girdiğini etrafındakilere haber verdi, kendiside böyle yaptı. Adım adım ona tabi oldu.

 

Yine İbni Ömer radıyallahu anh, Mekke ile Medine arasında Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin gölgelendiği ağaca gidip onu suladı.

 

Cabir Bin Abdullah radıyallahu anh, ikinci bir giysisi olduğu halde sünnete uymak için tek bir giysi ile namaz kılardı. Enes Bin Malik radıyallahu anh, sırf Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem seviyor diye, kabak yemeğine iştah duymaya başlamıştır.

 

Hz. Mevlânâ’ya, “Canım var oldukça, ben Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Hz. Muhammed Muhtar sallallahu aleyhi vesellemin yolunun toprağıyım” dedirten sevgi de Ahmed Yesevî Hazretlerine, “Allah’ın Sevgili Peygamberi 63 yaşında dünyadan ayrıldı. Ben de bundan sonraki ömrümü, yer altına kazdığım bu çilehanede geçireceğim” dedirterek 63 yaşından sonraki hayatını çilehanesinde inziva ile geçirmesine sebep olan sevgi de Allah Rasülüne olan sevgi idi.

 

Osmanlı’yı altı asır ayakta tutan şey de yine o sevgi değil miydi? O sevgi ve o sevgiye sahip olanlara olan hürmet…

 

Peygamber varisi ulemaya gösterilen hürmetinin asıl sebebi ne ola ki? Peygamberin kutsal emanetlerine gösterilen ehemmiyet? Mermerlere nakış nakış işlenen, hikmetinde Ashab-ı Güzin’in yüce ahlakı ve Allah Rasulüne muhabbetin olduğu güzellikler… Sultan Ahmed’in yaptırdığı camide, Peygamber’in Kadem-i Şerif’inin bulunmasına duyduğu iştiyak. Mısır’a uzanan hikâye… (Bkz: Talha Uğurluel, Sarayın Kutsalları, Timaş Yay.)

 

Bilesiniz ki saymakla bitmez, muhabbet fedailerinin hikâyeleri! Detaylarına yer vermediğimiz veya hiç bahis mevzu etmediğimiz bunca hikâye başlıktaki hakikati dile getiriyor: ‘Âşıkların hikayesi, muhabbetin belgesidir.’

 

Ve asırlar sonrası; ahir zaman! Allah Resulüne ittibadan uzaklaştıracak milyonlarca engel. Bunca engele rağmen bizi selamete kavuşturacak olansa, yine Ona muhabbet, yine Ona ittiba yani uymak, tabii olmak! Yine ona ittiba ile ahiretini kazanmış olanlara olan ittiba…

Başka çare yok dostlar…

 

O’nu sevecek, O’na benzemeye gayret edeceğiz. O’nun bir sünnetinin ihyası bizi dalaletten kurtaracak yegâne hakikat!

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ